Bayramımız kutlu olsun!

“İstanbul yeniden fethedilmeli. Bu sefer okla yayla, topla tüfekle değil; kalpten çıkıp iki dudağın arasından geçerek kalbe saplanan nur söz ile fethedilmeli İstanbul. İstanbul aynı İstanbul, hiç değişmedi ki! Fethe razı, Fatihine hasret, kucağını açmış bekliyor; “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” diyenleri…”

Ayasofya tekrar cami olsun diye şimdiye kadar kaç dava açıldı? Kaç kere meclise teklif verildi? Kaç imza toplandı? Kaç eylem yapıldı? Kaç konferans verildi? Kaç çizim yapıldı? Kaç kitap yazıldı? Kaç dergi çıkarıldı? Kaç yazı kaleme alındı? Yukarıdaki satırlar Ocak 2017 tarihli Genç Yorum’da yayımlanmış bir yazıdan mesela. Peki, ne kadar dua edildi? Çoook. Ayasofya’nın cami olması o kadar büyük bir topluluk için, öyle büyük bir anlam ifade ediyordu ki, herkes kendi imkânınca, kendi gücünce bir mücadelede bulunuyordu işte. İstanbul’da bir grup genç kadın, bazı günler Ayasofya’nın bahçesinde toplanıp kendilerince dualar ediyordu mesela. Çünkü şu satırların hakikatini yaşamak, görmek istiyorlardı:

“Sevgili Üstadımızın teşrifinden dolayı bizi ve İstanbul’u tebrikinize teşekkür ederim. Bu muhteşem, müstesnâ hâdiseden dolayı, koca şehir kaynadı; için için bayram yapıyor. Âlimi, cahili, fakiri, zengini, genci, ihtiyarı mahkemelerde, otelde her yerde onu görmeye ve dinlemeye koşuyor. Rüyâlarımız dahi neşe ve ferahla dolu. Düşmanlarımızın ise yüzleri daha ziyâde karardı. Nifaklarının hiçbir şey yapmadığını ve yapamayacağını artık biliyorlar. Üstadımız, İstanbul’un şahsiyet devrinin yâdigârı olan her şeye yeniden can verdiler. Kardeşlerimizin gözünde, şehrin manzarası birdenbire değişti. Ayasofya, Sarayburnu’na kadar uzandı. Minârelerinde yine ezan-ı Muhammedî (asm) okunuyor; içinde, hâfızlar yeniden Kur’ân-ı Kerîm tilâvetine başladılar. Fâtih, her gün türbesinden kalkarak, fethettiği şehrin büyük ve mübârek misâfirine, ‘Hoş geldiniz’ diyor ve onu tebrik ediyor. Yeni Camii’nin şerefesinden, Beyoğlu’nun en karanlık ve mülevves izbesine kadar nüfuz edecek ışık tûfânını şimdiden görür gibi oluyoruz. Hepsinin, Ayasofya’nın, Fâtih’in, Sultan Ahmed’in, Eyüb’ün ve Süleymaniye’nin ve bütün Müslüman İstanbul’un hicab perdelerini yüzlerinden atışı ve bize daha muhteşem ve daha samîmi görünmeleri, bu büyük teşriften ve bu ulvî nurdan… Üstadımız, artık bu şehrin güneşi. O giderse, ufkundaki güneş de onu takip edecek ve milyonluk şehir kararıverecek. Tesellîmiz, Fâtih şehrinin Risâle-i Nur’la aydınlanacağı ve parlayacağı ümididir.”1

İşte bu duaların kabul olduğunu görüyoruz şimdi. Müthiş bir coşku içindeyiz. 86 yıllık hasret nihayet sona eriyor. Tarihî günlere şahitlik ediyoruz. Bunun için adım atanlar da bunun önünü açanlar da çok konuşulacak. Ama Ayasofya’nın cami olmasının mânevî alt yapısını hazırlayanlar fazla konuşulmayacak, zira Cenab-ı Hak biliyor onları sadece. Zaten onların istediği sadece Allah’ın rızasıydı. Bu sayımızda Ayasofya’nın bir eser olarak ve bir mânâ olarak önemini konuştuk. Ayasofya’nın müze hâline gelmesi ve tekrar cami olmasının siyasî boyutunu irdeledik. Ayasofya’nın Müslümanlar kadar diğer din mensupları açısından ne ifade ettiğine değinmeye çalıştık. Daha önce de Genç Yorum olarak Ayasofya hakkında hem kapak dosyaları çalışmış hem de camiamızın ve farklı camiaların bu konudaki çalışmalarına destek vermiştik. Umarım bizim bu gayretlerimiz de bu günlere ulaşmayı sağlayan samimi, halis dua ve çabalar içerisinde bir yerde kabule lâyık görülür. Ayasofya’nın mânâsını tüm İslam âlemi olarak yaşayabilmek ve yeni fetihlere vesile olmak duasıyla…

Bayram içre bayramımız kutlu olsun!

Dipnot:
1) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2020, s. 680

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*