Dikkat! Güven aranıyor!

Yeni COVID ile yeni bir hayata merhaba diyenlerden misiniz, demek isterdim, lâkin mecbur bu hayatın içindeyiz.

Geçen gün ‘Aaaa oturmaya mı geldik?’ sözünü hatırladı kulaklarımın hafızası, duygulandım.

Yavaş yaşayacağız, farkında yaşayacağız, demiştik de bu kadar da dememiştik.

Bizim millet olarak en sevdiğimiz zaten, ya hep ya hiç! Ortası pek yok.

‘Oynamayanların çamaşır makinesi bozulsuunn!’

Erik dalı gev…

Çalsın saz…

Tiridine tiridi…

Allaaahhh… Kulaklar bu müziği işittiyse, hücrelerin de müzik kulağı yerindeyse değmeyin o kişinin keyfine!

Hatta göz müziklerin ismini okuyunca bile omuzlar ritme kalkıyor.

Şimdilerde, oynayacaksan maske tak, diyorlar. Ya zaten oynarken nefes alıp almadığımızın bile farkında değiliz ki, şimdi nefes alma sınırıyla nasıl çıksın onun lezzeti! Neyse… Yeni evlenecek arkadaşlar, ilk fırsatta size tekrar bir kına yapalım. Bence o kadar gelmek isteyen olacak ki, salonun ücretine gelen herkesin bir katkısı olur, öyle hallediveririz.

Bir de bu cânım yeni hayatta uvcalamak diye bir tabir yok arkadaşım çok mağduruz ya!

Uzaktan dokunmadan gözleriyle bakarak sevebilen insanlar mutlu, onlarlık bir şey yok tabiî, ama sıkı sıkı sarılmayı seven, bir çocuk gördü mü (çocuk olması şart değil samimi birisi de olur) suratını uvcalayan, hoplatan zıplatan, gıdıklayan, kısacası böyle sevmekten anlayanlar çok zorlanıyor!

Bu COVID, bir oyun teorisi çıktığından beri, bunu çıkaranlara mail atasım vardı. “Haftada bir gün birkaç saat yeterli, bakın gerçekten. Herkes bir sarılsın, birbirlerinin yanaklarını sıksın, el şakası yapsın. Eğlence için değil, yaşamak için.”

Gerçi uvcalamak şöyle dursun, mimiklerini görmeye hasretiz birbirimizin.

Gözleri kısılınca n’oluyordu ya?

Acaba gülümsemiş midiiirr, yoksaaaa sinsi sinsi düşünmüş müdüüürr?

Yandı beyinler yandı. Gönder su-i zanları gelsin. N’apalım, göremiyoruz.

Gerçi hüsn-ü zan da vardı değil mi?

Bizim millet, demeyeceğim bu sefer, her garip, beğenmediğimiz şeye, milletçe böyleyiz, deyip durmaya bayılıyoruz zaten. (Az önceki cümlede yine çoğul kullanıp millete bağladım sanırım. Silmiyorum, çünkü ne kadar ağzımıza yerleştiğinin bir kanıtı olsun, pardon ağzıma yerleştiğinin olacaktı, yine aynı pot, aynı hata. Allah affetsin!)

Hülasa, aklım hemen olumsuza gidivermiş. İsteyenler maskeli kişilerin bakışlarından anlamaya çalıştığımız durumlara hüsn-ü zan ile bakabilir.

Yazıya burada mola vereceğim, çünkü canım karnımın gurultusu yetti canıma artık. Evde çay kalmamış, daha kahvaltı yapmadım, gelince devam ederim (inşallah bu sırada editör “yazı” diye mesaj atmaz, âmin, 10 dakikayı geçmeyecek mola, söz).

Din dan doonnn!

Komşunun ziline anahtar ile bastım, anahtarı dezenfektan ile sildim, ellerimi sildim, kapıyı açan komşuya da uzattım. N’olur nolmaz, ses ile de bulaşıyormuş derler falan, sürekli değişiyor her şey, kulaklarına da bir sürüversin.

-Bir fincan güven alabilir miyim varsa?
-Maalesef, hem de hiiç yok. Bulursan bize de uzatıversene be komşum!

Haydaaa, dananın kuyruğu merhaba! Şöyle bir durup baktım da, komşunun ziline, aldığımız fincana ve içindekine, oturduğumuz kalktığımız yerlere, girdiğimiz ortamlara hep güveniyormuşuz.

Geçen alışveriş yaparken hiç endişe etmediğim, temizliğine güvendiğim bir markete girdim ve klimaların çalıştığını görünce doğruca kasaya yöneldim.

-Yasak değil miydi, bulaşıcı olması açısından riskli değil mi?
-Bundan sonra böyle, asla maskelerinizi oynatmayın ve çocuklarınızı göndermeyin markete!

Demesin mi!

Canım kulaklarımın hafızası başlattı…

Güvendiğim marketlere COVIDler yağdı.

İçinde böyle klima çalışmazdı

Ben n’apıcam demeyi, alıp poşetimi gitmeyi

Bir market müşterisine böyle yapar mı!

Bu müziğin bestesinde eve doğru adımlarken, vay be, dedim, marketteki ortama bile güveniyormuş insan. Markete giderken bile güven duygumuz varmış. Maalesef bazı şeyleri yokluklarında anlıyoruz. (Yine çoğul konuştum, ama diğer türlü tek sorunlu benmişim gibi hissediyorum. Mazur görün.)

O zaman Üstadımın dediği gibi, yaz kardeşim!

Bugünlerin gelmesindeki sana bakan hikmet yönü; bu süreçte Rabbimin kalbine hissettirdikleri, önüne çıkanlar, gözlerini sıkı sıkı yumduklarını görmen, fark etmen. Sözüm ona aydın insanlar bile bir sürü aydınlanma yaşadı bu süreçte.

Hani aydınlardı, demeyeceğim. Waltları yükselmiştir belki. Ama unutma, kendi içimin aydını benim, senin içinin aydını sensin. Onlar da kendilerine aydınlattıkları bu yolu dışarıya güzel ifade edebilenler.

Kâinatı ve yaşadıklarımızı her kuluna farklı gösteriyor Rabbim. Bu yüzden aynı camdan bakınca, gökyüzünü görenle yolu görenin farkı. Farklıyız çünkü. Sana gönderilen mesajla bendeki aynı değil. Yoksa gelen kutusunun tümünü ilet yapardım, emin ol.

Kendine gelen mesajları okumakta sana-bana kolay gelsin. Ben şimdi gidip el açıp, bir avuç dolusu güven isteyeyim Rabbimden. Az önce yanlış yerden istediğim için de af dileyeyim.

Haydi kardeşim, sağlıcakla kal! Waltların yüksek olsun.

Aydınlanırsan paylaş ki, belki kim bilir birinin içindekine de bir ilham olursun.

Evine yaz, as duvara, belki seni ziyarete gelene ilham olursun.

Belki ben seni ziyarete gelince, “Aaaa, ilham!” der mutlu olurum, sen de sevaba girersin.

Neyse tamam tamam bitiriyorum, haydi sağlıcakla kal.

(Bu yazının sonu da Türklerin bitmeyen vedalaşma sözcükleri gibi olmadı mı?

(Kahkaha efekti.) Bu milletin böyle benzeme meselesinin bir hakikati vardır. Güven istedikten sonra ben bir de ona bakayım. Eee akşam oldu bile, yemeği kim yapacak? Bir aydınlanacağım, ama ocakta yemek var, gibi oldu yaa, Pfff!)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*