Hayırlı “iş”ler

Herkese merhabalar çok sevgili Genç Yorum okurları! Eylül ayında size “Bakın gördünüz mü, hep söylediğim gibi, zor imtihanların neticesi hayır oluyor ve biz geçmişe gülümseyerek bakıyoruz” diyemediğim için perişan olmuştum. Bu ay nihayet hayatımda bazı değişiklikler oldu, o yüzden rahat bir şekilde söyleyebilirim ki, zor imtihanların neticesi hayır oluyor ve biz geçmişe gülümseyerek bakıyoruz. Tabiî, ben şunun şurasında bir ay iş aradım diye hemen zor imtihan geçirdim, demek yaşadığımız şu dönem düşünüldüğünde, doğru olmaz. Aylarca hatta yıllarca ellerinde diplomalarıyla iş arayan ve bir türlü bulamayan çok çok zor imtihanlardan geçen insanlar var. Onu da geçtim, insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Her geçen gün Covid-19 bir yakınımızı daha etkiliyor. Sizlere “Bakın gördünüz mü, söylediğim gibi, hepimize gelen İlâhî bir ikazdı, bitti, kurtulduk” diyeceğim günleri sabırsızlıkla bekliyorum.

Siz de fark ettiniz mi, bize duyurulan günlük vakalar ve vefat sayıları neredeyse hepimizin karantinada olduğu ve sokağa çıkma yasakları yaşadığımız günlerle aynı. Ama o dönemde bir tanıdığımın tanıdığının tanıdığının bile hastalandığını duymamıştım. Yine de tüm tedbirleri sıkıca uyguluyor, hiç evden çıkmıyorduk. Şimdi her gün üç beş tane tanıdığımın bu hastalığa yakalandığını, hatta vefat ettiğini duyuyorum ama biz marketten aldığımız şeyleri yıkamayı bıraktık. Bu işte büyük bir terslik var. Yaz boyunca hiçbir tedbir ve yasak uygulanmadı ve insanlar hayatlarına hiçbir şey yokmuş gibi devam etti. Tatil yerleri doldu taştı. Havalar henüz soğumadığı için onuncu tatiline giden insanlar bile var. Ama nedense okullar online eğitim kararı aldı. Herhalde bu virüs yalnızca eğitim yoluyla bulaşıyor.

Arkadaşlar size yalvarıyorum, ne olursunuz hepimiz marketten aldığımız şeyleri yıkadığımız, dışarı çıkmadığımız, kimseyle görüşmediğimiz günlere geri dönelim. Biraz dişimizi sıkıp kurtulalım şu hastalıktan. Ben daha fazla kardeşimin online dersleriyle uğraşamayacağım. Çocuk dediğin evde durmaz yahu, okula gider. Mart’tan beri bütün aile birbirimize kenetlendik, ben ailemi biraz özlemek istiyorum. Lütfen bakın. Bu arada yanlış anlaşılma olmasın, tamam marketten aldığımız şeyleri deli gibi köpürtmüyor olabiliriz, ama hâlâ hiç kimseyle görüşmüyor ve kafayı yiyecek boyuta gelmeden evden dışarı çıkmıyoruz. Çıktığımızda da kimseyle görüşmeden sahilde birkaç saat maskemizle oturup dönüyoruz. Neyse konumuz bu değildi aslında. Ama içimden gelenleri söylemek istedim. Esas konumuz benim artık bir iş sahibi olmam! EVET İŞ BULDUM İŞ!

Allah’ım tüm arayanlara versin inşallah. Bir ay bile iş aramak ve bulamamak beni gerçekten zorladı. Bulduğum bütün öğretmenlik ilanlarına başvurup, “Çok geç kalmış, daha erken başvurması gerekirdi, biz kadromuzu tamamladık” yanıtını aldıkça, fenalıklar geçiriyordum. Geç kaldığımın farkındaydım çünkü. Geç kalırken de geç kaldığımın farkındaydım zaten. Biliyorsunuz, geçen ay bahsettim, kafamda bitmek bilmeyen bir dilemma vardı. Herkesin benden beklediği gibi çizmeli bir İngilizce Öğretmeni mi olmalıyım, yoksa hayâl ettiğim meslek için yüksek lisans mı yapmalıyım? İşlerin pandemiyle birlikte çığırından çıkacağını hesaba katmadığım için zamanında kendimce kurnazlık edip KPSS’ye başvurmamıştım. Böylece öğretmen olma ihtimalim azalıyordu. Aslında kendi kendimi sabote ettim de diyebiliriz. Çok çok iyi yapabileceğimden yüzde yüz emin olsam da, öğretmen olmak istediğimden yüzde yüz emin olmadığım için, hep bir şekilde ikinci üçüncü ihtimallere odaklanıp birinci ihtimali görmezden geldim.

Sonrasında gerçekten geç kaldığımı, arkadaşlarımın birbiri ardına okullarda işe girmesiyle fark ettim ve pişman oldum, ama son pişmanlık fayda etmiyor tabiî. Öğretmenlik trenini kaçırmıştım. Yine de her fırsatı değerlendirmek için bütün iş ilanlarına başvurdum. Olumlu bir geri dönüş olmadı. Öğretmenlik mi tercümanlık mı diye iki arada bir derede kalmışken hiç beklemediğim bir yerden hiç beklemediğim bir tarzda bir kapı açıldı ve kendim de dâhil herkesi ters köşe yaptım. Sıkıntı değil, zaten söylemiştim, hayâllerimi değil hayırları hedeflemem gerekiyordu. Öyle de yaptım çok şükür. Karşınızda bir Etkileşim Uzmanı duruyor. “Merhabalar, ben Feyzanur Elif Mutlu, size nasıl yardımcı olabilirim?” oldum ben.

Henüz işe başlamadığım için çok ayrıntılı anlatamıyorum. Bir de dünya devi bir firmanın teknik destek ekibinde olacağım için ve bu firmanın bir gizlilik anlaşması olduğu için de açıklayamıyorum. İş görüşmem sırasında bu konuda tembihlendim. Riske atmaya gerek yok. Eğitim sürecini atlatıp işe başladığımda size nedir ne değildir daha güzel bir şekilde izah edebilirim inşallah. Şimdilik sadece kendime üstesinden gelebileceğimi düşündüğüm güzel bir iş bulduğum için çok mutluyum ve geri kalan her şeyin bir şekilde yoluna gireceğini bildiğim için son tatilimin tadını çıkarıyorum.

Böyle iki üç cümlede anlatınca sanki çok kolaylıkla geçmiş gibi görünüyor bu süreç. Ama inanın benimki gibi sürekli evham ve vesveseyle fazla mesai yapan bir beyniniz varsa, belirsizlikler içerisinde geçirdiğiniz bir ay, 1 yıla bedel. Her saat değişen ruh halim, işe giren arkadaşlarımın paylaşımları, sürekli işe girip girmediğimi soran, ama bir yol göstermeye gelince dut yemiş bülbüle dönen büyüklerim, siz olmasaydınız bu süreci böyle dibine kadar yaşayamazdım. Teşekkürler. Gerçekten teslim olduğum ve “Hayırlısı olsun” dediğim noktada Allah bana yeni bir kapı açtı. Yeni bir tefekkür kapısı da bununla birlikte açıldı. Ben istediğim kadar kafası kopmuş tavuklar gibi koşuşturup ağlayayım, aczimi bilip teslim olmadıkça içim rahatlamadı.

“Evet, ‘Şüphesiz ki rızık veren, ancak mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır’1 âyeti, iâşeyi ve infakı Cenâb-ı Hakka tahsis edip hasrettiği gibi, ‘Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın. Allah onların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır’2 âyeti dahi, bütün insanların ve hayvanların rızıklarını taahhüd ve tekeffül-ü Rabbânî altına aldığı, hem ‘Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir. O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir’3 âyeti de, rızkı tedarik edemeyen, âciz ve iktidarsız olan zaif biçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, belki gaybdan, belki hiçten, meselâ, denizin dibindeki böceklere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve bütün hayvanlara her baharda âdetâ sırf gaybdan infaklarını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahede vermekle, esbabperest insanlara dahi, esbab perdesi altında yine o veriyor diye ispat ve ilân ettiği gibi, pek çok âyât-ı Kur’âniye ve hadsiz şevâhid-i kevniye, bil’ittifak her bir zîhayatın bir tek Rezzâk-ı Zülcelâlin rahîmiyeti ile beslendiklerini gösteriyorlar.”4

 Dipnotlar:
1) Zâriyat Sûresi: 58
2) Hûd Sûresi: 6
3) Ankebut Sûresi: 60
4) Şualar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019 s. 197-198

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*