Niçin o şekil giyiniyoruz?

Giyinme, bize insanlık tarihi boyunca eşlik eden bir ihtiyacımız. Tıpkı yeme-içme gibi. Kur’ân-ı Kerîm’den öğrendiğimize göre, Hz. Âdem ve Hz. Havva yaratıldıklarında birbirlerinin avret yerlerinin farkında değillerdi. Gözlerinde o mânâda bir perde vardı. Ne zaman ki İblis tarafından aldatılıp yasak olan meyveyi yediler, o zaman gözlerindeki perde kalktı ve avret yerleri birbirlerine göründü. Onlar da yapraklarla kendilerini örttüler.1

Bunu anlatan âyetlerde şüphesiz çok derin mânâlar ve çok ince hakikatlere işaretler var. Bunları bilmekte cahil olduğumdan ifadeden de acizim, ayrıca yazımın konusu da bu değil. Burada dikkatimi çeken ve yorumlanmaya gerek duymayacak kadar açık olduğuna inandığım bir bilgi var. O da insanın giyinme ihtiyacının hayâ duygusuyla bir ilişkisi olduğu. Yaratılan ilk insanların, bedenlerini fark ettikleri o ilk anda bu ihtiyacı duymalarını, o duygunun ne kadar yaratılıştan olduğunu göstermesi bakımından çok önemli görüyorum. Hayâ duygusu ve buna bağlı örtünme, giyinme ihtiyacını ben bir yerde daha görüyorum ve bu gördüğüm bence fıtrî olduğuna ikinci bir delil hükmünde. Bebeklerde… Siz de fark ettiniz mi; bebeklerin yeni doğandan itibaren altları açıldığında bacaklarını nasıl hareket ettirdiğini ve ellerini kontrol edecek kadar büyüdüklerinde üzerlerindeki kıyafeti çekiştirerek avret yerlerini örtmeye çalıştıklarını? Bununla ilgili yapılmış bir çalışma bulamadım, ancak kendi bilgi ve gözlemlerim bana bunun bir sosyal öğrenme olamayacak kadar küçük yaşta ortaya çıktığını söylüyor. Bu da bedenimiz, hiç değilse avret yerlerimiz hakkında sahip olduğumuz hayâ duygusunun çok fıtrî olduğunu ve bunun da giyinme davranışını ortaya çıkardığını gösteriyor.

Kendini yapraklarla saklama davranışı yıllar ve yüzyıllar içerisinde pek çok farklı şekle büründü elbette. Vücutta nerelerin giysiyle örtüldüğü, kabul edilen örtme şeklinin ve tarzının ne olduğu sürekli değişti. Bu değişikliğin en makul olanı hava şartlarının gerektirmesi belki de; zira havanın soğuk olduğu zamanlarda ve bölgelerde insanlar, giysileri vücutlarını örtmekten farklı bir amaçla, vücutlarını sıcak tutmak için de kullanırlar. Ya da zaman içerisinde vücutlarını ısıtmak için kullandıkları araçları giysiye dönüştürmüş de olabilirler, bilemiyorum.

Kullanılan malzemenin meydana getirdiği çeşitlilik de yine mantıklı bir sebep. Öyle ya, bir bölgede çokça hayvan bulunuyor ve ondan elde edilen yün ile kıyafet üretebiliyorsa, insanlar elbette onu tercih ederler. Başka bir yerde o kadar hayvan bulunmuyor, ama pamuk diye bir bitki çokça yetişiyorsa pamuktan giysi üretmek mecburiyetinde kalırlar. Şu zamanda biz, istediğimiz herhangi bir çeşit kumaştan kıyafete kolaylıkla ulaşabildiğimiz için bunu bir zorunluluk olarak isimlendirmek şaşırtıcı gelebilir. Sahi, düşününce size de garip gelmiyor mu, mesela yaşadığımız bölgede hiç bulunmayan ya da az bulunup giyimden başka bir ihtiyaç için kullanılması daha elzem olan bir malzemeden üretilmiş kıyafetleri, daha kolay ve az maliyetle ulaşılabilir diğerine tercih ediyor olmamız?

Beni şaşırtan bir diğer şey de şu; bizden önce yaşayanların hiç giymediği şekilde, belki bulunduğumuz coğrafyadan çok uzaklardaki bir krallıkta yüzyıllar önce yaşamış insanların giyindiği -belki o bile değil- şekil ve tarzda giyiniyor olmamız. Bunu neden yapıyoruz?

Görünen o ki, artık vücudumuzu örtmek ya da sıcak-soğuktan korumaktan çok daha fazla şeyi amaçlıyoruz giyinirken. Bittabi insan diğer varlıklardan çok farklı yaratılmış, çeşit çeşit arzu ve zevklerin sahibi olduğundan ihtiyaçlarını karşılama şekli de diğer canlılarda görülmeyen bir surette oluyor. En temel ihtiyacı olan yemeği bile medenîleştikçe daha özel, güzel, süslü ve sunumlu şekliyle yiyor. Barınma ihtiyacını karşılarken bir estetik ve sanat gözetiyor. Madem bu meyil sadece biz insanlarda var, öyleyse giyinme fiilini gerçekleştirirken de insaniyete lâyık şekilde bu arzuların ortaya çıkması abes olmasa gerek. Elbette değil. Nasıl ki -çok hayatî durumlar istisna olmak kaydıyla- “Şu başımı sokacak bir dam olsun, iki tahta çakayım yeter” veya “Şu otu yolduğum, şu hayvanı pişirdiğim vs. gibi atayım ağzıma da hayatta kalayım” demiyorsak giyinme konusunda da “Örtme işlevini yerine getirdikten sonra nasıl göründüğü, neyden yapıldığı önemli değil” diyemiyoruz.

Giyinirken yaptığımız tercihler pek çok işleve sahip dedik ya, mesela bu, bazen ait hissettiğimiz grubun bir parçası olduğunu göstermek olurken bazen de hiçbir şeye ait hissetmediğimizi göstermek olabiliyor. Tercihlerimiz aynı zamanda, estetik anlayışımızı, ekolojik duyarlılığımızı, dinî hassasiyetimizi, cinsel kimliğimizi, sosyo-kültürel durumumuzu, mesleğimizi, hayata kattığımız değeri, bir diğerine vermek istediğimiz mesajı görünür kılmak için kullandığımız bir yol.

Ne ilginç değil mi; Yaratıcı, insanı müstesna bir şekilde tasarlarken öyle çeşitli gayelerle, o kadar çok hikmetlere sahip bir şekilde yaratmış ki, insan da hayatına lâzım olan şeyleri tasarlarken pek çok fayda ve hikmet gözetiyor. Bu, aslında üzerinde düşündükçe çok doğal bir ihtiyaç, oldukça kabul edilebilir bir durum ve hatta insan türüne zenginlik katan bir değer iken, bugün bunun ne kadar farkındayız ya da bunu ne ölçüde yaşamak istiyoruz, onu tartışmak istiyorum.

Bu tartışma nereden geldi aklıma, önce onu paylaşayım. Günlerdir bu yazının konusu olan düşüncelerimi toparlamak için zihin havuzumda mücadele ederken, bir diğer yandan benim ihtiyaçlarıma tam uygun, aynı zamanda ilkelerime uygun ve de tarzımı -yani varoluşsal estetik anlayışımı- yansıtacak bir giysi arayışındaydım. Kafamda, sanki bir çelişki içerisinde olduğuma dair düşünceler dönüp durdu.

Belki de yazımın uzun sürmesi bu yüzdendi ya da yazımı hızlı bir şekilde toparlayıp yazamamış olmak tam da bunu anlamaya hizmet etti. Bir yandan harıl harıl kıyafet sitelerinde dolaşıp diğer yandan moda ve giyinme algımız hakkında yazı yazmak… Çelişki gibi, değil mi? Bu çelişkinin aslında tam da bu yazının konusu olan tartışmanın da kaynağı olduğunu fark ettim sonra.

Şöyle ki: Günümüzde giyinmek gibi diğer yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılarken sahip olunan bir bakış açısı veya stil diye vasıflandırabileceğimiz bir kavramı çokça duyuyoruz, hatta bu dergide de yakın zamanda ele aldık: Minimalizm. Minimalistik görüş ve yaşam tarzı (sadece bu değil; başka görüş ve inanışlar da var, örnek olarak bunu seçtim) popülarizm veya moda gibi birtakım sosyal olgulara eleştiri getirdi. Basit yaşamalıyım, basit yemeliyim, basit giyinmeliyim, evimi basitçe dekore etmeliyim. Ve bu görüşe ekolojik, ekonomik, hümanistik, dinî vb. destekleyici sebepler ortaya koydu. Ama diğer taraftan insanın hamurunda olan bu özel ve seçilmiş olma durumu ihtiyaçlara da yansıdı ve her ihtiyaç olanın sunulmasında ortaya bir sanat çıktı. Giyinme üzerine de elbette.

Bazı insanlar sanatlarını veya varoluşlarındaki estetik değeri giysilerde ortaya koydular. Estetik olana, özel olana, benzersiz olana vs. duyulan ilgi ve beğeni bir süre sonra öyle bir noktaya geldi ki, iki noktada paradigma ortaya çıktı. Birincisi, başta ihtiyaç olan şey artık ihtiyaç dışına çıktı. İkincisi ise, başta benzersiz ve özel olan, aynı ve tek tip olana dönüştü. Buna sebep olan şey bence aslında ne insanın doyumsuzluğu ne kaynakların sınırlılığı. İnsanın bu konudaki isteklerinin çelişmesi de değil. Tam tersine fıtrattaki mümtaz olmaya dair duygulara yabancı olmak. Üstelik her bir insanın özelinde, kendi içinde farkında olmadığı bu duygulara vâkıf olmuş ve bunu kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan bazı insanlar var. Sorun bence sadece burada. Duygularımızı bizim adımıza keşfedip bize karşılıklarıyla birlikte sunan bir güruh var. Giyinirken cevaplamamız gereken bazı soruları bizim yerimize onların yanıtlamasına izin veriyoruz.

Ben giyinirken neye ihtiyaç duyuyorum? Ne kadar ihtiyaç duyuyorum? Neyi kendime yakıştırıyorum? Ne giyersem daha seçkin hissederim? Nasıl giyinirsem değerlerime uygun olur? İşte bu soruları bizim yerimize cevaplayanlar var çok uzun yıllardır. Bu nokta, algımızı etkiliyor. Artık başkalarının beğendiği, uygun gördüğü, kabul ettiği şekilde giyinmeye kendimizi mecbur hissediyoruz. Başkalarının üzerinde gördüklerimizi beğeniyoruz. Ve neticeye baktığımızda giyinme fiilini gerçekleştirirken kendi içsel ihtiyaçlarımız üzerinde düşünmediğimizden, diğerlerinin ihtiyaç gördüğü veya öyle gösterdiği şekilde giyindiğimizden hem ihtiyacımız olandan çok daha fazla kıyafete sahip olmaya başlıyoruz hem de benzersiz olmak isterken herkese benzer oluyoruz.

Hani demiştik ya, kıyafet tercihlerimiz birçok amaca hizmet ediyor, bizimle ilgili pek çok şey söylüyor diye. Hem bu nedenle yani kendimizden bildiğimiz için hem de dışarıya verilen ilk izlenim olduğu için bir kişiyi değerlendirirken nasıl giyindiği hep önemlidir bizim için. Hz. Mevlana’nın dediği gibi “İnsanlar kıyafetiyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlâkıyla uğurlanır”. Her ne kadar tanıştığımız bir kimse sonradan aklımızda ahlâkıyla kalsa, onunla irtibatı devam ettiren şey düşünceleri ve paylaşımları da olsa, hakkında bir fikir edinmeden önce ona tavrımızı belirleyen şey oluyor giyinme şekli. Kıyafetine bakıp bir kişi hakkında yapılan değerlendirmeler geçen yüzyıllarda bazı istisnai durumlar haricinde büyük ölçüde doğru oluyordu. Ancak yukarda tartıştığımız şeylerden dolayı son zamanlarda bunun da geçerliliğini sorgulamak gerekiyor bence.

Kodlarımıza işlenmiş bu tutumu bir anda söküp atmak elbet mümkün değil; ama bir tahminimiz olsa da hiç değilse kendimize yanılma payı bırakarak karşımızdaki kişiye daha yansız bir yaklaşım sergilememiz gerekmiyor mu? Zira bizim önden yargıda bulunduğumuz şeylerin insanların giyinme tercihinin altında yatan sebeplerle uyuşmama ihtimali çok yüksek. Çünkü ya bizim sahip olduğumuz algının ya da o kişinin öyle giyinmesinin altındaki motivasyonun birileri tarafından çarpıtılmış olma ihtimali söz konusu.

Hâsıl-ı kelâm “Niçin giyiniyoruz?” sorusunun çok fazla cevabı var. Bunlar benim cevaplarım. Ama asıl cevabını vermem gereken soru “Ben neden giyiniyorum?” İşte bunun cevabını bilmiyorum. Gideyim biraz kendi özelimde düşüneyim. Belki alışveriş sitelerinde kıyafet ararken harcadığım vakitten epey bir tasarruf edebilirim.

Dipnot:
1) A’raf Suresi: 19-22

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*