Hakkın rızası yolunda bir İbrahim

Herkesin kendisiyle sırları vardır. Ne demek mi? Yani siz hiç kendi kendinize konuşmaz mısınız? Sesli veya sessiz, fark etmez. (Aman yine de çok sesli konuşmayın da “N’apıyo bu?” demesinler, hehehe) demem o ki, herkesin en yakın arkadaşıdır, sırdaşıdır kendisi.

Bu sözümü yanlış anlamayın. “Kendini bilen, Rabbini bilir” diye bir söz vardır ya hani. Rabbime daha yakın olmak, Onu daha çok tanıyabilmektir emelim, bu yüzden kendimi dinlerim, onunla söyleşirim. Bazen plân yapar bazen tefekkür ederim. Bunu ister istemez herkes yapar sanırım. Fakat kalbini, zihnini, vicdanını temiz tutmak gerekli ki, doğruyu konuşabilelim. Doğru yola yönelebilelim.

Eee temiz tutup süslendirmenin yolunu hepimiz biliyoruzdur. Gerçi bilmek bazen yeterli olmuyor. Sebat gerekiyor, azim ve sabır istiyor uhrevî meşgaleler. Çünkü dünya bizi sürekli içine çekiyor bütün cazibesiyle. Mütemadiyen ve yorulmadan…

O yüzdeeeen biz de yorulmamalıyız Keçeli ve seyahat etmeliyiz. Oradan buraya, buradan hoooop işte geldiiiik!

Ee çabuk geldik değil mi? Bu sefer cidden yolumuz pek kısa. Burası bir Osmanlı mahallesi; Erzurum’un Hasankeyf’i.

“Mübarek mekândır Hasankalesi

Kamu zevke kandır Hasankalesi

Suyu hoş, havası, kışı, mutedil

İrem’den nişandır Hasankalesi”

Aman Keçeli, güzel bir mekân bulmuşuz yine. Baksana şu mısralara. Kim mi söylemiş bu şiiri? Ziyaret edeceğimiz zat-ı muhterem işte; Erzurumlu İbrahim Hakkı. Evet evet, doğru söyledin. “Hak şerleri hayr eyler, zannetme ki gayr eyler” sözünün de sahibi. Tevekkülü ne güzel de tarif etmiş, ne kadar rahatlatıcı bir söz. Böyle kelâmla yarışan bir kalemi var. “Marifetname” eserinin de yazarı olur kendileri.

Gel gelelim asıl meseleye. Aylardan Aralık, şu an yani. Fakaaat, orada mübarek Ramazan. Va’z ve nasihat için Erzurum’un bir köyüne dâvet edilmiş İbrahim Hakkı Hazretleri. Onu alıp köye getirmek üzere, ücret karşılığında bu işleri yapan gayrimüslim bir hizmetçi, bir at ile gönderilmiş. Şimdi de yola çıkıyorlar. Hadi bakalım.

Fakat at bir tane.  İbrahim Hakkı Hazretleri, pek düşünceli. Aklına Hz. Ömer’in (ra) Kudüs’e giderken, kölesiyle beraber nöbetleşe deveye binmesi gelir ve gayrimüslim hizmetçiye ata binmesini söylüyor ve aralarında şu konuşma geçiyor:

-Köylüler bu durumu işitirlerse, beni azarlarlar; ücretimi de vermezler!

-Evlâdım, son nefeste hâlimizin ne olacağı meçhul! Sen köylülerin seni azarlamasından endişe ediyorsun, ben ise Allah’ın huzurunda verilecek olan büyük hesaptan korkuyorum!

Allah’ın hikmeti ya, tam da köye girecekleri esnada, akıllarına gelen başlarına geldi. Halk tabiî bu hali görünce, hemen hizmetçinin etrafını sardı.

-Vay densiz! Gençliğine bakmadan ata kurulmuş, şu ak sakallı ihtiyar üstadı yürütmektesin ha! Bu mu senin sadakatin? Biz böyle mi tembih ettik sana?

İbrahim Hakkı Hazretlerinin meseleyi îzâh etmesi üzerine azardan vazgeçtiler. Ama dayanamazlar tabiî söylenmeye. O sırada köylülerden biri hizmetçiye:

-Be adam! Bu kadar fazileti gördün ve yaşadın! Bâri Müslüman ol!

Hizmetçi, ne diyor bak:

-Eğer sizin dininize dâvet ediyorsanız, asla! Ama şu mübârek zâtın dinine dâvet ediyorsanız, o dine daha yoldayken iman ettim bile!..

Allah’ın rızası.. Aklım başka başka kıssalara gidiyor. İhlâs ne mühim bir sır, ne ince bir çizgi. Sırf rıza-yı İlahi için davranan İbrahim Hakkı, bir insanın hidayetine bir davranışıyla vesile oluyor böylelikle. Daha niceleri vardır elbet. O hâlde son sözümüz de yine onun veciz sözlerinden olsun;

“Biri iste, Biri oku, Biri öğren, Biri anla

Allah’tan gayrı her şey yok olan gölgedir.”

Selahattin Yaşar’ın “Erzurumlu İbrahim Hakkı” adlı biyografi kitabından yararlanılmıştır.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*