İslam Demokrat Partisi ve Said Nursî

İslam Demokrat Partisi, yakın tarihimizin siyasî geçmişinde önemli bir yere sahip olarak önemini korumaya devam ediyor. 1951 yılında Cevat Rıfat Atilhan’ın kurduğu İDP, etkilediği siyasî hareketler nedeniyle bugün de tartışma konusu.

Düzce Üniversitesi Akçakoca Bey Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Celil Bozkurt, “Demokratik Hayatta Siyasal İslam’ın Doğuşu: İslam Demokrat Partisi” adlı  kitabıyla yakın siyasî tarihimizi aydınlatacak önemli bir çalışmaya imza attı.

Biz de Celil Bozkurt’la hem yeni çıkan kitabını hem de yakın tarihimizin demokratik hayatını değerlendik. Said Nursî’nin Atilhan’la dostluğu ve ondan sitayişkârane bahsetmesine karşı kurduğu partiyi ve akımı desteklememesinin nedenlerini sorduk.

İDP’nin kurucusu Cevat Rıfat Atilhan’dan bahsedebilir misiniz?

Cevat Rifat Atilhan, Türkiye’nin yakın geçmişine damgasını vurmuş fakat gereği gibi anlaşılmamış biridir. Kendisi asker kökenli olup, Balkan, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de yer almış, buralarda sergilediği cesaret ve kahramanlıkla temayüz etmiştir. Atilhan, Millî Mücadele’de İsmet Paşa’yla yaşadığı bazı anlaşmazlıklar sonucunda henüz genç bir yaştayken yüzbaşı rütbesiyle askerlikten emekli olmuştur. Akabinde ticaret hayatına atılan Atilhan, İstanbul’da Yahudî tüccarla giriştiği rekabette bazı haksızlıklara uğrayarak iflas etmiştir. Atilhan’ın iflası, sonraki süreçte Yahudî aleyhtarı bir yaşam sürmesine neden olmuştur.

İDP isminde yer alan İslam kelimesine hem muhafazakâr kesimlerden hem de CHP’li laik kesimlerden büyük tepki geliyor. Bu tepki ve eleştirilerin temel noktaları nelerdir? İDP bu eleştiriler ve tepkiler karşısında kendini nasıl savunuyor?

İslam Demokrat Partisi’ne yönelik eleştirilerin temel nedeni parti adında kullanılan “İslam” ibaresi ve partinin din adına siyaset yapmasıydı. Laik ve liberal kesimler, laik bir ülkede din adına siyaset yapılamayacağından hareketle İslam Demokrat Partisi’nin dini siyasete alet ettiğini ve menfaat sağladığını iddia ediyordu. İslam Demokrat Partisi, tarihi 31 Mart Vakası’nda rolü bulunan Derviş Vahdeti’nin İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’ne benzetiliyor ve yeni bir ayaklanmaya meydan verebilecek derecede tahrikkâr faaliyette bulunduğuna dikkat çekiliyordu. Muhafazakâr kesimlerin tepkisi ise partinin bütün Müslümanları temsil ettiğini ileri sürerek İslam adına siyaset yapmasından kaynaklanıyordu. Dindarlar, din adına yapılan bir siyasetin sonunda dine ve dindarlara zarar vereceği kanaatindeydi. Örneğin Bediüzzaman Said Nursî, yakın dostu Eşref Edip’in partiye destek verme teklifini geri çevirirken aynı zamanda parti kurucularını din adına hareket etmemeleri yönünde ikaz ediyordu.

İDP hangi saiklerle kapatılıyor? Kapatma üzerine gelen tepkiler nelerdir?

Partinin İslam adına siyaset yapması ve agresif bir dille muhaliflerine meydan okumasıyla başlayan tepkilerin ardından İçişleri Bakanı Fevzi Karaosmanoğlu, partinin “irticaî” bir mahiyette olduğunu ve kapatılması gerektiği lüzumunu vurgulayarak Adalet Bakanlığı’nın dikkatini çekmiştir. Hemen ardından partinin Bursa Şubesi hakkında bir soruşturma başlatılmış, akabinde de İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi üzerine İstanbul 3 nolu Sulh Ceza Mahkemesi, partinin kapatılmasına karar vermiştir. Bunun üzerine parti avukatı Abdurrahman Şeref Laç, etkili bir savunmayla mahkemenin kapatma kararını kaldırtmıştır. Fakat İstanbul Savcılığı’nın itirazı üzerine dava yeniden mahkemeye taşınmıştır. Mahkeme, Savcılığın partinin kapatılması yönünde sunduğu iddiaların incelenmesi için bir ehl-i vukuf raporuna ihtiyaç duymuştur. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Dr. Kemalettin Birsen ve Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken gibi dönemin yetkin hukukçu ve bilim  adamlarından oluşan ehl-i vukufun İslam Demokrat Partisi’ni aklamasına rağmen parti, temyize kapalı olmak kaydıyla kapatılmıştır.

İDP kapatma davalarında Bediüzzaman Said Nursî’nin de adı geçiyor. Bediüzzaman hangi nedenle bu davada yer alıyor? Burasını anlatabilir misiniz?

İslam Demokrat Partisi davasında Genel Başkan Atilhan’ın etrafında bulunan çoğu dost ve arkadaşları, irticayla ilişkilendirilerek davaya dahil edilmiştir. Bediüzzaman’ın davaya dahil edilmesinin nedeni, partinin yayın organı Büyük Cihad gazetesinde yayımlanan bazı makaleleriydi. Savcılık makamı, bir irticaî yayın olarak gördüğü Risale-i Nur’dan yapılan iktibasların Cemiyetler Kanunu’na aykırı olduğunu iddia etmişti. Fakat ehl-i vukuf raporu, makalelerin partiyi bağlamadığını ve Bediüzzaman’ın bu yazıları daha evvelden yazdığından hareketle Cemiyetler Kanunu’na aykırı bir durumun oluşmadığına kanaat getirmiştir.

Bediüzzaman Said Nursî’nin Atilhan’la nasıl bir ilişkisi söz konusu? Bediüzzaman’ın İDP vb. partileri desteklemediğini biliyoruz. Aralarında bir dostluk bulunmasına rağmen İDP’ye destek vermemesinin nedenleri nedir? Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bediüzzaman, İslam adına siyaset yapmanın ve dindarları temsil etme iddiasının ülkede ne türden facialara kapı araladığının farkındaydı. Özellikle de Türkiye’de demokrasi bilincinin henüz olgunlaşmadığı ve laikliğin otoriter bir şekilde uygulandığı dönemlerde. Bediüzzaman, jakoben bir dindarlaşmanın aksine tabandan tavana doğru ikna ve rıza yoluyla yayılan bir dindarlaşmaya taraftardı. Fakat Atilhan’ın siyasal formülü, devlet eliyle yapılan bir dindarlaşmayı hedeflerken, İslam düşmanı gördüğü partilere ve kurumlara meydan okumaktaydı. Bediüzzaman, Türkiye’de din adına yapılan bir siyasetin vahim sonuçlar doğuracağı ve faturanın yine dindar kesimlere kesileceği kanaatindeydi. Nitekim Malatya Hadisesi’nden sonra muhafazakâr kesimlerin üzerinde oluşturulan baskı ve yıldırı atmosferi ve bugün gelinen nokta Bediüzzaman’ı haklı çıkarmıştır.

Netice itibariyle Türk siyaseti, siyaseti dinsizliğe alet eden anlayışlarla dini siyasete alet eden anlayışların çatıştığı gerilimli bir zeminde günümüze kadar geldi. Genel olarak Bediüzzaman Said Nursî’nin bu hususlardaki yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de demokrasi ve laiklik bilinci, çağdaşı Batılı devletlerin olgunluk seviyesine henüz gelmiş değildir. Türkiye Cumhuriyeti, dinî faaliyetleri serbest bırakan Anglosakson tipi bir laikliği değil; dini kontrol eden ve güdümleyen Fransız tipi otoriter bir laikliği kabul etmiştir. Cumhuriyeti kuran kadro, İslam hukukundan gelen Türkiye’de rejim ve devrimlerin ancak otoriter bir laiklikle korunabileceğine inanmıştır. Bu da Türkiye’de laiklikle din arasında daima sıcak fay hatlarının oluşmasına neden olmuştur. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın siyaset görüşünü iyi analiz etmek gerekir. “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim” diyen Bediüzzaman, rejime aleyhtar olmadığını vurgularken laikliğin dindarların aleyhinde kullanılmasını da şiddetle eleştirmiştir. İslam Demokrat Partisi’nin siyaset anlayışı, Bediüzzaman’ın aksine, jakoben ve devlet eliyle bir dindarlaşma, din muhalifi gördüğü unsurlara karşı da rövanşist ve intikamcı bir politika uygulama yönündeydi. Fakat tepeden inmeci bir dindarlaşmanın Türkiye’de zemin bulmadığı ve de bulamayacağı çok acı tecrübelerle anlaşılmıştır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*