Tek çare bir miktar empati

Herkese merhabalar çok sevgili Genç Yorum okurları! Farkettiyseniz geçtiğimiz ay bir kaçamak yaptım ve sizlere köşemden seslenmedim. Böyle söyleyince kendimi köşe koltukta oturmuş sizinle muhabbet ediyormuş gibi hissediyorum. Geçen ay iş yoğunluğumdan ötürü sizlerle köşe koltuğu muhabbeti yapamadık ama bu ay çayınızı kahvenizi alıp gelin dertleşelim, çünkü ben aradan geçen sürede yeni dertler edinip geldim, anlatmam lazım. Arayı kapatalım değil mi? Madem öyle yeni işimden bahsederek açıyorum oturumumuzu. Bu konuyu masaya yatırmadan önce neleri anlatıp neleri anlatamayacağımdan emin olmak istediğim için biraz ertelemiştim. Çağrı merkezinde çalıştığım için aklıma esen her şeyi her yerde anlatamam çünkü. Hatta hiçbir yerde anlatamam. Zira sevgili annem ağzından kaçırıyor, gizlilik sözleşmesi imzaladık, bu iş ciddi, başımı yakacak.

Yeni işim çok güzel gidiyor arkadaşlarım. Ama bazen de çok kötü gidiyor. Bu konuda birbirine muhalif iki görüş var. Her şeyin bir iyi bir kötü tarafı vardır, genelde birisi ağır basar ve ona göre karar veririz ama ben bu konuda gerçekten kararsızım. Evden çalışmak ve bütün ekipmanların şirketim tarafından en güzel şekilde temin edilmesi çok güzel. Çalışmak zaten başlı başına zorken, bir de pandemi şartlarında çalışmanın zorluğu eklendi üstüne. Ben iki türlü de şükredecek taraftayım. Ne İstanbul’un trafiği, ne havanın soğukluğu/sıcaklığı, ne bulaşıcı hastalık canımı sıkmıyor. Öte yandan 2 aydır 3 metrekare odanın içinde sabahtan akşama kadar binbir çeşit insanla konuşuyorum. Mesai bittiğinde çenem uyuşmuş oluyor. Allah’tan çok konuşabilen bir insanım. Yoksa ilk haftadan istifa ederdim.

Heh, bir de bu var. İşe başlarken takımımda 22 kişi vardı şu an 13 kişiyiz. Eğitimden sonraki ilk hafta istifalar peş peşe geldi. Bir yandan işe adapte olmaya çalışırken bir yandan sizinle yola çıkan birilerinin eve döndüğünü görmek pek motive edici değil arkadaşlarım. Ama ben moralimi bozmadım, “En kötü kovarlar, sen işine bak” dedim vitesi ikiye atıp devam ettim yola. Ve ilk iki haftanın sonunda yapılan değerlendirme toplantısında öğrendim ki kovulmak şöyle dursun, 2 aylık hedefleri ilk haftadan yakalamışım. Ee biz 3 yaşından beri boşu boşuna kendi kendimize konuşup psikopat gibi ağlamıyoruz. Her türlü insanla konuşmayı biliyorum evelallah. Ama bazen “Keşke bazı insanlar hiç olmasaymış” dediğim oluyor, yalan yok.

Evden çalışmak kolay ama iş zor iş. Herkesin kafasında bir “çağrı merkezi çalışanına hakaret edelim, hakir görelim, robot onlar zaten gerçek insan değil, bildikleri gizli şeyler var sırf bize eziyet çektirmek için fare gibi oyalıyorlar, bağırırsak işimizi daha hızlı görürler” önyargısı var. Vallahi 2 aydır çelik gibi bir sinirle çalışıyorum ama geçen gün en sonunda dünyanın en gelişmemiş, en mağarada maymunlar tarafından yetiştirilmiş insanıyla iletişim kurmaya çalışmak zorunda kaldım. Müşteri 1,5 dk içinde yüzüme kapattıktan sonra 5 dk ağlayıp bir sonraki çağrımı yine gülerek aldım.

Arkadaşlar size tek bir şey söyleyeceğim, ne demek istediğimi siz anlayın lütfen. Geçen gün annem işten geldiğinde bana şunu söyledi “Feyza beni bugün *’den aradılar, kızı tanıtımının sonuna kadar dinleyip güzel güzel konuştum, gözümün önüne sen geldin kızım.” Siz de anlamışsınızdır ama kendimi tutamadım yine açıklama yapacağım; beni ne kadar tanımışsınızdır, nasıl bir bağ kurmuşsunuzdur bilemeyeceğim ama bir dahaki sefere herhangi bir çağrı merkezi çalışanıyla herhangi bir meselede konuşmak durumunda kaldığınızda, karşınızda ben varmışım gibi düşünürseniz hiç değilse bir insanın gününün iyi geçmesine katkı sağlamış olursunuz. Tek çare bir miktar empati be dostlar.

İşimin güzel yanlarından biri de konuştuğum güzel insanlar. Bir karavanla Türkiye’yi adım adım geziyormuş kadar insanla muhatap oldum bugüne kadar. Yurdumun insanını tanıdım. Çok iyi kalpli, çok nazik insanlarla da konuşuyorum yani. Böyle olunca çok güzel geçiyor mesaim. Şu 3 metrekare oda içerisinde iyiden iyiye delirmediysem bunun sebebi çok net bir şekilde bir insana yardım etmenin, bir amcanın/teyzenin hayır duasını almanın, bir ağabeyin “Ablam var mı Siirt’ten bir istediğin?” Sorusuyla karşılaşmanın verdiği mutluluktur. Sonuçta ne demişler, halka hizmet Hakk’a hizmettir. Allah kabul etsin inşallah.

Yalnız şaka değil gerçekten iki sene önce hızımı alamayıp tek başıma Avrupa’ya kadar gitmişken şu an yatağımla çalışma masam arasında sıkışıp kalmış durumdayım. Bugün haftalardan sonra ilk defa izin günüm karantinaya denk gelmedi de dışarı çıkıp biraz yürüdüm. Gerçi meğerse bugün izinli değilmişim ama yine de dışarı çıkmayı kafaya koymuştum o yüzden bugün çalışmadım. Bir iki insan göreyim, temiz bir hava alayım, gündüz nasıl bir şeydi, denizin sesi nasıldı hatırlayayım istedim. Ben çıkarken herkes evde sanıyordum ama vallahi herkes dışarıda. Arkadaşlar bir tek ben mi evdeymişim? Hayat devam ediyormuş da bir ben mi durmuşum? Bütün dünya Üsküdar’daydı bugün. Ben sahilden sahilden eve kadar yürüdüm, hiç kimseyle karşılaşmadan bir deniz havası aldım, döndüm ama insanlar baya baya dışarılarda geziyor yani. Vaziyet buysa malum hastalığın hala bitmemesine ve hatta mutasyona uğramasına hiç şaşırmamak gerekiyormuş. Ben kalan bir gram sağlıklı psikolojimle ekmek paramı kazanmaya çalışıyorum ama bu şekilde devam ederse 100 yıl daha evden çalışacakmışım gibi görünüyor. Valla ben bilmem arkadaşcımlarım, vebalim keyfinden dışarı çıkıp gezen, gününü gün eden, yazın aylarca tatile gidenlerin boynunda. Ben sormasam Allah soracak…

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*