Krizi fırsata çevirelim

Pandemi sürecinin devam ettiği şu günlerde vaktimizi çok da verimli kullanabildiğimizi söyleyemeyeceğim maalesef bu sefer. Bizler için avantajlı gibi görünen bu evde kalma durumu artık bir dezavantaja dönüşmeye başladı. Nasıl mı? “Boş vaktimiz eskiye nazaran daha çok olduğu için fırsatları değerlendiririz, vaktimizi güzelce kullanırız, yapmayı istediğimiz şeyleri yaparız” diye düşünmüştük salgın başladığında; nefis sahibi olduğumuzu unutarak… Peygamber Efendimiz (asm), “İki nimet vardır ki insanların pek çoğu bunların kıymetini bilmeyerek aldanmaktadır. Sıhhat ve boş vakit” buyurmuştur. Şu ânımızı ne kadar güzel özetliyor değil mi? “Evlerimize kapandık; enfüsî tefekkür yaparız, ilim öğreniriz, iman ve Kur’ân hakikatlerine odaklanırız, yeni şeyler üretmeye başlarız; evimize, yuvamıza, ailemize döneriz” diyorduk değil mi? Meğer insan ne çok aldanıyormuş. Evet, niyetler güzeldi. Bu hedeflere ulaşabilen kardeşlerimi tebrik ediyorum.

Genç bir eğitimci olarak benim hem kendime, hem de muhatap olduğum çevreye dair gözlemlerim çok farklı oldu. İlkokul, ortaokul ve lise çağındaki öğrencilerle fazlaca vakit geçiriyoruz şu sıralar. Pandemiyle beraber dijitalleşmenin had safhaya çıktığı bir dönemdeyiz. Neredeyse artık her işimizi ekranlar üzerinden halledebiliyoruz. Bu hem bir mecburiyet, hem de nefsin hoşuna giden bir tercih oldu. Oyun çağındaki çocuklar artık sadece telefon ve bilgisayarlardaki oyunlarla vakit geçiriyorlar. Bu oyunların içerisinde bizim farkına varamadığımız, kontrol de edemediğimiz nice sakıncalı öğretiler var bilemiyoruz. Pandemi sürecinde gençler sosyal medya ve benzeri uygulamaların içerisinde sosyalleşmek için çok çabaladılar. Sonuç ne oldu biliyor musunuz? Yapayalnız kaldılar. Neredeyse yüz yüze iletişim kuramayacak bir hâle gelmeye başladı bu nesil. Bunda sorumlu aramıyorum, çünkü buna sebep olan, teknolojiyi hayra kullanmayı beceremeyen hepimiz sorumluyuz. “Artık hiçbiri söz dinlemiyor” diye yakınıyoruz değil mi? Hepsini bir ekrana mahkûm etmeden önce düşünecektik.

Şimdi ise Üç Aylara giriyoruz. Bu kriz zamanında mükemmel bir fırsat çıktı karşımıza. Dünyaya olan meylimizin arttığı, ahiret işlerinin öncelik sıralamasında en arkalarda kaldığı günleri değiştirme zamanı. Ben ümidimi hâlâ diri tutuyorum. Çünkü şu anda bu yazıyı okuyan pek çok gayretli insan bulunduğunu biliyorum. Peki, neler yapabiliriz? Manevî bir ticaret mevsimi olan, bire otuz bin kadar sevap verilen şu kârlı mevsimi nasıl değerlendirelim?

Yılbaşına doğru ziyarete gittiğimiz bir tanıdığımızın evinde süslenmiş bir çam ağacı olduğunu görünce hayret etmiştim. Sonra dokuz yaşındaki masum bir çocuk gelip “Yılbaşını kutlamak günah mı?” diye sordu. Orada hazır bulunanlar da bana yönelip ne cevap vereceğimi merakla bekliyorlardı. Ben de “Yılbaşı kutlaması gayr-i müslimlerin kültürlerine ait bir gelenektir. Onların bu âdetine saygı duymak gerekir. Ama biz Müslüman olduğumuz için onlar gibi kutlamıyoruz. Bizim Ramazan ve Kurban bayramlarımız var. Onlar için heyecanla hazırlık yapar ve kutlarız. Kandil gecelerimiz var, onlara özel etkinlikler yapar, ibadetler ederiz, Rabbimize şükrederiz” dedim. Yavrucak aldığı cevaptan memnun bir şekilde çıktı odadan. Sonra oradaki büyüklere,“Eğer bizim için mukaddes ve mübarek olan günleri de böyle heyecanla beklersek, hazırlık yaparsak yavrularımız başka şeylere heves etmezler” dedim. Hak verdiler.

Mesele çocukların, gençlerin özenmeleri değil, neden taklit etmek istedikleri. Mesela “Üç Aylara giriyoruz” diye evi süslemek, panolar hazırlamak, yazı yazmak, resim çizmek yetişkinlere komik gelebilir. Çocuklara iman tohumlarını ekmek, onlara mukaddes değerlerin muhabbetini aşılamak, onları şevke ve gayrete getirmek ancak onlara heyecan verecek bu tür faaliyetlerle mümkün oluyor. Çocuklar saf ve temiz bir ruha sahip oldukları için her şeyi hissederek yaşamak isterler. Mukaddes değerleri yaşayıp hissedecekleri en birinci yer aile yuvası, taklit edecekleri kişiler ise anne babaları ve diğer ev halkıdır. Yasakların devam ettiği şu günlerde evlerimizde çocuklarımızla bol bol vakit geçiriyoruz. Namaz kılarken Miraca çıkar gibi bir heyecan ve istekle Allah’ın huzuruna çıksak meselâ, fütur göstermeden ibadetteki şevkimizi diri tutsak, bu hâlimizi gören çocuklarımız ve gençlerimiz bundan etkilenip heyecanla namaz kılmaya başlayacaktır.

Bediüzzaman, “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” demiştir. Bazı mektuplarda on, bazılarında on beş haftada güzel bir tedrisattan geçebileceğimizi yazmıştır. Üç Aylar ailecek iman ve Kur’ân hakikatlerini okumak ve tefekkür etmek için muazzam bir fırsat sunuyor bizlere. Gençler ciddiye alınıp muhatap olarak görülmek istiyorlar. Risale-i Nur hakikatlerine muhatap olmak kadar güzel bir şeref olabilir mi? Kur’ân’a dair meselelerle meşgul olmak, tefekkür ederek Kur’ân okumak gibi değil midir? Hem de bunu ailece yapmak evlerimizi birer medrese-i nuriye hâline getirmez mi? Cemaatle namaz kıldığımız, beraber Kur’ân-ı Kerîm hatmi yaptığımız, Cevşenü’l-Kebir ve sâir evrâd u ezkârı okuduğumuz, Risale-i Nur derslerinin beraber müzakere edildiği bir aile hayal ediyorum. Öyle Maldivler’de olmaya da gerek yok. Malum, bir yerlere de gidemiyoruz. O zaman şu sözü hatırlayalım: “Sizin hanenizdeki masum evlâtlarınızla masumane sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.” Yüz yerde gezsek kalpte iman, gönülde huzur yoksa her yer insana zindandır. Kâinata meydan okuyan bir gönül ise nerede olursa olsun Cennet bahçesindedir.

Haydi o zaman krizi fırsata çevirmeye!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*