Bediüzzaman’ın başlattığı hareket kıyamete kadar devam edecek

Vefatının 61. yılı münasebetiyle bu sayımızda bir “aksiyon insanı” olduğunu hayatıyla isbat eden Üstadı konu aldık. Siz de özellikle Beşleme’nizde bu yönünü sık sık vurguluyorsunuz. Okumalarınız ışığında Üstadın bu veçhesini değerlendirir misiniz?

Üç yönden inceleyelim inşallah:

*Fiilî hareketlilik (Eski Said)

Hareketli bir zamanda doğdu Bediüzzaman Said Nursî.

Mevsim bahardı, cemreler düşmekteydi. Gökte bulutlar, havada rüzgâr, yerde nebatat, hüveynat ve sair mevcudat hareket halindeydi. Zaman felâket ve helâket asrıydı; devletler, milletler, tabakat-ı beşer muharebe ediyordu.

Hareketlilik onun hayatına da aksetti. Daha sabi iken fıtratı dağlarda gezecek, merakı ay, güneş tutulmasını soracak, şefkati kelebekleri yanmaktan kurtaracak, ilim iştiyakı hocalarını şaşırtacak, sık sık medrese değiştirtecek, muhayyilesi Peygamberimizi (asm) rüyasında görüp Kur’ân ilmi isteyecek, manevî âlemde ondan (asm), Hazret-i Ali’den, Abdülkadir Geylânî’den, İmam-ı Rabbanî’den, ulemadan, meşayihten, mücedditten, müderristen, müçtehitten ders alıp müjde-i Nebi’ye (asm) mazhar olunca üç ayda doksan kitabı ezberleyip çocuk denecek yaşta icazet alarak âlim sıfatı kazanacak kadar hareketliydi.

O şevkle Şarkı dolaşıp cemiyetin içine düştüğü cehalet, zaruret, ihtilâf hastalığını teşhis etti. Sarî (bulaşıcı) illeti sanat, marifet, ittifak ilâçlarıyla tedavi etmek için harekete geçti. Tillo’da inzivaya çekilerek kalbini, lügat ezberleyerek zihnini, karıncaların cumhuriyetçiliğini müşahede ederek idrakini, rüyasında Abdülkadir Geylanî’den emir alıp Mustafa Paşanın ıslah olmasını sağlayarak cesaretini, Mardin’de Sünusî’nin müridleri, Afganî’nin talebeleriyle görüşerek tecrübesini, Bitlis’te Ömer Paşayı ve Vehhabîleri ilzam ederek hitabet kabiliyetini hareketlendirdi.

Van’a geldiğinde kendini yetiştirmiş, harekete hazır bir gençti. Önce, ancak büyük bir devletin, hatta devletler topluluğunun yapabileceği ‘İslâm’ı dünyaya hâkim kılma hedefini seçti. Bu maksatla talebe yetiştirmeye, Kur’ân’ı tefsir etmeye başladı. Din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacak şekilde tasavvur ettiği Medresetü’z-Zehra adlı eğitim sistemini devlete mâl etmek için padişahla görüşmek üzere İstanbul’a gitti.

Orada padişahla görüşemeyince Şekerci Hanındaki odasına “Burada her soruya cevap verilir, soru sorulmaz” levhasını asarak âlimleri, ihsan-ı şahaneyi reddederek sarayı, tehditlere aldırmayarak zaptiyeyi, Otuz Bir Mart Vak’asına karşı çıkarak mollaları, hamalları, askerleri hareketlendirdi. İsyana katılmakla suçlanıp idamla yargılanınca Divan-ı Harb-i Örfî’de hukuk tarihine geçecek müdafaa yaparak kendisini ve bazı masumları idamdan kurtardı. Zulme direnmenin şiarı haline gelen o veciz haykırışı o zamanki müsbet nümayiş sırasında yaptı.

“Zalimler için yaşasın Cehennem!”

Ondan sonra hareket sahası genişledi. Şarkta avama Münazarat, havassa Muhakemat, Şam’da ümmete ümit, İstanbul’da meşrutiyet, Selânik’te hürriyet dersleri verdi. Van’a dönüp medresesinin temelini attı lâkin savaş çıkınca kalemini, silâhını alıp talebeleriyle cepheye koştu. At sırtında, top gülleleri arasında tefsir yazan tarihin tek âlimi oldu.

Bitlis’te yaralanıp Ruslara esir düştü. Kampında, idam sehpasının önünde kıldığı namazla Rus generali insafa getirdi. İstanbul’da işgale kitapla mukabele ederek İngiliz generali korkuttu. Ankara’da namazın hukukunu müdafaa ederek paşaya özür diletti. Van’a gitti ise de sürgün edildi.

Eski Said’in, her biri müsbet neticeler veren birer hadise olan fiilî hareketliliği, kesbî ilimde kemale erip vehbî ilme liyakat kesbetmesini sağladı.

*İlmî ve fikrî hareketlilik (Yeni Said)

Bediüzzaman’ın İkinci Said hayatı da çok hareketli başladı.

Bu hareketlilik Arz’la Arş arasında sünuhat ve ilhamat şeklinde tecelli etti. Mütegallibeler onu küçük kasabalarda, zindanlarda, maddeten hareketsiz bırakmaya çalıştıkça onun mânevî âlemi genişledi. Vehbî ilim kapıları açıldı, kelâmı ve kalemi hareketlendi. Bu Kur’ân’ın, nurun tenevvür hareketi idi.

Tağutların manevî tahribatını durduran Haşir Risâlesi ile başlayan Nurların telif hareketliliği, yüzlerce bahisten müteşekkil binlerce sayfalık Sözler’i, Mektubat’ı netice verdi. Isparta’ya sürüldü, Lem’alar’ı telif etti. Eskişehir zindanına atıldı, Allah’ın altı ismini anlatan Otuzuncu Lem’a’yı yazdı. Kastamonu’da Şualar’ı tamamladı, Ayetü’l-Kübra ile kâinat gezisine çıktı. Meyve Risalesi, Denizli Hapishanesinin meyvesi; Elhüccet’z-Zehra, Afyondaki kara zindanın hediyesi oldu.

Böylece insanın yalnız dünyasını değil, ahiretini de hareketlendiren Risale-i Nur Külliyatının telifi tamamlandı.

*İçtimaî, siyasî hareketlilik. (Üçüncü Said)

Demokrasi hareketi Üçüncü Said’i, o da cemiyeti hareketlendirdi.

Said Nursî’nin Demokratları desteklemesi ve siyasî telkinleri neticesinde, ‘Allahu Ekber’ sedaları ile başladı dinî, içtimaî hareketlilik. Radyolardan okunan Kur’ân havayı güzelleştirdi, rahmetin inzaline, bereketin artmasına vesile oldu. Matbaalarda serbestçe basılan Risale-i Nurlar cemiyetteki dini hayata iştiyakını harekete geçirdi.

İslâm’ı ilân, imanı ihya hareketi olan Risâle-i Nur hizmetinin kıyamete kadar devam etmesi için Lahikalarla Nur medreselerini ihdas, Nur Hareketini tesis etti. ‘Zaman cemaat zamanıdır’ diyerek ittihad-ı İslâm’ın şeairi addettiği Ayasofya’nın açılması, Risale-i Nurların dünyaya yayılması gibi hedeflerinin gerçekleştirilmesini cemaatine bıraktı.

Bediüzzaman Said Nursî’nin son hareketi, ahirete irtihal oldu. Cesedini yerde bırakıp ruhen semaya doğru hareket ederken cemaati de cemiyeti de harekete geçirdi. O başlattığı nuranî hareketlilik hâlâ devam ediyor.

İnşaallah kıyamete kadar da edecek.

…VE CENNETÂSÂ BAHAR KİTABI NASIL DOĞDU? 

Beşleme bitti sanmıştık ki Beşinci Kitap yeniden doğdu ve “…VE CENNETÂSÂ BAHAR” ismini aldı. Bu sürece nasıl geldik? Muhabbet Fedaileri ne olacak?  Genç Yorum okuyucuları için de kısaca izah eder misiniz?

Yetmişli yıllar; Risâle-i Nurların üzerine yapıştırılmak istenen “yasak yayın” yaftasını yırtmak ve cemiyete anlatmak için Nur cemaatinin her sahada başarılı çalışmalar yaptığı yıllardı. Sanat ve edebiyat da onlardan biri idi. Bu sahada roman revaçta olduğu için Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatını ve Risale-i Nur Külliyatının telif macerasını romanlaştırma gayreti içine girilmişti.

Bu maksatla merhum Sepetçioğlu’na iki roman yazdırıldı ise de maksat hasıl olmamıştı. Bunun üzerine Nur camiası içinde yetişen ve Yeni Asya’da yazan merhum Yavuz Bahadıroğlu’nun yazdığı iki roman da Bediüzzaman’ın hayatının bütününü muhtevi olmadığından kifayet etmemişti.

 

Umumî Meşveret Heyeti, o zamana kadar ikisi roman olmak üzere yirmi kadar sanat ve fikir muhtevalı kitap yazdığımı nazara alarak gıyabımda bana teklif etmişti. Ben de dördü Bediüzzaman’ın hayatını, beşincisi de Nur talebelerinin altmışlı yıllardaki hizmetlerini anlattığım beş kitap yazmıştım. Zamanla, Nur hizmetlerinin devamının da anlatılması lüzumu hasıl olunca, şahsî bir teşebbüs olarak Nur Hareketi Serisi’ni yazmak istemiştim. Y.A.N. yayın kurulu teşebbüsümü isabetli bulunca, yine beş kitap şeklinde plânladığın ikinci seriyi yazmıştım.

Nur Hareketinin yetmişli yıllardan sonraki seyrini yazınca, Bediüzzaman’ın hayatının; manevî vazifesini hakkıyla yerine getirdiği, Risale-i Nur hizmetini tesis ettiği, Nur cemaatini faaliyete geçirdiği, demokrasiye din adına sahip çıktığı, siyasî liderlere şeair-i İslâmiyeyi ihya hususunda mühim tavsiyelerde bulunduğu, içtimaî hayata dinî istikamette yön verdiği Üçüncü Said safhasını tafsilatı ile anlatma ihtiyacı hissettim.

Muhabbet Fedaileri Beşlemenin beşinci kitabı idi. Halbuki Beşleme’nin tamamen Bediüzzaman’a hasredilmesi ve Risale-i Nur hizmetinin altmışlı yıllardaki seyrinin işlendiği o kitabın, Nur Hareketi Serisi’nin başında yer alması gerekirdi. O maksatla Bediüzzaman Beşlemesi’nin beşinci kitabını yeniden yazdım.

İnşallah Muhabbet Fedaileri’ni de Nur Hareketi Serisinin birinci kitabı olarak yeniden yazacağım.

Romanın ismi dikkat çekici ve müjdeli bir mânâ ifade ediyor. İsim nasıl belirlendi? Bu isim nereden geliyor, neye işaret ediyor?

“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybî ile bizi temâşâ eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek size borç olsun.

“Şu muasırlarım varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraflarla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır.”

Romanın ismi Bediüzzaman Hazretlerinin, hayatının Eski Said safhasında yaptığı bu hitaptan geliyor. Onun hayatını üç safhaya ayırması, her safhada da ancak yüz senede yapılabilecek hizmetlerin yapılması nazara alındığında, bu üç safha, hitaptaki üç yüz seneye tekabül eder.

O zaman ekilen Nur tohumları, Yeni Said safhasında Risâle-i Nur külliyatı ve Nur talebeleri, Üçüncü Said safhasında da Nur cemaati çiçeklerini açmış, o çiçekler de zaman içinde beynelmilel meyvelere dönmüştü. Hitaptaki ifadelerin bu gibi hakikatlere işaret ettiği kanaatindeyim.

Röportaj: Selçuk Subaşı-İsmail Tezer

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*