Hayata inzal olan ayetler

“Herhalde göklerde ve yerde mü’minler için ayetler var.”
(Casiye/3)

Kur’ân, ayetlerinde çok defa “ayet” diye belirtilen birimlerden oluşur. Kur’ân’ın kendi dünyamızdaki anlamını derinleştirmeye bu birimi tekrar tanımlayarak başlamak yararlı olacaktır. Ayet; sözlükte açık, aşikâr alamet; işaret, nişan, ibret, mucize anlamlarına gelir. Bunun ile kastedilen “Kendisi kadar açık, aşikar olmayan bir nesnenin ayrılmazı olan her türlü açık, aşikar nesnedir.”1 Yani ayetler kendi anlamının ötesinde kendisinden başka bir manayı gösteren, okunması gereken “işaret, sembol”lerdir. Yol tabelaları varılacak menzile ait bir göstergedir; yolda bulunulduğuna işaret eder; ancak o menzille ilgili verdiği bilgilere rağmen o yer değildir ve aslında yer cinsinden de değildir. Bunun gibi ayetler de bir manaya/mana tabakalarına işaret eden sembollerdir ancak işaret ettiği manadan farklı cinstendir.

Allah’ın ayetleri, konuşması yalnızca Kur’ân’daki kelamıyla sınırlı değildir. Rabbi insan için kâinatı yani yaratılmış her şeyi; ve insanın en yakınını, yani kendi fıtratını, kendisini, maddî-manevî cihazatını, hissiyatını, farklı âlemlere ait veya farklı âlemlerle alakadar parçalarını birer ayet olarak yaratmıştır. İnsan ise hiç durduğu gibi durmaz, daima bir akışın içerisindedir, anlamlı bir hareketin, büyük bir orkestranın parçasıdır; insan durmadığı gibi yolcusu olduğu yol da hiç aynı durmaz. Kâinat ve insan andan ana, günden güne, yıldan yıla; değişir, yenilenir, tazelenir. Öyleyse yoldaki tabelalar, semboller, işaretçiler de bu değişime tâbidir.

Yaratıcısı yolculuğunda insanla her an konuşur, ancak bu tek sesli, tek renkli, tek tonda, tek notada bir konuşma değildir, donuk ve stabil bir konuşma hiç değildir. İnsanın her hissi, her dönüşümü, her hâli, her düşüşü ve kalkışı, öfkesi ya da gözyaşı; kâinata baktığında her gördüğü, her dokunduğu, her işittiği ve Hutbe-i Ezeli olan Kur’ân ayetlerinin her biri bu konuşmanın bir parçasıdır.

İnsan ise bu ayetlerin birbiriyle alakasını ve aralarındaki bağları; farklı şekillerdeki ayetlerin aynı konuşmaya ait olduğunu çoğu zaman unutur. Ayetler orkestranın birer enstrümanı, gökkuşağının birer rengi, bir haritanın durakları-sembolleri, bir kitabın harfleri gibi yan yana ve iç içe yol gösterirken aralarındaki nuranî bağlar görülmediğinde; silikleştiğinde kopuk, donuk, manasız, rastlantısal parçalar olarak algılanabilir. Kur’ân ayetleri, peygamberler, firavunlar, Ebu Lehebler çok uzak-önceki zamanlardaki, bambaşka insanların bizim şu anki hâlimize dokunmayan “hikâyeleri”ne dönüşür. Mekke, Medine, Ümmü’l-Kurâ, Huneyn zaten bizden kilometrelerce uzaktadır. Mekke’nin fethi, başkalarının fethi; Bedir ve Hendek savaşları başkalarının, başka zamanlardaki, bambaşka mekânlardaki savaşlarıdır. Kur’ân’ı-mushafı okuruz, dinleriz ve sonra ondan apayrı bir hayat yaşarız. Hayatın akışı içerisindeki psikolojik, ailevî, ilişkisel, toplumsal, maddî-manevî problemlerimizi el yordamıyla, oradan buradan topladıklarımızla, atalarımızdan ya da ötekilerden gördüklerimizle çözmeye çalışırız. Bizim hissettiklerimiz, yaşadıklarımız küçük, önemsiz ve dünyevîdir ya da belki bazı modern dertlerin devası henüz icad edilmemiştir.

Kitab-ı kebir-i kâinat ya da Kur’ân-ı kebir-i kâinat ifadeleri bu farklı türdeki ayetlerin arasında kurulan anlam bağının altını çizer. Kâinat-insan ve insanın hayatı-deneyimleri-hissiyatı ne kadar değişken ve dinamik ise, Kur’ân da o kadar canlı ve dinamik bir hitaptır.

Hiçbir insan yazımı kitap yoktur ki telifi üzerinden zaman geçmesiyle kısmen ya da tamamen ifade ettiği hakikatler hükmünü yitirmesin. Ezelî hitap ise bu tür beşeri zaafiyetlerden müberradır. Kur’ân’ın Peygambere (asm) inzalinin üzerinden geçen zaman hiçbir ayeti-hiçbir kıssayı eskitmez, geçersiz kılmaz. Bilakis zamanın ilerlemesi gizlenmiş manaları ortaya çıkarır, yeni mana tabakalarını ifşa eder, ayetlerin daha vazıh işaretler haline gelmesini sağlar. Nitekim “Zaman ihtiyarlandıkça Kur’ân gençleşiyor, rumuzu tavazzuh ediyor.” cümlesi veciz bir şekilde bu hakikate işaret eder.

Kur’ân, Ezelî bir Zatın ezelî bir tekellümüdür-hutbesidir. Ezelî olan herhangi bir zaman ile mukayyet, sadece belli bir zamana hitap ediyor değildir, zaman çizgisinin-zamansallığın büsbütün dışındadır, zaman ve mekân üstüdür. Öyleyse Kur’ân başka zamanlara hitap ettiği kadar bugüne, bugün yaşayan tüm insanlara ve toplumlara, insanlığa, dünün-bugünün ve yarının kişisel ve sosyal tüm problemlerine bakar, mesajlar verir, devalar sunar.

Kur’ân mutlaktan-ezeliyetten gelmekte olan-inzal eden bir konuşmadır. Kur’ân hitabında belirli mekân ve zamanları kullanır, muhatabı mekân ve zamana bağlı olan insan olduğu için bu şekilde olmalıdır. Ancak İlâhî hitap mutlak bir kaynaktan geldiği için anlam devşirme esnasında bu mutlakiyete göre bir okuma yapılır.

Kur’ân 610-632 yıllarında Peygambere (asm) nüzul etmiş olsa da ayetler kalbimize, ruhumuza, hayatımıza bugün inzal oluyor. Okuduğum bir ayeti yalnızca dil bilgisi kurallarıyla, tarihselliği ile ve mealiyle ya da ilk anlamıyla zihnimde kaydetmem Kur’ân’a yani Onun bana hitabına eksik ve donuk bir muhatabiyet oluşturuyor. Ayetler birer sembol ve birer işaret ise ifade ettikleri, haritaladıkları manaya ulaşabilmek için Kur’ânî ayetlerle hayatım-kendiliğim-hislerim arasında somut bağlar kurmam ve farklı türdeki ayetleri birlikte okumam, birbirleriyle alakalandırmam gerekiyor. Böylece Ezelî ayetler hapsettiğim zaman ve mekân duvarlarını aşıyor ve hareketleniyor, canlanıyor ve benimle konuşmaya başlıyor.

Son zamanlarda revaç bulmaya başlayan farkındalık temelli terapilerin önerdiği “kendini okumak, kendine şahit kalmak, hislerin ve düşüncelerin akışını izlemek” gibi teknikler insanın kendi fıtrat ayetlerini okuması için güzel bir başlangıç. Kendimizi dinlemeyi öğrendikçe bedenimizdeki bir takım hislerin aslında başka şeylerin birer işaretçisi olduğunu fark ediyoruz. Peki, kendiliğimizi-fıtratımızı-hislerimizi birer ayet olarak okumak-dinlemek nasıl olacak?

Kendi hislerimiz kendimize dair işaretler olmaktan öte anlamlar ihtiva ediyor. O’nu bize bildiriyor, O’nun esmasını anlamamız için yollar, O’nun marifetine pencereler açıyor. Öyleyse kendimizi okuma yolculuğu bizi-bize ulaştırmaktan, beşeri düzlemde farkındalığımızı arttırmaktan fazlasını yapabilir. Kendimizi okumak, Kur’ân’ın ezelî hitabına sığınmanın ondan teselli bulmanın bir ön aşaması olabilir ya da okuduğumuz ayetler sorulara dönüşerek bizi kendiliğimiz hakkında daha derin bir noktaya ulaştırabilir

“Ey ateş, serin ve selametli ol (Enbiya/69)”daki ateş benim dünyamda neye işaret ediyor? “Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, ‘Efendinin yanında beni an’, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı. (Yusuf/42)” Benim zindanım nedir, ne zaman zindandaki gibi hissediyorum? Hangi davranış şeklim bu zindan hissini uzatıyor? “Çoklukla övünme yarışı sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. (Tekasür/1)” Ben neyin çokluğuyla övünüyorum, hayatımda neyi çoğaltmaya çalışıyorum? Hangi çokluk bana zamanın geçişini unutturuyor?

Kendi âlemimde, bulunduğum andan Kur’ân’la bağ kurdukça insana ait varoluşsal dertlerin çok da değişmediğini görüyorum. Peygamberlerin duaları benim de dilime düşüyor, kendimi peygamber dualarıyla yakarırken buluyorum. Çok kez okuduğum bir ayet, ezberimdeki bir sure, hep anlatılan o binlerce yıllık kıssa işte tam da o an benim âlemime ilk kez inzal oluyor. O, ezeliyetten benimle konuşuyor ve beni teselli ediyor.

Hayatımızdaki değişimler, dönüşümler, olaylar, hisler, zaman dilimleri hep kendisinden başka manaların işaretçileri, sembolleri demiştik. Ramazan Kur’ân’ın nüzul olduğu ay, öyleyse bu Ramazan’da Kur’ân ayetlerinin bizim kalbimize, ruhumuza, hayatımıza, bugünümüze inmesine niyet edebiliriz. Kur’ân’ın şebabetine kendi âlemimizde şahit olmak duasıyla…

Dipnot:
1) Rağıp El-İsfahanî, Müfredat Kur’ân Kavramları Sözlüğü

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*