Hoşbahtlık

Nimetin kadrini ve büyüklüğünü o nimetin zıddıyla/eksikliğiyle anlıyor ve takdir edebiliyoruz. Bu yüzden İslamiyet’le şereflenmiş insanların ihtida hikâyelerini dinlemek hep yeni kapılar açar, iman nimetinin o hiç farkında olmadığımız nüansını fark ederiz. Sonradan hidayete ermiş bu kimselerin hep kendine has bir öyküsü vardır. Herkesin dünyasında hissettiği eksiklik ve buna karşılık İslâmiyet’te bulduğu bütünlük farklıdır. Tevafuk eseri dinlediğim Rauf doktorun hidayet öyküsü de öyle kendine has ve güzel. Sovyet rejimi altındaki Azerbaycan’da yetişmiş ve okumuş, ahireti inkâr tahayyülünün verdiği yangın içerisinde hakikati ararken Risale-i Nurları bulmuş ve aradığı hakikî saadete, hoşbahtlığa kavuşmuş birisi. Onun coşkun heyecanı ve tatlı Azerbaycan şivesiyle anlattığı hidayet yolculuğunda şaşırdığım çok şey oldu.  Fakat her şeyi buraya sığdırmak mümkün değil. O yüzden en çok dikkatimi çeken yerleri –kimi zaman kendi şivesiyle– aktararak hikâyenin gerisini dinlemeyi sizlere havale ediyorum.1 Şimdi Rauf doktor konuşuyor:

Biz gözümüzü açtık, gördük ki ulûhiyeti inkâr felsefesi üzerine kurulan devlet kurulmuş, artık galebe çalmışlar. Onların reisi olan Lenin de “Biz artık ihtiyarların aklını değiştiremeyiz. Onların hepsini katledin. Geride gençler kalacak, onların aklını biz değiştiririz.” demiş. Hakikaten de öyle yapmışlar. Milyonlarca insanlar Sibirya’ya sürgün edilmiş, katledilmiş. Biz de gözümüzü açtık; bizi geçmişimize bağlayacak dedelerimiz ortada yok. Babalarımız da Komünist ruhuyla terbiye edilmiş. Büyüdük, okullara gittik. Bize demişlerdi ki, “İnsan yaşayacak, ölecek, yok olacak. Ama siz endişe etmeyin. Siz gittikten sonra biz sizi hatırlayacağız. Caddelere adlarınız koyulacak, sizi hatırlayacaklar.” Bu da kimi tatmin eder ki?

Ben çocukken düşünürdüm ki çok hoşbaht2 olacağım, saadetli bir hayat yaşayacağım. Ama büyüdük, ortaokulu bitirdik. Üniversiteye girince birden gözümüz açıldı. Baktık gördük ki, kâinatın bütün yükü omuzlarımızda. Birden bire üzüldük, ne olacak böyle hâlimiz diye. Ölüm korkusu… Meselâ bakardım bu dünyaya –güzelliklerine de aşığım– gülü, çiçeği, daha ne güzellikler var. Ben bunları bırakıp nasıl ölüp gideceğim, yok olacağım? Bir kere dünyaya gel, onda da öl git. O zaman niye geldim ki, diye çok üzülürdüm. Üniversitede aynı düşüncede olan arkadaşlarla birlik olduk; “Madem ölüp yok olacağız, gelin bu dünyada gezelim, tadını çıkartalım” dedik. Geziyorduk, her şeyimiz de vardı. Hattâ arabalarımızı havalimanında saklayıp gidip Moskova’da yemek yiyip geri dönüyorduk. Yeter ki günümüz güzel geçsin. Ama ben bakıyordum, diyordum ki “Kardeşler böyle otuz yıl, yüz yıl yaşadık. Sonra öleceğiz. Sonra ne olacak? Bunun için mi geldik?” Dostlarım da diyor ki; “Sen bizim keyfimizi kaçırdın. Herkesin gözü bizde. Güzel yaşıyoruz. Sen neden bu fikirleri her zaman aklımıza getiriyorsun?” Derdim ki ben; “Hoşbahtlık3 bu yeryüzünde olmalıdır. O saadet, hoşbahtlık neredeyse ben onu bulacağım.” Dediler; “Kardeş, budur saadet. Her şeyimiz var, geziyoruz, her şeyin keyfini çıkarıyoruz. Sen niye böylesin?” Dedim; “Yok kardeş ben rahat değilim, bu böyle olmamalı. Biz başka tür yaşamalıyız. Hayatın bir sırrı var, onu bulmak lazım. Yoksa böyle yaşadık, ölüp gideceğiz…”

Hattâ biraz çok yaşayalım diye bir gece yatardık, bir gece uyanık kalırdık ki daha çok hayatta kalmış olalım. Böyle bir hayat; ölüp gideceğim, yok olacağım, bütün dünyanın sıkıntısı… Ben ah çektiğimde ağzımdan ateş çıkıyordu, sinem yanıyordu böyle bir hayattan. Hâlâ daha da unutmuyorum. Ne hissiyatlar yaşadık…

(Buraya alamadığımız kısımda Rauf doktor, Ali İhsan Erdemir ağabey vesilesiyle Risale-i Nur’larla tanışıyor. İlk okuduğu risaleler ve hissiyatları aşağıdaki şekilde olmuş. Üslubun latifliğinden ötürü kendi şivesiyle aktarıyoruz:)

8. Söz’ü okuyanda mene öyle geldi ki elime tılsımlı kitaplar geçip. Bu heyle beyle kitap değil, bu tılsımlı kitaptır. Hindi 10. Söz’ü çok çetinliklen okudum. Amma okudum, kotardım, biter. Gece saat 4. Kalkmışım hayatta 4 gezirem, yüreğim patliir. Dayanabilmirem ki; ya Rabbi sen yere beyle ilimler göndermisen, özünü böyle tanıttırırsan. Yani sırları bu kadar açırsan. Benim kalbim o feyize dayanabilmir. Yüreğim patlayacak. Dedim ki; “Bu göğde okumak için kitaplardı, yerdeki cesetlen buna dayanmak olmaz…” O geceyi atlattım. 29. Söz’ü okuyandan sonra gönlümde hiç dayanamam. Gece ohirem kitapları, gündüz çalışmah var. Hindi gece üçlen dört arası. Daha gördüm, hiç dayanamirem. Bu yer kitabı değil, bunu ancak Cennet’te okumak olur. Yüreğim patlayacak daa! Diyorum tamam ölecem. Dedim; “Allah’a yalvarayım bu ilmimden biraz alsın. Yohsa ölecem, üreğim çıhir yerinden.” Birden dedim; “Sen heçheyli 5 yalvarırsın; mene ilim ver diye. Niye geri alsın. Oku, öl daa!” Dedim; ölsem de okuyacağım.

İndi onu diyebilerem ki, hemen o Allah’tan yalvarıp istediğim o saadeti bu kitapları okuyandan sonra buldum. Amma ben istediğimden artık 6 oldu yani. Ben hoşbahtlık istemiştim, bu biraz artık oldu. Bu, yerde iken Cennet hayatı yaşamak oldu yani. Hindi de geceleri ağliyrem. Ama hindi hoşbahtlıktan. Neçe 7 il 8 keçip hansı zulmetten geçip Allah’ı bu tarz tanıyabilmek…

*

هم كيم حقيقت پشنده قوشويورسه، رسالهِٔ نوردن درس آلماسى لازمدر. و نور يولنده گيدن هر منوّر، حقيقى سعادته قاووشه جق و ير يوزينڭ ماهيتنى درك ايده جكدر دييه، بز آنقره نور طلبه لرى دخى إتّفاق ايدييوز. 9

Rauf doktorun ruhuna rahmet vesilesi olsun inşallah.

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Mutlu
3) Mutluluk
4) Salon
5) Ne zamandır
6) Fazlaca
7) Kaç?
8) Yıl
9) “Hem, kim hakikat peşinde koşuyorsa, Risale-i Nur’dan ders alması lâzımdır. Ve Nur yolunda giden her münevver, hakikî saadete kavuşacak ve yeryüzünün mahiyetini derk edecektir diye, biz Ankara Nur talebeleri dahi ittifak ediyoruz.” (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)

 

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*