Kâinatı Yapanın beyannâmesidir Kur’ân

Kur’ân ve kâinat…

Aynı imzayı taşıyan iki kitap.

Kelâm-ı ezelî ile kalem-i kudretin kelimeleri.

Kur’ân’ın “kâinat kitabının ezelî bir tercümesi olması”1; Yaratanın, var ettiği hakkında bizzat Kendisinin konuşması ve dahası tek yetkin söz sahibi olması.

“Ben yaptım, Ben bilirim, öyleyse Ben konuşurum, söz sahibi Benim” dercesine…

Kur’ân’a böyle muhatap olmak, yani varlığın yegâne Sahibinin manifestosunu işitmek, Ona teslim olmak…

Evet, Kâinatı Yapanın beyannâmesidir Kur’ân.2

Nasıl ki bir saat ustası, saati eline alır, evirir çevirir, her yerini bilerek tarif ederse, Kur’ân da kâinatı öyle avucuna almış, bilerek tarif ediyor.3

Kur’ân’a bu zaviyeden muhatabiyet, en şerefli bir hâlet.

Bu bağlantı kurulduktan sonra din ve bilim çatışır mı?

Kâinattan teşekkül eden ilim, ‘varlığı açıkladığını iddia eden bilim’, şayet Kâinat Sahibinin tarifenamesinden ayrı düşüyor görüntüsü veriyor veyahut aykırı konuşuyorsa, acaba problem nerede?

Beşerin sığ ve sınırlı aklının çözemeyeceği şeyler yok mu?

Âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç olanın, Üstad-ı Ezelîsinden ders almaya ihtiyacı yok mu?

Evet, Muallim-i Ekber (asm), kendi karihasından değil, “Hâlık-ı Kâinat tarafından söylettiriliyor. Üstad-ı Ezelîsinden ders alır, sonra ders verir.”4

“Yeryüzünün efendisi olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazımdır” diyen Bilge Kral veciz konuşmuş gerçekten, hakikî bilgeliğe işaret etmiş.

Vahye kulak veren aklın, sahibini ve dolayısıyla başkalarını saadet-i ebediyeye müheyya eden Rabbanî bir mürşid derecesine çıkacağı aşikâr.

“Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.”5

Kâinat kitabının müfessirinin müfessiri Risale-i Nur’un da en mühim me’hazlarından biri bu ayet.

O halde insan, öğrenmek için okuyacak. Kur’ân’ı ve Kur’ân’la beraber kâinatı okuyacak.

“Oku!” kökünden gelen Kur’ân’la “Ol!” kökünden gelen kâinatı birlikte mütalaa ettiğinde, “okurken olacak” insan.

Eş zamanlı, paralel okumalar yapacak. Kur’ân âyetlerinin, kâinatı pamuk gibi hallaç edip tarak gibi taradığını müşahede edecek.

Said Nursî hem Kur’ân’ı kâinata, hem de kâinatı Kur’ân’a şahit kılar. Sözgelimi, bitkilerin incecik kök ve damarlarının, sert taşı toprağı delerken nasıl da “Asânı taşa vur!”6 emrine imtisal ettiğini, nazenin yaprakların aylarca ateş saçan hararete karşı nasıl da “berden ve selâmen”7 dediğini…

Böylesi bir okumada, Kur’ân ayetleri sadece kitap yaprakları arasında kalmaz, kâinat sahifelerinde okunan ‘deliller’ hükmünü alır. Peygamber kıssaları geçmişte durmaz, her daim tevhid delillerini haykıran canlı birer levha olur. Kur’ân yeniden nâzil oluyormuşçasına yaşanan bir hâldir bu.

“Kâinat mescid-i kebîrinde, Kur’ân, kâinatı okur.”8 Kur’ân ayetleri, “Kâinat Kur’ân”ında kalem-i kudretle yazılan ayetlerin tercümanı olurken; o kudret ayetleri de Kelâm-ı Ezelînin şahitleri kılınırlar.

Kur’ân ve kâinatın, aynı Müellifin mührünü taşıyan, birbirini tefsir ve teyit eden iki kitap olduğuna delil arayan insana, bir mühim delil de “mu’cizelik” aynasında gösterir kendini. Kur’ân’ın benzeri getirilemediği gibi, kâinatın da benzeri getirilemez zira. Tek bir ayetin benzerini yapamayan beşer, bir sineğin kanadını yaratmaktan da acizdir. İkisi de mu’cizevî ayetlerdir.

1400 küsur senedir meydan okuyan ayetler, bu yönüyle milyonlarca, belki de milyarlarca yıldır meydan okuyan ayetlerden de haber verir aslında.

Bir yanda belâgata, öbür yanda kemâlâta secde ettiren ayetler mahşerinde bulur kendini böylelikle insan.

Kur’ân da, kâinat da âyetlerle konuşur. Hem de ne konuşma! Kur’ân ayetleri birbirini tefsir ettiği gibi, kâinat ayetleri de birbirini açıklayarak konuşur. Aralarında tam bir insicam vardır. Konuşmanın ötesinde ahenkle zikreden İlâhi bir orkestra. “Güya kâinat, azîm bir musika-i zikriyedir.”9

Ve bu İlâhî senfonide insan da başlı başına, ‘nutka gelmiş bir fonoğraf’ gibi, konuşan bir ayet, hem de kâinat Kur’ân’ının “âyete’l-kürsîsi”10 olarak belirir.

“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”11

Evet, kendini okuyan, okuması gereken bir ayettir insan. Yürüyen, konuşan, şuurla şahit olan bir ayet. “Şuur ile okur ve o intisapla okutur.”12

O halde şimdi üç kitap var karşımızda okunması gereken:

Kâinat, Kur’ân ve İnsan.

Sonsuz Cemal ve Kemal Sahibinin, kendisini tanıttırmak için kudret kalemiyle yazdığı ayetler…

Bu büyük kitabı, mu’cizevî bir şekilde tefsir eden Ezelî Kelâm…

Ve bu tabloyu tamamlayan “ayetü’l-kübra”13: İnsan.

Oku! Oku! Oku!

Dipnotlar:
1) Sözler, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 409
2) “…o din, bu güzel kâinatı yapan Zatın, o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. (…) Şeriat-ı Muhammediyede (asm) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki kâinatı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.” (Mektubat, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 232)
3) Mektubat, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 229
4) A.g.e., s. 231
5) Bakara Suresi: 32.
6) Bakara Suresi: 60.
7) “Ey ateş! Serin ve selâmetli ol.” (Enbiya Suresi: 69.)
8) Sözler, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 48
9) A.g.e., s. 372
10) Şualar, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 242
11) Sözler, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 770
12) A.g.e., s. 348
13) Şualar, Y.A.N., İstanbul-2020, s. 242

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*