Kıssaların en güzelleri

“Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var. Birisi şu kitâb-ı kâinattır ki, bir nebze, şehâdetini on üç lem’a ile, Arabî Nur Risâlesinden On Üçüncü Dersten işittik; birisi şu kitâb-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü’l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâmdır; biri de Kur’ân-ı Azîmüşşandır.”1

Rabbimizi bize tanıttıran bu üç küllî muarriften, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ı ele alacağız bu yazıda. Kur’ân-ı Kerîm’le aramızda mesafeler var bugün. Günlük meşgalelerimizi veya işlerimizin yoğunluğunu öne sürerek onun yalnız birkaç sûresini, sadece belirli zamanlarda ve belirli niyetlerle –misalen hastalarımıza şifa, vefat edenlerimize rahmet vesilesi olması niyetiyle veya imtihanlarımızda başarılı olabilmek gibi sebeplerle– okur olduk.

Elbette bu niyetlerimiz için de okumalıyız, hattâ daraldığımızda okuduğumuz Kur’ân-ı Kerîm’in içimizi ferahlattığına hepimiz şahit olmuşuzdur. Fakat bu dünyadaki asıl amacımız; “Rabbimizi nasıl tanıyabiliriz, O’na (cc) nasıl kulluk etmemiz gerekir?” ve dünya ahiretin tarlası olması cihetiyle “Hazırlığımızı nasıl yapmalıyız?” sorularının cevaplarını bulmak. Bunun için de Kur’ân-ı Kerîm’in bize yol göstermesine ihtiyacımız var.

Kur’ân’ı Kerîm, “Neden buradayız, nereye gidiyoruz, bizden neler isteniyor, neden bu âlemde varız?” gibi sorulara cevap verirken, geçmiş zamanlarda yaşamış peygamberlerin, kavimlerin kıssalarından meseller vererek, bunlardan dersler çıkarmamızı ve hayatımıza yön verebilmemizi sağlıyor.2

Kur’ân-ı Kerim’de geçen her kıssa bize farklı bir şey öğretir. Bu kıssaların öneminden olsa gerek, bir surenin adı “olaylar, hikâyeler” manasında Kasas’tır. Ahsenü’l-kasas/Kıssaların en güzeli bu kitaptadır, Hz. Yusuf’un kıssasıdır.3 Hz. Nuh’un 950 yıl yaşadığını,4 “Yedi uyurlar” denilen Ashab-ı Kehf’in aslında beş yahut üç uyurlar da olabileceğini5, Hz. Musa’nın Hz. Şuayb’a damat olma serüvenini6, Hz. Meryem’in Beyt-i Makdis’teki bakımını üzerlerine almak isteyen İsrailoğullarının kalemlerini nehre atarak kura çektiklerini7 –merak edenler için söyleyelim; kurayı Hz. Zekeriyya kazanmıştır–, Babil’de insanlara sihir öğreten Hârut ve Mârut adlı melekleri8 biz hep bu kitaptan öğreniriz.

Bakara Sûresi’nde geçen kıssada yüz yıl boyunca uyuyan ve sonra diriltilen bir kimsenin hâli anlatılıyor mesela:

“Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; ‘Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!’ dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. ‘Ne kadar kaldın?’ dedi. ‘Bir gün yahut daha az’ dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kàdirdir, dedi.”9

“…Yaygın olan rivayete göre, yıkık kasabaya uğrayan Uzeyr’dir (as). Uzeyr (as) azığını almış, eşeğine binmiş giderken evleri yıkılmış harabe haline gelmiş, orada oturanlardan kimse kalmamış bir kasaba veya köy yıkıntılarının yanına gelir, orada konaklar. Etrafına bakar, bu şekilde ölenlerin nasıl dirileceğini düşünür. O anda uykusu gelir yatar. Allah onu öldürür, yüz sene sonra diriltir. Yiyecekleri hiç bozulmamış, ancak eşeği çürümüş sadece kemikleri kalmıştır, yıkık kasaba da imar edilmiştir. Uyandığı ilk anda, bir gün kadar veya daha az bir zaman uyuduğunu zanneder. Yiyeceklerine bakınca gerçekten böyle olduğunu sanır. Eşeğine bakınca durumu anlar. Allah, Uzeyr’in gözü önünde eşeğini diriltir. Böylece Allah’ın kudret ve azametini çıplak gözle müşahede eder.”10

İşte kıyamet ve haşrin hayret verici bir numunesi ve daima ümitvar olmak için mükemmel bir teselli kaynağı. Bazen İslâm ülkelerinin perişan hâlini görüp “Bunca harabiyetten sonra bu beldeleri kim diriltecek, imar edecek?” diye düşünmemize karşın “Allah her şeye kàdirdir” hakikatini bize hatırlatan bir kıssa…

Hz. Musa’nın Taha Sûresi’nde geçen, Firavun ve büyücüleriyle yaşadıkları hadise11 de bizi hayrete düşürür:

Hz. Musa şenlik günü, kuşluk vaktinde ahali de toplanmış olduğu halde Firavunun bütün sihirbazlarıyla karşı karşıya gelmiştir. Büyücüler, Hz. Musa’ya: “Ey Mûsâ! Ya sen at, yahut ilk atan biz olalım” dediklerinde Hz. Musa “Hayır, siz atın” diyerek yanıt verir. Fakat bakar ki, onların ipleri ve sopaları, yaptıkları sihirden ötürü kendisine doğru akıp geliyor. Hz. Musa’nın içinde birdenbire bir korku olur. Allah (cc) “Korkma! Üstün gelecek olan kesinlikle sensin. Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yalayıp yutsun; onların yaptığı sihirbaz hilesinden ibaret. Sihirbaz ise amacı ne olursa olsun başarıya ulaşamaz.” diye vahyeder. Hz. Musa, asasını fırlatınca bir de bakarlar ki; asası bütün sihirli ipleri ve sopaları toparlayıp yutuyor. Bunu gören sihirbazlar secdeye kapanırlar ve “Biz Musa ile Harun’un Rabbine iman ettik” derler.

Hz. Musa’nın kıssası Kur’ân-ı Kerîm’de en çok bahsi geçen kıssa olduğu için, bu çok boyutlu kıssa üzerine söyleyeceğimiz şeyler mutlaka eksik kalır. Onun firavunla olan mücadelesi, nefsimizle yapacağımız mücadelede en güzel bir rehberdir. Bu kıssayı okuduğumuzda biliriz ki, firavunun sihirbazları ipleri büyüleyip yılana çevirse de tüm o sihirleri yutacak olan âsâ Hz. Musa’nın elindedir ve muhakkak üstün gelecek olan odur.

Yine en güzel bir örnek olarak Kehf Sûresi’nde iki adamın hali anlatılır:

“Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekin bitirmiştik. Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık. Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: ‘Ben, servetçe senden daha zenginim; nüfusça da senden daha güçlüyüm.’

Böyle bir böbürlenme içinde nefsine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: ‘Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum.’

Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, ‘Yoksa sen’ dedi, ‘Seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’a da mı inanmıyorsun? [Mallarının çokluğuyla gururlanan kişinin ahireti inkâr ettiğini belirten ayetten hemen sonra kişi, Allah’ı inkâr etmekle itham ediliyor. Şu hâlde, ahireti inkâr etmek, bir bakıma Allah’ı inkâr etmek demektir. Zira, ahiretin imkânsızlığını savunmak, Allah’ın gücünün sonsuzluğundan şüphe etmenin bir sonucudur.]

Halbuki O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, ‘Mâşaallah! Güç yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de Rabbimin, senin bağından daha iyisini bana vereceğini umuyorum. Allah senin bağına gökten âfetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelebilir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez.’

Çok geçmeden adamın ürünleri (felâketlerle) kuşatıldı. Sahibi, çardakları yere çökmüş haldeki bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. ‘Ah’ diyordu, ‘Keşke ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!’”12

Ayette geçen “Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam” ifadesi tevehhüm-ü ebediyet duygumuzu ne de güzel ifade ediyor…

*

Bu kıssaların her biri o kadar ilginç ki; hangisinden bahsetsek, bahsedemediklerimize üzüleceğiz. Ama yine de denizden katre mesabesinde, en ziyade hayretimizi çeken birkaç kıssayı aktarmış bulunduk. Katre ile yetinmeyen, denizin kendisine dalabilir…

Emine Tuğba Akar
heybeiru@gmail.com

Emine Sultan Çakır
eminesultan@gencyorum.com.tr

Dipnotlar:
1) 19. Söz, Birinci Reşha
2) Burada hemen hatırlatalım ki; Kelâmullah’ı anlayabilmek için mealden çok tefsirlere ihtiyacımız var. Hamdolsun ki Risâle-i Nur, manevî tefsir yönünden bizim bu eksiğimizi tamam ediyor. Lafzî tefsir içinse farklı seviyelerde çeşitli eserler olmakla birlikte başlangıç olarak Safvetu’t-Tefâsir adlı esere bakılabilir.
3) “Biz, bu Kur’ân’ı sana vahyetmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz.” Yusuf: 3.
4) “Andolsun ki biz Nuh›u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı.” Ankebut: 14.
5) “…‘Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir’ diyecekler; ‘Beş kişidir, altıncıları köpekleridir’ diyecekler. ‘Onlar yedi kişidir, sekizincisi köpekleridir’ diyecekler. De ki: ‘Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir.’…” Kehf: 22.
6) Kasas: 23-28.
7) “İçlerinden hangisi Meryem’i himayesine alacak diye kura çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar tartışırken de sen yanlarında değildin.” Al-i İmran: 44.
8) “Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, «Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!» demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi.” Bakara: 102.
9) Bakara, 259
10) TDV Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meali.
11) Taha: 59-72.
12) Kehf: 32-42.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*