Okumak yaşamaktır!

Yıllar önce Eyüp Sultan’da düzenlenen kitap fuarının şu sloganından çok etkilenmiştim: “Okumak, yaşamaktır!”

Bu ifade ilk vahyin ve ilk emrin “oku” olduğunu hatırlatarak, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” mealindeki ayeti de tefekkür ettirdi.

Efendimizin (asm) Bedir Savaşı’ndan sonra, ele geçen esirlerden okuma-yazma bilen bir kişinin Ensar çocuklarından on kişiye öğretmesi halinde azad edileceğini tahattur ettirdi. Bu arada Üstadımızın tabiriyle, “Risale-i Nur’un kumandanı ve kahramanı” Zübeyir Ağabeyin “Şimdi oku, kabirde okuyamazsın’’ sözü kulaklarımda çınlayarak, okumanın hayattaki önemini, gayesini düşündürdü.

Tüm bu fikrî yolculuğum okumak üzerine yapılan tahşidatı sorgulamamla neticelendi. Okumanın sıradan bir etkinlik değil, bu dünyaya gönderilişimizin ana gayesi ve fıtrî bir faaliyeti olduğunu anladım.

“Peki, nasıl okumalıyız? Niyetimiz ne olmalı? Okumanın faydaları nelerdir?” sorularının cevaplarını bulmamız okumak için motivasyonumuzu artıracaktır.

Okudukça bilgimiz, ilmimiz, ferasetimiz artıyor, hayata, eşyaya bakışımız Rabbimizin istediği tarzda değişmeye başlıyor. Bilhassa, Risale okumaları, en şer zannettiğimiz (hastalık, ölüm gibi) mevzuların hakikat vechini göstererek bambaşka bir âlemin kapılarını aralıyor…

Çoğumuzun şikâyetleri –özellikle Risale okumaları için– aynıdır: “Okuyorum ama anlayamıyorum!” veya “Anlasam bile çok çabuk unutuyorum!”

Bu bahane veya mazeretin arkasına saklanmak çözüme götürür mü? Aslında bu ifadeler daha okumaya başlamadan kitapla aramıza duvar örmek, okumamaya ve anlamamaya şartlanmaktır, beynimize ket vurmaktır. Peki çözüm nedir?

Beyin iki farklı sistemle çalışır: Yapıcı ve yıkıcı. Hangisi tercih edilirse o şekilde hareket eder. Şu hâlde biz, “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır” düsturunu ve “Allah, kimseye gücünün ötesinde bir teklifte bulunmaz.” mealindeki ayeti hatırlayarak yapıcı sistemi seçmeliyiz.

Keza, beynin başka bir çalışma prensibini düşünelim: “Mış!” gibi yapmak. Bu şaşırtıcı değil mi? Beyin gerçek ile hayali birbirinden ayıramaz. Bunu okumalarımıza nasıl uyarlayabiliriz?

“Okumuş gibi” yapmak mı, yoksa gerçekten “anlayarak ve kabul ederek okumak” mı?

Üstad Bediüzzaman, Ramazan Risalesinde Kur’ân okuma üzerinden mühim bir örnek veriyor: Efendimiz (asm), Hz. Cebrail (as) ve Allah’ın (cc) huzurundaymış gibi okumayı tahayyül ettiriyor. Böyle okuyan biri unutabilir mi?

Herhangi bir kitabı müellifinden dinliyor gibi okuduğumuzda istifademiz artmaz mı? Söz gelimi; Risale-i Nur’u Üstaddan dinliyor gibi okusak daha iyi anlamamıza ve yaşamamıza sebep olmaz mı? Ki, Üstad “Ben de sizin bir ders arkadaşınızım” demiyor mu?

Okumaktaki gayemizi “Ameller niyete göredir” hadis-i şerifi ışığında değerlendirirsek çıkan sonuç nedir? Kariyer sahibi olmak mı? Bilgili görünmek mi? Herhangi bir dünyevî menfaat mi? Bu sorular vicdan canibinden cevaplandırıldığında, “İkra” emri ve rıza-i İlâhî doğrultusunda olması gerektiğini ihtar eder.

Okumanın bir faydası da “dehşete kapılacağımız hesap günü” cihetine bakmaktadır. Şu fânî âlemde geçirdiğimiz her bir saniyeyi hangi yönde tükettiğimizin hesabını vereceğiz hiç şüphesiz! Kitaplara ayırdığımız zaman dilimlerini düşünelim. Hesaba çekildiğimizde “kitap okuyordum” şeklinde cevap vermek hesabımızı kolaylaştırmaz mı? Kur’ân, hadis, risale vb. kitaplar için ayırdığımız her bir saniye bize nur, sevap olarak döneceğini ve kurtuluşa vesile olacağını düşünmemiz gerekmez mi?

Kâinat boşluk kaldırmaz. Doğru işleri yapamazsak, yanlış işleri yapmaya mecbur kalırız. Bazen Nur dersi esnasında hatırıma gelir ve paylaşırım: “Şu an biz Allah rızası için Risale okumaya geldik. Peki, buraya gel(e)meyen insanlar neredeler? İkinci bir soru daha akla geliyor: Kitap okumayanlar ne okur ve ne yapar?”

Bu soruların cevapları oyun kahvelerinde, kafelerde, sair eğlence yerlerinde, yahut televizyon, cep telefonu ve bilgisayar ve bilhassa sosyal medyada saatler geçirerek ömrünü heba edenlerin de içler acısı durumunu izah eder sanırım.

Peki, biz bu nâhoş tablodan nasıl ibret alabiliriz? Vaktimizi yeterince okumaya ayırabiliyor muyuz?

Başta nefis olmak üzere insî ve cinnî şeytanlar boş durmuyor. “Boş silahı” bilmem ama “Boş insanı şeytanın doldurduğu” muhakkak. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorsak, nereye gittiğimizi de, nasıl gideceğimiz de, nasıl ulaşacağımızı da bilemeyiz. Bilhassa okuma hususunda hedeflerimiz olmalı; her gün düzenli olarak ve azim ve sebatla okumalıyız. Zübeyir Ağabeyin günlük 10-15 ve 20 –yazı yazanların 50– sayfa okuma tespitleri başka söze hacet bırakmıyor.

Öte yandan, evlerimizi Medrese-i Nuriye’ye çevirmeliyiz. Müzakere ve mütalâalı ders okumalarının çok faydasını gördük, görüyoruz. Hararetle önemini vurguluyor ve tavsiye ediyoruz. Bu şekilde okumalar yapanların kendi hayat tecrübeleri perspektifinde okuduklarından fevkalâde istifade ederek kısa sürede terakkî ettiğini müşahede ediyoruz.

Hülâsa olarak şunu söylemeliyiz: Kâinat kitabı da okunmalıdır. Belki de bu en ihmal edilen mevzuların başında geliyor. Bilhassa Nur Talebelerinin alâmet-i farikasının okumak olduğunun bilinmesi gerekir.

“Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten efdaldir” hadisindeki müjdeye nail olmak için de döne döne Risale-i Nur’u ve açtığı pencerelerden insanları, hadiseleri ve kâinat kitabını okumalı, ihsan edilen ilham ve açılımları sözlü, yazılı ve gerektiğinde görüntülü olarak paylaşmalıdır.

O takdirde, “Es-sebebü ke’l-fâil / Sebep olan, yapan gibidir” hakikatince pek çok hayır kapılarının açılacağı, sevap ve bereketlere nail olunacağı muhakkaktır.

Herkese bol ve feyizli okumalar dileklerimizle…

Okumak meselesi ile ilgili dergimizin diğer yazılarını da okumak için tıklayınız.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*