Dijital okuryazarlık

Okumayı sever misiniz? Bence bu soru dijital çağ için amaçsız bir soru. Çünkü ister Cuma mesajı olsun, ister indirim haberi ya da magazin belki spor, hatta telefona gelen bildirim, sci-fi de dahil her şeyi okuyoruz. Geçen ay Çin’in uydusu üstümüze ha düştü ha düşecek diye diye haber kovaladık. Okumak dijital dünyanın temel ihtiyaçlarından biri haline geldi.

İnternetin bağlandığı yönlendirilebilir cihazlardan bilgiye ulaşmaya deniyor dijital okuryazarlık. Havalı bir ada sahip olduğu kadar ürkütücü de bir dünya, uçsuz bucaksız bir umman.

Bu yazıda, bir günde internete ortalama 2,5 milyar veri yüklendiği, insanların günde en az 50 reklam ile muhatap olduğu, sanal dünyada yüz yüze geldiğimiz bilgilerin %80’inin ihtiyaç duymadığımız bilgi olduğu gibi verilere değinilmeyecektir. Meraklısına, internet ortamına yüklenen günlük veri miktarı ve çeşitleri şemadaki gibidir..

Tabi; esas soru, okuduğum bilginin bana faydası ne? ‘Zuhal’in etrafındaki halkaların özelliği” bilgisinin benim ne işime yarayacağı, yaşamımı kolaylaştırmada “sunduğu fırsat”ın ne olduğu? Öğrendiğimiz bütün bilgileri kullanıyor muyuz? Belki de sorunun daha doğru şekli şu olabilir: Okuduğumuz/edindiğimiz bilgilerin ne kadarını öğreniyoruz?

Öğrenme demişken, hemen hemen hepimizin “kısa süreli ve uzun süreli hafıza” hakkında az dahi olsa bir malumatı vardır diye tahmin ediyorum. Tekrar hatırlayacak olursak; kısa süreli hafıza yeni duyduğumuz bilginin 30-120 saniyelik muhafazası, uzun süreli hafıza ise –belirli aralıklarla (15 gün – 6 ay gibi) tekrarlanmak koşuluyla– ana kütüphaneye depolanmasına deniyor.

Hafızamızın çalışma biçimi esasında şöyledir: Kodlama-depolama-geri çağırma. Kısa bir şekilde açıklayacak olursak, alınan veriyi zihnimiz ilk olarak kodlar. Kodlama işlemi kişilerin yöntemine göre değişir ya da beynini kullanma biçimine (yani sağ lob/sol lob baskınlığına) göredir. Daha sonra, kodladığı veriyi sınıf sınıf istiflediği odacıklara depolar. İhtiyaç duyduğunda da geri çağırır. Tabiî bu ihtiyacı da kendi belirler. Misal; beni en çok etkileyen ise beynimizin koku hafızasıdır. Bir nar ekşili çiğköfte kokusu, öğrencilik yıllarımdaki ev arkadaşımın çiğköfte tepsisi başındaki hâlini gözümün önüne getirmeye yeter. Muhteşem, değil mi?

Evet, yazının en başındaki soruyu bu yazıda da uygulayalım. Bu okuduğumuz, hafızamıza dair temel bilgiler ne işimize yarayacak? Aslında genel kültür bilgisi gibi görünen bu bilgileri hayatımızda uygulamamız çok faydalı olacaktır. Özellikle dil öğrenmeye çalışanlar tekrar etmenin ve kodlamanın öneminin farkındadırlar. Her şey için durum aynı. Hızlı tüketim odaklı içinde bulunduğumuz çağda doğru bilgiye ulaşmak ve onu meleke hâline getirmenin yolu hafızadan geçer.

Peki, bilginin doğruluğundan nasıl emin olacağız? Okuduğumuz her bilgi doğru mu?

Araştırmayı, sağlam kaynakları okumayı alışkanlık hâline getirmemiz gerekiyor. İnterneti bunun için çok büyük bir kütüphane, her dilde ulaşılabilecek kaynaklarla zenginleştirilmiş bir laboratuvar olarak görüyorum. Aradığımız her şeyi bulabiliyoruz, özelliklerinden bile bahsetmemiz yeterli geliyor çoğu zaman. Bunun için kelime bile var “googlelamak,” yani Google’da araştırmak. Öyle ki, artık YouTube dahi arama motoru görevi görüyor. Sahi, YouTube’da bulamadığınız bir şey var mı?

“İnsan çabuk inanan bir hayvandır” diyor Bertrand Russell, devamına da ekliyor: “ve bir şeye inanmak zorundadır. İnanç için sağlam temellerin yokluğunda çürük temellere razı olur.” İlk olarak temellerimizi sağlamlaştırmamız daha doğru olur gibi görünüyor, değil mi? Peki günümüzün bir kısmını –ister istemez– alan sosyal medyayı, nimet olarak değerlendirmek mümkün mü?

“İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” cümlesindeki cahillerin ilimleriyle muhatap olmamak için kaynak incelemesi yapmak en önemli püf nokta. Bu sebeple, öğrenmek istediğiniz bilginin işin uzmanından ya da Üniversite araştırmalarının sonucu olup olmadığından emin olmalısınız. İnsanların söylemeye çekindiği bir sır vereyim mi size? Araştırmaları kimin fonladığı yapılan araştırmanın güvenilirliğini etkiler.

Hâsıl-ı kelam;

“İlim ölçülmesi mümkün olmayan bir derya, tamamını elde etmenin imkân dahilinde olmadığı maden gibidir. Sen en mühim olanla ilgilen. Çünkü en mühim olan ile ilgilenmeyen en mühime de zarar vermiş olur.” Hafız Hatîb-i Bağdâdî’nin bu uyarısına kulak vererek okuduğumuz bilginin mukaddesatımızla ne kadar doğru orantılı olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Sosyolog olan bir hocama sormuştum genç iken: “(Derslerle alâkalı) okuduğumuz bilgilerin doğruluğunu nasıl anlarız?” diye. Verdiği cevap aklımı biraz kurcalamıştı: “Dinine sor, zıt düşmüyorsa doğrudur” demişti. Sorumu tam olarak anlamadığını sanmış ama üstelememiştim. Sonunda derslerini almayı bırakıp başka şeylerle ilgilenmeye başladığımda, aklımda bir yer edinmeye başlamıştı bu cevap.

Şimdilerde bu cevabın benim dünyamda biçim almış halini paylaşmak isterim sizinle. Gönlümüzün odak noktasındaki “Dikkat” uyarısını paslandırmamamız, hassasiyetini güçlendirmemiz gerekir.

“Bir milletin gençliği ne zaman Kur’ân ve ondan lemaan eden ilimlerle teçhiz ve tahkim edilmiş ise, o vakit o millet terakkî ve teâli etmeye başlamıştır.” (Şualar)

Birkaç gencin bir araya gelerek oluşturduğu, Risale-i Nur’dan alıntıları kendi çektikleri fotoğraflar üzerine ekleyerek paylaşımlar yaptığı, güncel ve şık bir instagram sayfası olan @nuryeniasya  (Hesabı incelemek için ismin üzerine tıklayınız.) sayfasını ve benzeri hesapları takip etmenizi önermek isterim. Çünkü dijital medya çağında bir çeşit neşriyat vazifesini üstlenmiş bu gibi sayfalara destek vermek gerektiği inancındayım.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*