Sosyal Medya Mahkemesi ve Linç Kültürü

Dünya genelinde 3,8 milyar aktif sosyal medya kullanıcısı var. Türkiye’de ise 83 milyonluk nüfusun yarısından fazlası kadar yani 54 milyon kullanıcı bulunuyor. Ülkemizde kişilerin 1 günde internette geçirdiği ortalama süre 7 saat 29 dakika. Dünya ortalamasının üstünde.

Her yıl neredeyse %10 kadar sosyal medyada kullanıcı sayısı artmaktadır. Doğal olarak daha fazla kültürden daha fazla insanın bu küresel platformlara katılması, sosyal medyada pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir.

Bunlardan bir tanesi de sosyal medya aracılığıyla bir veya birden fazla kişinin hedef gösterilerek linç edilmesi. Teknolojinin ve sosyal medyanın hayatımıza yoğun biçimde yerleşmesiyle linç kültürü de yerini aldı: Farklı düşünen, eleştiren, aykırı olan kimseye tahammülümüz kalmadı.

Sosyal medyada linç kültürünün artmasının arkasından gelen büyük sorunlardan bir tanesi de sosyal medyanın bir yaptırım aracına dönüşmesi, yani bir yaptırım gücünün olması. Oysa modern ve gelişmiş devletlerde gücü kullanan devlettir ve bu güç devleti ayakta tutan 3 erkten biri olan yargı erkiyle kullanılır. Yani yargılayan, ceza veren bağımsız ve tarafsız yargı makamıdır.

İnsan topluluklarının beraber hareket etmesi, belki de insanın yapmayı öğrendiği ilk şeylerdendir. İnsanlık var olduğundan bu yana insan yaratılışı gereği, birlikte hareket etmek istemiş ve bu birlik hayırda da şerde de başarıyı netice vermiş.

Demek ki insanın birlikte hareket etmek istemesinde, birlikten güç doğacağına inanmasında bir problem yok. Sorun insanların birlikten elde ettiği bu gücü kötüye kullanmasında…

Ülke olarak sosyal medya kullanmaya hızlı bir şekilde yaptığımız geçiş, sosyal-medya okur yazarlığı gibi konularda toplum olarak geri kalmışlığımız, yukarıda bahsettiğimiz gibi arkasında bir çok sorunu getirdi. Bilhassa Twitter, toplumun hak arama mecrası haline geldi.

Bunun bir çok sebebi var. Kısaca sıralayacak olursak:

Toplumun mahkemelere yani adalete olan güveninin azalması

Uzun süren yargılamalar, siyasetin yargılamayı ve yargıyı etkilemesi, güçlünün haksız olmasına rağmen yargılamayı lehine çevirmesinin engellenememesi, hak arama yollarının meşakkatli, maliyetli, stresli bir hale getirilmesi, yargılama faaliyetlerinin liyakatsiz olduğu düşünülen kişilerce yapılması, adalete ve mahkemelere olan güvenin azalmasının sebeplerinden sadece birkaç tanesi.

SODEV tarafından yapılan “Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Araştırması Raporu’nda” çok ciddî istatistikler ortaya çıkıyor.

Araştırma sonuçlarına göre, “Adalet” kavramı denilince aklınıza ne geliyor sorusuna ankete katılanların %23,3’ü “Adaletsizlik” yanıtını vermekte.

Çalışmaya katılanların %48,5’i Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını dile getirirken; yargıya güvenenlerin oranı %38’de. “Türkiye’de mahkemeler tarafsız mıdır?” sorusuna ise “Tarafsızdır” diyenlerin oranı %37,7.

Çalışmaya katılanların yarısı (%50,7) Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığını dile getirmekte. Türkiye’de makam/mevki sahibi biri ile sıradan vatandaş mahkemelik olsa eşit koşullarda yargılanmayacağını düşünenlerin oranı ise %79’dur.

Ankete katılanların %43,4’ü, hırsızlığa uğradığında yargının faile hak ettiği cezanın azını veya çok azını vereceğini; %30,2’si ise failin cezasız kalacağını düşünmekte.

Ünlü Alman hukukçusu Savigny’ye göre “Hukuk halk inançlarından doğar, halk âdetleriyle yeşerir, adalet uygulamalarıyla sağlamlaşır.” Dolayısıyla hukuku sağlamlaştırmak istiyorsak öncelikle adalet uygulamalarını sağlamlaştırmak, adaleti temin ve tesis edecek kurumları sağlamlaştırmak gerekir.

Yani toplumun mahkemelere ve adalete olan güveni artarsa toplum veya gruplar adaleti başka yollardan tesis etme, sesini başka mecralarda duyurma gibi yöntemlere müracaat etmeyecektir. Bu da son zamanlarda artan sosyal medyada linç kültürünü engellemekle birlikte birçok sorunun da çözümü olacaktır.

Siyasetin de etkisiyle toplumsal kutuplaşma sebebiyle toplumun kendisini bir yerde konumlandırma isteği

Linç kültürünün artmasında siyasetteki kutuplaşmanın etkisi de çok büyük.

Toplumsal bir “cinnet” hâlini işaret eden ve bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılan linç kültüründe bireyler, kendilerinden olmayanları sadece cezalandırmak için değil, aynı zamanda emsal oluşturmak için de bu eyleme başvururlar. Zira insan toplumsal bir varlıktır. Hâl böyleyken zalim veya suçlu kim olursa olsun her hâlükârda zalimliğini haykırmak, duyurmak her insanın içinden gelir.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus bunun tarafgirlik hissiyle yapılmamasıdır. Ayrıca masumiyet karinesi gereği “Kişi, suçluluğu mahkemece ispatlanana kadar masum kabul edilir.”

Ülkenin içinde bulunduğu siyasî iklim, siyasîlerin kamplaştıran ve kutuplaştıran söylemleri, insanları bir tarafta olmaya itiyor. Masumiyet karinesi toplumdan önce, masumiyet karinesini “en iyi bilen”, ihlal edilmesi durumunda ne kadar büyük toplumsal sıkıntıları arkasından getireceğini bilen siyasîler tarafından ihlal ediliyor. Hukuken aslında bunun yaptırımı var.

TCK’nin 288. Maddesinde Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu düzenlenmiştir. Buna göre:

“Görülmekte olan bir davada veya yapılmakta olan bir soruşturmada, hukuka aykırı bir karar vermesi veya bir işlem tesis etmesi ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması için, yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı hukuka aykırı olarak etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, elli günden az olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır.” Fakat uygulamada yerinin olup olmadığını kıymetli okuyuculara bırakıyorum.

Tarafgirlik asrımızın hastalıklarından bir tanesi. İnsanın yaratılışından gelen haksızlığa karşı çıkma isteği, siyasîlerin yönlendirici ve hamasî söylemleriyle birleşince maalesef ki ortaya daha büyük haksızlıklar ve telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkıyor. Tarafgirlik hissiyle hareket eden kişi veya kişiler, kişinin hatasıyla yalnız kişiyi değil yakınlarını ve akrabalarını da mesul tutarak onları da toplum nazarında itibarsızlaştırmaya başlıyor. Hattâ bu durum bazen o kadar ileri gidiyor ki suç şüphesi altında soruşturma geçiren veya yargılanan kişinin avukatı dahi bu linç girişiminden nasibini alıyor.

Oysa hakikî adalet masumiyete sahip çıkmaktır. Adalet masum hakkını korumayla başlayan, suçluya cezasını vermekle son bulan bir süreçtir. Dolayısıyla suçlu olduğu iddia edilen kişi hakkında adlî bir süreç başlamışsa mesele artık hukuka intikal etmiştir. Hukukta mahkeme, ele (fiile) bakar. Kalbe (yani insanın iç dünyasındaki düşüncelere, fikirlere) bakmaz. Bu nedenle her ne kadar adalete ve yargıya güven azalsa da, somut delillere dayalı, sistematik bir şekilde yapılan bir yargılama toplumun duyumlara ve eksik bilgilere dayalı yapacağı bir yargılamadan daha isabetli olacaktır.

Toplumun yaptığı yargılamadan kastımız, olay tam manasıyla aydınlatılmadan kişinin lehine ve aleyhine olan deliller eksiksiz bir şekilde toplanmadan sosyal medya üzerinden kişiler hakkında hüküm vererek, kişiye ve yakınlarına karşı onur, şeref ve haysiyeti zedeleyecek boyutlara varan linç kampanyalarıdır.

Hatırlatmalıyız ki; suç ve ceza şahsîdir. Bir kişinin işlediği suçtan dolayı o kişinin annesi, babası veya akrabası da suç işlemiş kabul edilemez.

Zaten tam da bu nedenle yazımızın başlığını Twitter mahkemesi koyduk. Çünkü maalesef Twitter artık insanların kolayca örgütlenebildiği, yanlış ve eksik bilgilerin hızla yayıldığı bir platform hâline geldi.

Her ne kadar Twitter’da başlatılan kampanyaların alt metni hukukun kendi başına harekete geçmediği, bu nedenle toplumun bir kamuoyu oluşturması gerektiği şeklinde olsa da, toplumun talebi hukuku harekete geçirene kadar makul karşılanabilir. Hukuk harekete geçtikten sonra yargılama makamı bağımsız mahkemelerdir.

Basın ve yayın kuruluşlarının toplumu şeffaf ve eksiksiz bir şekilde bilgilendirmemesi ve taraflı yayın yapması

Gazetelerin, haber kanallarının ve toplumu bilgilendirmek amacıyla hareket eden kuruluşların aslî görevi tarafsız bir yayın yapmak ve sadece gerçekleri topluma sunmaktır. Tarafsızlığı; topluma sunacağı haberde kişiyi suçlayan veya itibarsızlaştırmaya yönelik bir dilden uzak durmasını gerektirir.

Maalesef ki basın yayın kuruluşları bazen siyaseten destek almak için, bazen maddî kaygılarla “tıklama sayısı”nı arttırmak için, yargılamaları veya hukuka intikal eden olayları sansasyonel bir biçimde sunmakta. Bu da söz konusu haber kaynağı referans gösterilerek kişi veya kişilerin linç edilmesine sebep olmaktadır.

Bir gün sosyal medyada gezerken avukatlığını yaptığım bir esnafın aleyhinde bir habere rastladım. Söz konusu haber sosyal medya kullanıcıları tarafından paylaşılmış ve müvekkilim şiddetle kınanmış, hakkında karalama kampanyaları başlatılmıştır. Habere göre kuruyemiş dükkânı olan müvekkilim yasağın başladığı sırada dükkânını kapatmamakta ısrar ediyor, Covid-19 kapsamında alınan tedbirlere riayet etmiyor, verilen mücadeleyi sekteye uğratıyordu!

Sonra müvekkilimle irtibata geçip olayın aslını öğrendim. Bulunduğumuz şehrin tanınan esnaflarından olan ve yıllardır ticarî itibarı bulunan müvekkilim kısıtlamalar başlayacağından dolayı yoğun bir satış yapmış ve ertesi gün için taze kuruyemişi kalmamış, bu nedenle 21:00 sıralarında kuruyemiş kavurma makinasına kavurmak üzere yeni ürünlerini koymuş fakat kilolarca kuruyemiş kısa sürede kavrulmaması sebebiyle dükkânını kapatamamış. Bunu fark eden görevliler de idarî işlem uygulamak için işyerine gelmiş. Hakkında idarî işlem uygulanacakken durumu izah etmeye çalışan işletme sahibi müvekkilimin fotoğrafları yerel basın tarafından yukarıda bahsettiğim gibi haber yapılmış. Her ne kadar yerel basına durumu izah edip sosyal medyada paylaşılan haberler kaldırılsa da, müvekkilimin yıllarca emek vererek kazandığı ticarî itibarı zedelenmişti.

Küçük ve somut bir örnekle izah etmeye çalıştığımız bu gibi durumlarla çok karşılaşır olduk. Bu nedenle basın ve yayın kuruluşlarına, linç kampanyalarına sebep olmaması için ayrıca bir hassasiyet ve toplumu şeffaf ve eksiksiz bir şekilde bilgilendirme gibi önemli bir görev düşüyor.

Hasıl-ı kelâm, linç hukuk dışı bir toplumsal cezalandırma yöntemidir ve linç hukuksal düzeyde suç olmaktan öte, medeniyet kaybıdır. Sosyal medyada linç kültürünün daha da yayılmasının engellenmesi için adaletin temin ve tesis edilmesi ve bu minvalde adaletin tesisi için gerektiği durumlarda kamuoyu baskısına gerek kalmaksızın hukukun harekete geçmesi gerekmektedir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*