Ümit ve iman
Cenab-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanatın, bütün mahlûkatın, bütün kullarının yegâne umududur. Herkes, her derdinde, her kederinde, her ıstırabında yalnız Cenab-ı Allah’a sığınır, yalnız Cenab-ı Allah’tan ümit eder. Umutların tükendiği her noktada, Allah’ın rahmet ve umut kapısı hep açıktır. Emîn olmalıyız ki, Allah Kendisine ilticâ edenlere şefkatle ve merhametle yardım eder.
Her zaman ve her yerde, her darlıkta ve her olumsuzlukta mahlûkatının ve kullarının mutlak ümidi olan Cenab-ı Hak, bütün kapıların kapandığı zamanlarda kullarına yeni kapılar açar, yeni çıkış yolları gösterir, ümitsizlere ümit olur. Mü’min, tüm kapılar yüzüne kapansa da, yalnız Allah’tan ummaya devam eder, Allah’tan umudunu hiçbir zaman kesmez. Ve Allah’ın kapısı hiçbir zaman hiçbir kuluna kapanmaz.
Öyleyse dünyanın hiçbir derdi bizi yıldırmamalı. Çünkü biz mü’miniz; Allah’a inanıyoruz, güveniyoruz, itimad ediyoruz. İmanımız bize öyle bir ümit ve ricâ kapısı açıyor ki, yüz bin dert de gelse yine hafif kalır, yine çekilir cinsten olur. Biz dertten ve belâdan korktukça Allah’a sığınıyoruz, sığınmalıyız. Çünkü, Allah’a sığınmak bir ibadettir.
Acziyetini bilen bir kulun Allah’a tevekkül ettiği anda eşsiz bir tesellî bulacağını beyan eden Bediüzzaman, Fâtihâ Sûresindeki “Nestaîn”1 kelimesinin tevekkül mânâsını ihtiva ettiğini, bu mukaddes kelimenin dertli kullara tesellî verdiğini ve Allah’ın recâ ve ümit kapısını her an açık tuttuğunu kaydeder.2
Ümit ve korku ortasında
Celâlî ve Cemâlî isimler vicdana tecellî edince ümit ve korku hâsıl olur.3 Allah’ın emrine muhatap olan insanlar, korku ve ümit ortasında bulunmalıdırlar. İbadet kendisinde hem umudu, hem korkuyu barındıran İlâhî emirdir. Çünkü ibadetle hem rahmet ve Cennet umudu belirir, hem de Allah’ın gazabından ve Cehennem’den korku yaşanır. İnsan, ibadetini hiçbir şekilde yeterli saymamalı, ibadetine güvenmemeli, ama ibadetini ihmal etmemelidir.4
Ümidin kaynağı hiç şüphesiz imandır. İman, dünya ve âhireti nimetlerle süslenmiş iki sofra olarak insanın önüne sürer. İman nimetini bize ihsan eden Rabbimiz, ümit bakımından bize elbette kâfidir, yeterlidir.5
Recânın ve umudun cemalî bir tecelli olduğunu6 kaydeden Bediüzzaman Hazretleri, Cenab-ı Hakkın, teselli isteyen kullarının daima en yakın arkadaşı ve en sadık dostu olduğunu, şefkatini kullarından asla esirgemediğini7 beyan eder.
Üstad Hazretlerine göre, mü’min için hiçbir zaman umutsuzluk ve yeis söz konusu değildir.8 Ölüm bile mü’mini ye’se ve ümitsizliğe atamazken, mü’minin başka hangi sebeple ümitsizliğe düşmesi beklenebilir ki?
Biz yoktan yaratıldık
Cenab-ı Hak bizi yoktan var etmiştir. Göz, kulak ve her türlü azamızı hiçten açmış, yaratmış, cismimize bir dil ve bir kalp takmış, bedenimize ve cihâzâtımıza, türlü türlü nimetlerini tartmak ve tanımak için sayılamayacak kadar hassas ölçücükler yerleştirmiştir. Aynı zamanda isimlerinin çeşit çeşit hazinelerini anlamak için dil, kalp ve fıtratımıza hadsiz duygular koymuştur.
Öyle ki bunların hiç birisi bizim hiçbir zaman hayal bile edemeyeceğimiz varlıklardır. Yokluğu halinde ise hiçbir biçimde sahip olamayacağımız güzelliklerdir. Böylesi eşsiz ve ulaşılmaz güzelliklerle bizi donatan Rabbimiz, bizim dua ile istediğimiz birkaç şey hususunda elbette dilerse rahmetiyle bize yar olacak, istediğimizi verecek ve inşaallah dileğimizi gerçekleştirecektir. Bundan ümit içinde olmalıyız. Rahmet, şefkat ve kudret sahibi Yüce Allah bütün maksatlarımız ve umutlarımız için bize yeterlidir.9
O halde Allah’a dayanmalıyız, Allah’a sığınmalıyız, Allah’a duâ etmeliyiz. Dünyanın hangi sıkıntısı olursa olsun; bilmeliyiz ki, bir kapıyı kapayan Rabbimiz, bize sayısız kapı açmaya kadirdir.
Ve yine bilmeliyiz ki, sabrettiğimiz ve Allah’tan ümidimizi eksik etmediğimiz takdirde, her sıkıntının perde arkası mutlak hayırdır, mutlak sevaptır, Allah’ın rızâsıdır ve her sıkıntı aslında birer âhiret azığı hükmünde gelir.
Bediüzzaman’da ümit
En olumsuz şartlarda ve herkesin ümitsizlikte kavrulduğu bir dönemde iman ve Kur’ân davasını üstlenen Bediüzzaman, bütün bu şartları olumluya çevirircesine etrafını ümit ve müjdeye boğuyor. Genelde Âlem-i İslam için, özelde ise Nur Talebeleri için çok yüksek müjdeler veriyor. Öyle ki bu müjdeleri “tahmin ederim ki, zannederim ki…” gibi zan ifadeleriyle değil; “yakinim var ki…”, “dünyaya işittirecek derecede kanaat-i kat’iyemle derim ki” gibi kesin bilgi ihtiva eden kelimelerle ifade ediyor.
Ümidimiz o ki, bu müjdeler inşaallah tahakkuk edecektir. Fakat şartlara, manevî inkişaflara, hizmetlere ve umumî duaların kuvve-i cazibe meydana getirmesine bağlı olarak, plânı kader-i İlâhî’ye ait bu fütuhatın zamanını da yine kader-i İlâhî tayin ve takdir edecektir.
Bediüzzaman hicrî on üçüncü asrın minaresinin başından kıyamete uzanan bir sesle bütün Müslümanlara sesleniyor ve ümit aşılıyor. Bu sesle Bediüzzaman kıyamete kadar gelen zamanların, yani bin dört yüzlü yılların, bin beş yüzlü yılların görevlisi bulunduğunu ifade ediyor.10
Elbette cennet-âsâ bir baharı getirecek hizmetler sıkıntısız, problemsiz olmayacaktır. Fakat bütün sıkıntılara rağmen bugün, düne nazaran daha fazla ümitvar olacak nedenimiz vardır. Elhamdülillahi hâzâ min fazlı Rabbî.
İlk yorumu siz yazın