İslâm şeriatını herhangi bir ideolojiden farksız görenlerin ve bu bakış açısıyla şeriata muhalif çıkanların bu düşüncelerinde, maalesef ki Müslümanların İslâm’ı insanlığa yanlış tanıtmasının ve İslâm’ın en temel değerlerini gözardı etmelerinin önemli payı vardır. İslâm şeriatını doğru tanımak ve tanıtmak için ise her şeyden önce yapmamız gereken, bilgi kirliliğinin yüksek oranda olduğu günümüzde doğru bilgiye ulaşabilmek için doğru kaynaklara yönelmek ve İslâm’ı, yanlış ölçülerle hareket edip yanlışa yönlendirenlerden değil, hâl ve vaziyete uygun olarak doğruya yönlendirenlerden öğrenmek olmalıdır.
Şeriat ile ideolojiyi karşılaştıracak olursak, herhangi bir ideolojiyi savunan kişiler, ideolojilerini yaymak için kendi hükümlerini topluma aşılamak isterler. İdeolojilerinin haklılığını anlatmak için fikirlerini ve kurallarını insanlara anlatırlar. İdeolojilerde kalben inanış değil, sadece aklî hükümleri kabul ettirme vardır. Ancak İslâm dinini kabul etmek Allah’a iman hakikatlerini kalben tasdik etmekle başlar ve aklen inanmak ve hükümlerine teslim olmakla devam eder.
Bu sebeple İslâm’da, iman temellerini esas almayan bir metot düşünülemez. İman meseleleri öncelenmediği takdirde İslâm, dünyevî bir ideoloji ile aynı kefede kalacak ve hak ettiği değeri göremeyecektir. Böylece Batı’nın İslâm’ı imanla tanımamasına ve sırf aklî ve fiilî hükümlere dayalı bir ideoloji olarak görmesine sebep olunur.
İslâmiyet’i kabul etme ve benimseme noktasına, günümüzde giderek artış gösteren enaniyet, yani benlik hastalığı da büyük bir engel teşkil etmektedir. Siyaset yoluyla dine hizmet etme gayesinde bulunan hareketlerin kullandığı metotlar ise enaniyetleri tahrik edip mecburen tarafgirliği ortaya çıkarmaktadır. Bediüzzaman Hazretleri bununla ilgili olarak şöyle der: “Şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında bu sırr-ı ihlası muhafaza etmek, dinini dünyaya âlet etmemek müşkilleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inâyet ve tevfîk-ı İlâhiyeye dayanmaktır.”1
Siyaset içerisindeki tarafgirlik hissi, insanlardaki enâniyeti kırıp onların İslâm’ı benimseyip teslim olmasını sağlayamamaktadır. Din adına ortaya çıkan siyasî cereyanlar İslâm’a teslim olmanın aksine, ön yargıların artmasına ve dinden uzaklaşılmasına dahi sebep olabilmektedirler.
İktidarı ele geçirip İslâm’a hizmet etme girişimlerinde kullanılan metot genellikle İslâm’ın getirdiği hükümleri topluma empoze etmek olmaktadır. İslâm’ın hükümleri en doğru ve en hakikatli hükümler olmasına rağmen, iman temelinin zayıf olması bu metodun insanlara tesirli bir din hizmeti vermesine engel olmaktadır. Yazar Colin Turner, Köprü dergisindeki bir makalesinde şöyle der:
“Bu hastalıkla (ene hastalığı) mâlûl kimselere İslâmın iktisat veya hukuk sisteminin en müsavatçı veya en adil sistem olduğunu anlatıp durmanın hiçbir faydası yoktur. Kanserden muzdarip bir hastaya yeni bir ceket hediye ederek onu tedâvi edemezsiniz. Onun muhtaç olduğu şey, doğru bir teşhis, radikal bir ameliyat ve onu takip edecek sürekli bir tedâvidir.”2
Bu tedavi de ancak akıl ve kalp gibi cihazlara uygulanacak olan temelden inşa edilen iman hakikatleridir. Siyaset yolu ise temelden değil tepeden bir değişim yapmayı amaçlar ve bunun için bu metoda sahip anlayışların başarılı olduğu görülmemiştir.
İslâm’a teslimiyetin önündeki en büyük engellerden birinin tarafgirlik olduğunu ve tarafgirliğin en önemli sebebinin de enâniyet olduğunu belirtmiştik. Enâniyet kişiyi kendi görüşünün doğru olduğuna inandırmakta ve başka görüşlerin yıkımına çalışmaya mecbur etmektedir. İktidarı ele geçirerek dine hizmet gayesindeki oluşumların başarısız sonuçlanmasının sebebi, insanlardaki tarafgirlik ve enaniyet hislerine karşı mukaveme edememesidir. Çünkü menfaat üzerine kurulu olan siyaset, rekabet ve tarafgirlik hislerini uyandırır.
Dini yayacağız fikriyle çıkan bir siyasî, dine karşı rekabet oluşturur. Bu yüzden Bediüzzaman, vatandaşların % 60-70’i tam mütedeyyin olmadan din adına ortaya çıkılmaması gerektiğini vurgulamıştır.3 Enaniyet ve tarafgirlik hislerinin ortadan kalkması iktidarı ele geçirmekle değil, ancak sivil yollarla anlatılan iman hakikatleri ile olacaktır. Ve iman temelleri atıldığında İslâm’ı benimseyen ve teslimiyet gösteren insanların sayısı artacak ve din hizmeti başarıyla yapılmış olacaktır.
Yine Bediüzzaman, “Hakaik-ı imaniye ve Kur’âniye birer elmas hükmünde olduğu hâlde, siyaset ile âlûde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından, ‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara âdi şişeler nazarıyla bakabilirler. O hâlde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.’’4 demiştir ve hâl ve yaşayışıyla da bizlere din hizmeti hususunda örnek olmuştur.
Bir siyasetçi dine fayda sağlamak istiyorsa öncelikle adalet, demokrasi, meclis üstünlüğü gibi toplumsal değerlere sahip çıkmalıdır. Bunların yanında din hizmeti yapan sivil hareketlere müsaade etmeli ve onlara destek olmalıdır. Adalet ve demokrasi gibi İslâm’la beraber dünyaya yayılan kavramlar bir ülkede inkişaf ederse, iman hakikatleri de kendiliğinden ortaya çıkacak ve kalpleri dolduracaktır.
Güzel bir analiz elinize yüreğinize sağlık Dini dünyasına alet edenlere karşı susmasanız lazım bence