Ben anladım yaa…
Anladım ve bağırasım geliyor klişe klişe, “Aşk 4 harflidir: Aile” diye. Bazen seviyorum klişeleri de her neyse… Neden herkesin bir ailesi var ve neden ailesi olmadığını duyduğumuzda veya düşündüğümüzde (var da yoklar daha acı verici çünkü) içimiz gidiyor?!
Evet evet bebekken acizsin, birileri sana eşlik etmeli felan filan cart curt. İyi de büyüdün, koca dana oldun, aciz değilsin, ama yine de aile de aile… Bazen geç olur anlaman kıymetini ama anlamadan dünyadan giden olmuş mudur, sanmam… Acizlik sadece bedenen olsaydı eğer, büyüyünce herkes “kendi yoluna birader” olurdu. Rabbim o denli merhametli ki gözle gözükmeyen ama onsuz da olmayan “bağ” dediğimiz duyguyu yaratmış.
Büyüyünce manevî olarak acizlik çok değişik. Paylaşmak istiyorsun, hem de her şeyi. Aynı evi, yediğin yemeği, yaptığın işi, yaşadığın şeyi, kafandaki soruları, sımsıcak sarılmayı, yanaklarını sıkmayı ya da sadece içten bakmayı…
Hele de koşulsuzca dinlendiğini hissetmek, nefes almak gibi. Hatırlıyorum, küçükken okuldan bir gelirdim, Allaaaaah tutmayın beni! Annem önce heyecanla dinler, kahkahalarla eşlik eder, ardından “hmmm”lara dönen dinlemeye geçer ve en son da “Ellerini yıkadın mı sen? Hadi üzerini değiştir, yemek yiyeceğiz. Biraz da sofrada anlatırsın”larla “Artık yeter bir sus” durumuna geçmiş olurdu…
Ama orda da paylaşmak var işte. Okulda sabahtan akşama kadar rivrivriv, ama yok, derdim konuşmak değil ki. Derdim paylaşmak. Hem de şartsız dinleyip koşulsuz seven biriyle.
Hani bazen telefonda konuşursun, sonra iki taraf da susar, bir sessizlik olur ya. Bazı insanlarda çok kasılırsın “ay sessizlik oldu” diye, ama bazıları ailedir ya da aile gibidir, sanki karşılıklı sohbet ediyormuşsun da bir nefeslenme molası vermiş gibi olursun. İşte o zaman karşılıklı susmak bile lezzet verir, karşı koltukta oturuyormuş hissiyle tebessüm bile ettirir.
İnsan sürekli değişen bir varlık ya hani, değişmeyen tek şey sanırım acizliğimiz. Bu yüzden ne büyük nimet insanın evlendiği zaman iki aileye sahip olması. İki anne, iki baba, birçok kardeş… En güzeli de; kimse kimsenin yerini tutmaz, herkes farklı bir tarafına şifadır insanın. O zaman varlıklarına şükretmekten bir hal olursun. En güzel yorgunluk…
Neden aile lazımmış çok iyi anladım. Ve neden aile kavramını bozmak istediklerini… Aile bütün güzelliklerin, doğruların zeminiymiş. Dünyadaki imtihanlar karşısında dik durabilmenin nedeniymiş. Biri vefat etti ve çok ağladım, hem kanımdandı hem canımdan. Ve genelde söylenen söz “Güçlü ol, ağlama!” blablabla… Biliyor musun sadece ailem diyebildiğim insanlara bağırabildim “Güçlü olmak istemiyorum!” diye ve bağırdıktan sonra geri onlara sarılabildim. Hem de hiç “Acaba kızmış mıdır?” hissi olmadan.
Çünkü koşulsuzca yanında oluş…
Bazı insanlar da kandan değil ama candan ailedir. Eşinin ailesi, bir arkadaş, bir büyük veya her kimse… Dünya bu, imtihan yeri. Kandan ailen yoksa üzülme, candan ailem olsun diye duana ekle. Yıllardır içimdeki duyguyla savaştım; bir insana muhtaç olmamalı, kendi kendine yetebilmeli insan diye. Ama yoook, anladım. “İnsan insana muhtaçtır” sözü, aman laf olsun da söyleyelim, işte belki meşhur olur diye denmemiş. Belki derin yaralar belki de derin şükürler hissederek söylenmiştir hem de.
Ahh aile…
Ahh aileyi ve aile gibi kimseleri yaratan güzel Rabbim…
Varlıklarına şükretmekten bir hal olduğumuz aile ve aile gibi kimselerle kesiştir yolumuzu. Dünyamızda cennet olsun. Ve paylaşmak duygusu içinde şükürler olsun. Hiç mi insan yok o an paylaşabileceğin? O zaman beni dinle. 20 günlük karantinamın son günü gece 00:20, hemen atladık arabaya. “Sür ya, sür nereye olursa! Özgürüz abiiii” modunda gidiyoruz.
İçim içime sığmıyor yahu! Bu özgürlük duygusuysa eğer, daha önce özgürlük sandığım şey neymiş?! Açtım camı sonuna kadar ve bir baktım tavuk fabrikası. İçimden geldiği kadar hiç düşünmeden, “Heeeyyy tavuk fabrikasııııı! Karantinamız bittiiiii! Biz artık özgürüüüüzzzz!” diye bağırdım. Sonra bir baktım kocaman bir tır.
“Heeeyyyy tııırrr biz özgürüüüüüzzzzzz!”
“Heeeeyyyy yıldızlaaaarrr! Karantinamız bittiiiiii! Özgürüüüüzzzzz!”
Oohhhhh yazarken bile rahatladım, bağırırkeni siz düşünün. Kovidi atlattım derken ses tellerim isyan etti, ama rahatlamaya değdi. Yani paylaşacak bir şey değilse paylaşmak istediğin veya kimsecikler yoksa o an paylaşabileceğin, gecenin bir vaktiyse mesela benim yaşadığım gibi, otu böceği bahane et. Çıkar sesini istediğin kadar ve paylaş.
Ooohhh rahatla. Zaten bu his yüzünden çıkmadı mı paylaşım yapabileceğimiz onlarca uygulama?
Ama benden söylemesi, denemesi bedava en güzel paylaşım biliyor musun nerde?! O seccadenin başında veyahut çimenlerin üzerinde veya yağmurun altında giderkene veyahut Rabbinle konuşabildiğin herhangi bir halde… Anlat anlatabildiğin kadar, istediğin kadar saçmala. Hatta söylediklerinden bazılarını “Neyse bu kısımları söylememişim gibi düşünelim” felan de.
İnanılmaz özgür bir anlatım yap.
Seni koşulsuz dinleyebilecek herkesi o yarattığına göre, en koşulsuz da dinleyen Rabbindir elbette.
Mutlu, güzel, neşeli, heyecanlı paylaşımlarınız bol olsun…
İlk yorumu siz yazın