İki genç, aralarında konuşuyorlardı.
– Şeriatı getirmeliyiz.
– Şeriat bin dört yüz sene önce gelmedi mi zaten?
– O anlamda bakarsan Hz. Adem’den (as) beri var.
– E daha ne?
– Benim kasdettiğim, devlete Şeriat yönetimini getirmek.
– Şeriat, devlete mi geldi, insana mı?
– Pekâla biliyorsun ki, Şeriatın devlet yönetimiyle ilgili kısımları da var.
– Var tabii, ama Şeriatın yüzde kaçı bununla ilgili?
– Kaçı?
– Yüzde biri be kardeşim.
– Nasıl yani?
– Evet, Şeriatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete ait. Ancak yüzde biri siyasete bakıyor.
– Bunu ilk defa duyuyorum.
– Normal.
– Normal olan ne!?
– Belki bir asırdır, Şeriat deyince bunun devlet yönetimiyle ilgili olduğunu telkin eden, zihinlere bu şekilde kodlayan bir cereyanın tesirinde kalmış bir toplumun fertleri olarak böyle düşünüyor olmamız.
…………
Bu ve benzeri diyalogların, muhtemeldir ki on binlercesi yapıldı bu toplumda. Kim bilir belki de hâlâ yapılıyor.
Şeriat deyince bunun sadece ‘devlet’le ilgili olduğu yanılgısına milyonlar düşürüldü ne yazık ki.
Halbuki Şeriat, her şeyden önce yaratılıştaki düzen. “Fıtrî şeriat” da denilen, Cenab-ı Hakkın kâinata koymuş olduğu kanunlar. Allah’ın “emir ve irade” sıfatlarının tecellîsi olan “sünnetullah, âdetullah”1. Vu bu Şeriata, bilerek veya bilmeyerek, “milyarlar” tâbi olmuş durumda.
Peki ya diğer Şeriat?
O da, kâinatta cârî olan şeriatın, yani İlâhî kanunların Kelâmî bir yansıması aslında. Onun için Bediüzzaman “Kur’ân, kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi” diyor. Biri nazm-ı ecmel, diğeri nizam-ı ekmel.
Bu anlamda İslâmiyet de “en büyük insaniyet” oluyor. Bugün insaniyeten terakkî edenler, en büyük insanlıktan dem vuranlar, ‘fıtrat’a kulak verdikleri sürece Şeriata uygun hareket etmiş oluyorlar. Buna “İslâm” demeseler bile, adı konulmamış bir “Şeriat”ı yaşıyorlar.
Hak dinin, insanın ‘din-i fıtrîsi’2 olması da her şeyi açıklıyor aslında.
Öte yandan, Şeriatın bu geniş tanım ve çerçevesi “en büyük cihad”ı da belirliyor. En büyük cihad, “Şeriatı getirmek(!)” mi, yoksa zaten var olan ve “ahlâk, ibadet, âhiret, fazilet” olarak da yaşanması gereken Şeriatı, önce bizzat “nefsinde yaşamak” mı? Bin dört yüz küsur sene önce gelen Şeriatı, bir de “nefsine getirmek” mi? Ne dersiniz?
Hz. Peygamberin (asm) kişinin nefsiyle olan cihadını ‘en büyük cihad’ olarak belirtmesi, Bediüzzaman’ın da bu manada “Herkes âlem-i asgarında cihad-ı ekberle mükelleftir” demesi büyük mesajlar içeriyor olsa gerek.
O halde, haydi cihada:
Şeriatı, ‘doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu’ bizzat yaşamaya!
Dipnotlar:
1) Allah’ın kanunları, âdetleri.
2) Fıtrat dini, yaratılıştan getirilen ve tâbi olunan din.
İlk yorumu siz yazın