Zihinlerdeki şeriat ve cihad

Şeriat, cihad gibi kelimeler ve bunların zihinlerde oluşturduğu manalar çok değişkenlik gösteriyor. Hatta aynı kelime, onu işiten zihinlerde birbirine tam zıt manalar canlandırabiliyor. Şeriat mesela; kimine göre adaletin ta kendisi, kimine göre ise zulüm oluyor. Peki, acaba gençlerimiz bu konuda ne düşünüyor? Öğrenmek için soruyoruz:

“Şeriat-cihad gibi konularda fikirleriniz nelerdir? Müslümanların olumsuz hareketleri ve medyada İslâm/Müslümanlar hakkında çıkan olumsuz haberler sizin dine yaklaşımınızı nasıl etkiliyor?”

Zeynep TOPRAK
Ankara / Hemşire

Şeriat İslâmiyettir. Peygamberimiz (asm) vesilesiyle insanlığa indirilen din olması hasebiyle de  şer’î hükümleri en iyi öğrenebileceğimiz rehberimiz Efendimizdir (asm). Bundandır ki hadis-i şerifte de belirtildiği gibi, bu zamanda Kur’ân ve Sünnete sarılan kurtuluşa ermiştir. Maalesef mü’minler olarak bu konuda oldukça eksik olduğumuzu görüyoruz. Kimi zaman Müslümanların şer’î hükümlere lakayt kaldıklarını, kimi zaman da Müslümanlara yapılan zulümlere şahit oluyoruz. Üzülüyoruz, kızıyoruz ve ne yapabilirimin derdine düşerek çare arıyoruz. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bize bu konuda da reçeteyi sunuyor. Zira İslâm âlemindeki her lakaytlık bizim şevkimizi arttırmalı, her ayrılık muhabbetimizi ziyadeleştirmeli, zulmün ve haksızlığın karşısında hakkı müsbet hareket düsturları çerçevesinde savunmalıyız. Müsbet hareket çizgisinden ayrılmadan İslâmiyet’e verilmek istenen zarara karşı manevî cihadı da sağlamalıyız. Ve tabii ki dua… Her durumdaki en büyük ilacımız olan duaya sarılmalıyız. Ve özellikle Nur Talebeleri olarak “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlahîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” düsturuna göre hareket etmeliyiz.

 

Emre BARAN
Isparta / Süleyman Demirel Üniversitesi Makine Mühendisliği 2. Sınıf öğrencisi

Sakalı olan düzgün birisini gördüğümüzde aklımıza ne gelir? Bu Müslümandır deriz. Peki, bu kişi yanlış davranışta bulunduğu durumda Müslümanların tümü kötüdür mü demeli yoksa sadece bu kişi yanlış yaptı mı denmelidir. İşte ne yazık ki böyle durumlarda bazı kişiler Müslümanlar kötüdür algısına kapılabiliyor veya onun yaptığı davranışı İslâmiyet zannedip “Bu nasıl din?” diyerek uzaklaşabiliyor. Ve bazı kötü niyetli insanlar da sosyal medyada “Müslüman kötüdür” algısı oluşturmak istiyor. Bizim tutumumuz ise “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez (En’am: 164)” ayeti olmalıdır. Oradaki kötü haslet sadece o kişiye aittir, bütüne vermek hatadır…

Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî “Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil.” demiştir. Şeriat Cenab-ı Hakkın emir ve yasaklarıdır. Şeriat dindir. Şeriat saadeti getirecek bir kanundur. Fakat ne yazık ki bu kadar günahların işlendiği, haramların ve açık saçıklıkların arttığı bir dönemde yani “Elhamdülillah Müslümanım” deyip Allah’ın emirlerini yapmayıp kebairi terk etmeyen bir neslin olduğu dönemde olduğumuz için şeriat ancak çoğunluk dindar olduğunda gelebilecektir fikrindeyim.

 

Sümeyye TUNA
İstanbul / İTÜ Kimya hazırlık öğrencisi

Medyada İslâmiyet’le ilgili olumsuz haberleri gördüğümde öncelikle cidden üzüldüğümü söyleyebilirim. Sanıyorum böyle olayların yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri; İslâmiyet’in özünün, o harika iman hakikatlerinin bilinmemesi, yaşanmaması. İnsanlar kendi cüz’î akıllarının, dar fikirlerinin yetişemediği şer’î meselelere kafayı takmış durumdalar. Halbuki İslâm’daki tüm hükümler, onların her noktası nice hikmetlere bina edilmiş. Bu aciz beşerin -hele ki böyle karmakarışık bir zamanda- tüm zulmetlerden kurtulmasının, selâmete ulaşmasının yegâne yolu şeriat kalesine sığınmak, sırat-ı müstakîmi niyet etmek. İşte tam da böyle karanlıklı, sıkıntılı olan vaziyet bana vazifemi hatırlatıyor. Elimizde Nur var. Karanlıkları aydınlatacak olan Nur’dur. Âlem ancak Nur ile felâha kavuşabilir. O zaman ben de dönerim Üstadıma, bu konuda bana ne ders veriyor; “İnsan bilmediği şeye düşman olduğu gibi, yetişemediği şeye de zıttır. Halbuki nihayetsiz bir muhabbet, hadsiz bir şevk ve istihsan ile mukabeleye layık olan bir cemale karşı zımnen bir adavet ve kin ve inkâr ile mukabele eder.”1 Hisseme düşenden şunu anlıyorum; demek ki bilmiyorlar, yetişemiyorlar o âlî pırlantalara. Çünkü bilseydiler yapmazdılar. Bilmediklerinden tüm bu kin, adavet. Ellerimizdeki ve gönüllerimizdeki Nur’a ihtiyacı var herkesin, hepimizin. Bu kapı da beni vazifeme götürüyor. Risale-i Nur’un mânevî elmas kılıçlarına kuşanmayı ihtar ediyor.

Müslümanların olumsuz hareketlerini gördüğümde de Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine ve getirdiği şeriatına daha sıkı sarılmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu yaşanan olumsuz durumlar manevî yaralarımız olduğunu gösteriyor, onların tedavisine çalışmalıyız. “…Ey Müslümanlar! Manevî yaralarınıza ilâç ararsanız, Risale-i Nur’da vardır. Yazın, okuyun, imanınız o kadar teali edecektir. Hiç şüphe etmeyiniz.”2

Yara varsa, tedavisi de belli. Yine ve yeniden vazifemiz ile karşılaşıyoruz. Her şey bize “Haydi iş başına!” diyor.

Dipnotlar:
1) 10. Söz, 4. Hakikat
2) Barla Lahikası, “Kuleönülü Hacı Osman’ın bir fıkrasıdır”

 

Ümmühan BAYDİLLİ
İstanbul / İÜ Arap Dili ve Edebiyatı 1. sınıf öğrencisi

Şeriatı, hayatın her alanında İslâm’ın hükümleriyle hükmedilmesi olarak tanımlayabiliriz. İnsanların bu dünyaya kulluk amacıyla gönderildiğini ve ümmet-i Muhammed olarak ferdî mesuliyetlerimizin yanında, toplumsal vazifelerimizin de olduğunu birçok ayette görüyoruz. “İnsanlar içinden çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder ve kötülükten nehyedersiniz” Burada insanlar içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmet olan bizlerin emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesiyle yüklendiğimizi görüyoruz. Yani bizi özel kılan şeylerden biri de; yalnızca kendimizin değil tüm insanlığın kurtuluşu ve hidayete ermesi için çalışmamız. İşte bu yolda, i’lâ-yı kelimetullah davasında bir kişinin bile hidayetine vesile olabilmek adına yaptığımız her icraat cihad kapsamında yer alıyor. Bugün genç nesil -arkadaşlarımda gözlemlediğim kadarıyla-özellikle sosyal medya üzerinden, “herkesin dinini kendi içinde yaşaması gerektiği, kimsenin fikirlerine ve yaşantısına uyarı mahiyetinde bile olsa müdahele edilemeyeceği” gibi fikirlere maruz kalıyor. Böyle olunca, yaptığımız en ufak bir nasihat bile onların hayatlarını kısıtlıyormuş hissiyatı uyandırıyor zihinlerinde.

Bunun böyle olmasında medyanın etkisi çok büyük, ama burada akl-ı selim bir insana düşen; gördüğü her habere inanmayıp işin doğrusunu hakkaniyetli bir biçimde araştırmasıdır. Bunu yaptığı zaman, olaylara ön yargıyla yaklaşmayı bir kenara bırakır, hakikatin hiç de öyle olmadığını görebilir. Gördüğüm olumsuz haberler benim İslâm’a yaklaşımımda bir değişikliğe yol açmıyor, lakin ortada çok fazla bilgi kirliliği var. Özellikle son zamanlarda ortaya çıkan bir takım örgütler ve bunların başındaki şahıslar, bu oluşumların kurulum aşamaları hakkındaki bilgiler çok karışık. İşin içine siyasî ve mezhepsel tutumlar ve farklılıklar da girince maalesef birçok mecra ayrıntılara dalmaktan kısa ve öz, aydınlatıcı bilgiler veremiyor. Böyle olunca da insanların kafası karışıyor. Ayrıca insanlara modern dünyada şer’î bir hükümetin nasıl doğru bir şekilde kurulacağı ve bu hükümetin özelliklerinin ne olması gerektiği hakkında İslâmî alanlarda çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü şu an insanların önünde hep olumsuz örnekler mevcut ve biz onlara doğrunun nasıl olacağını göstermekle, anlatmakla mükellefiz.

Röportaj:
Emine Sultan ÇAKIR
Fethiye AKAY
Yılmaz TOKDEMİR

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*