Dış göçler

Dünyayı değiştiren, teknolojik olarak çığır açan pek çok cihaz, uygulama veya teknolojik yöntemin hikâyesine baktığımızda, bir hayal olarak başladığını, imkânsızlıklar içerisinde mütevazı bir garajda geliştirildiğini görüyoruz. Ne güzel, değil mi? Elin oğlu hayal kurabiliyor, hayalini şekillendirip bir surete büründürüyor, yeni fikirlerle geliştiriyor ve bu fikrin somut ürününü ortaya çıkarabileceği bir ortamı bulabiliyor.

Nitelikli bir iş gördükleri zaman yatırımcılar, sahibine “Sen kimsin, nereden mezun oldun?” diye sormuyorlar. Hattâ, mezun olup olmadığını bile merak etmiyorlar. İşe bakarak sahibini, sahibine bakarak işi küçümsemek gelişmiş ülkelerin yaptığı bir şey değil gibi.

Bir gencin arkadaşlarıyla birlikte kullanmak için yazdığı kod veya özel bir problemine çözüm olarak geliştirdiği uygulamanın büyüyerek küresel ölçekte insanlığın kullanımına açılması meselesine imrenerek bakıyoruz ve “Bizde niye yok?” diye soruyoruz. Galiba, en büyük eksiğimiz garaj sayımızın(!) az olması. Garajı bırak, Anadolu’da pek çok gencin kendine ait bir odası bile yok. Salonda, televizyonun sürekli açık olduğu bir yerde, misafirlerin gelip gittiği ortamlarda ders çalışabilirse çalışıyor. Hele kışın soba ile ısınan evlerde soba tek bir yerde yakılıyor. Gelen giden fazla olmasa bile tek odada televizyon, bilgisayar ve ev ahalisinin günlük hayat koşuşturmacası yeterli bir gürültü sağlıyor.

En iyi üniversiteye gidebilmek için iyi bir ortaokula ve daha iyi bir liseye gitmesi lâzım. Özel ders, dersane, nitelikli eğitim materyali herkesin her zaman erişebildiği imkânlar arasında değil. “Ders ve ekipman takviyesi almadan sınavlara hazırlanayım” dersen, okul müfredatı ile sınavların içeriklerinin uyumlu olmaması problemi ile karşılaşırsın. Zorunlu eğitim lise sonuna kadar sürüyor ve geleceğini teminat altına almak isteyenler için iyi bir okul kazanmak dışında bir seçenek kalmıyor gibi. Aynı sınava giren kişi sayısı artınca rekabet artıyor ve maddî imkânları sebebiyle bazıları daha avantajlı biçimde yarışıyor.

İyi-kötü bir okul tutturunca dertler bitiyor mu peki? Maalesef bitmiyor ve yeni dertler başlıyor. Okul harcı, yurt-pansiyon kalma ücreti, evde kalacaksa ev kirası, faturalar (öğrenci olunca elektrik, su ve doğalgaz faturaları daha az gelmiyor, internet ve telefonda ise cüz’î bir indirim olabilir) mutfak masrafı, okula gidip gelmek için yol parası, giyim-kuşam, ders kitabı, defteri, fotokopisi ve diğer kırtasiye masrafları gibi Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde en altta bulunan ihtiyaçlarının tedariği kara kara düşündürüyor. Devletimizin onlarca kat artırmasıyla övündüğü, karşılıksız olarak verilmeyen ve eğitim sonunda ister iş bulsun ister bulmasın, öğrenciden tahsil edilecek öğrenim kredisi ise, sıkı durun 650 lira!

Yurt sayısı ihtiyacın çok altında olunca anında doluyor. Öğrenci tayfasının “yurt”dışı sevdası da malum, hemen kiralık ev aramaya başlıyorlar. İstanbul’da en düşük ev kiralarının asgari ücret seviyelerinde dolaştığını da söyleyelim. Parasıyla bile ev bulmak zor. Büyük şehirlerde kalacak yer bulamayan öğrenciler “Barınamıyoruz” hareketi başlatıp parklarda sabahladılar. Eğitim şartları ve okullarıyla ilgili bir durumu protesto etmek için gözaltına alınma riskini göze almaları lazım. Bu memlekete ne lâzımsa, devlet büyüklerimiz getiriyor nasıl olsa…

Şanslı gençler, iyi bir öğretim kadrosunun olduğu okullarda okuyabiliyor ama ihtiyaç-performans ve piyasa dinamikleri hesabı yapılmadan her yere açılmış okullarda iyi bir akademik kadro bulmak da zor. Zamanında okulu bitiremeyen öğrencileri bekleyen bir GSS problemi sürprizi var! Devlet, öğrenciye diyor ki, “Senin yaşın ilerledi, kendi sigortanı ödemelisin, babanın-annenin sağlık sigortasından yararlanamazsın!” Öğrenci “Param yok, nasıl ödeyeyim?” dediğinde babasının gelirlerini bölüştürüp ona da bir miktar düştüğünü hesaplıyorlar.

Isparta’nın İslamköy’ünde doğup büyüyen çoban bir çocuğun, kendi imkânlarıyla çalışarak Türkiye’nin en iyi okullarında mühendislik okuyabilmesi ve yetenekleri sayesinde bürokraside/siyasette yükselmesinin devri geçti. “Selam ve dua ile…” kalıbıyla bitecek bir mektupla referans isteme şansı olmayan gençler bilgi ve yetenekleri ile uyumlu bir memuriyet kadrosu elde edemiyor.

Ekonomik şartlar, özel sektörde iş bulmayı ve o işte kalıcı olmayı çok zorlaştırdı. “Aileme artık daha fazla yük olmayayım, GSS primleri ödemek zorunda kalmayayım, KYK kredilerini zamanında ödeyebileyim, erkenden sigortamı başlatayım da emeklilik işim zora girmesin” gibi endişelerin gölgesinde gençlerimiz, işsizliğin ve enflasyonun tavanlarda olduğu zamanlarda, bulabildiği ilk sigortalı maaşlı işe yapışmak istiyor. Aileden başlayarak, fikren hür olamadığı bir ortamda büyüyen, boynunda bu kadar ekonomik prangalar bulunan bir genç, hayallerindeki işi bulabilecek mi veya hayallerine odaklanabilecek mi?

Haydi diyelim, başkalarının yanında çalışmadan, kendi hayalindeki iş için araştırma ve geliştirme fırsatı buldu ve kendi çabasıyla bir ürün-fikir çıkardı ortaya. Bu fikri ya da ürünü hayata geçirmek, seri üretime başlamak için şartlar müsait mi? Şirket kurması lazım, sermaye lâzım, iş gücü olarak ekip kurması lâzım. Daha para kazanmaya başlamadan maliye yapışacak yakasına, önce vergilerini öde diyecek. “Kazanmadım ki, neyin vergisini ödeyeceğim?” dese bile kimseyi inandıramayacak, kendisine “Senin gibilerini çok gördük, azıcık para kazanmaya başladınız mı kaçacak veya vergi kaçıracaksınız, neme lazım, şimdiden ben alabileceğim parayı alayım da…” denecek.

Eskiden, gelecek kaygısı olmaması ile bilinen tıp doktorluğu bile kendisinden kaçılan bir meslek oldu. Devlet hastanelerinde haddinden çok fazla iş yükü altında çalışmak zorunda kalıyorlar ve can güvenliklerinden emin olamayan sağlık personeli var. İçinde bulunduğumuz günlerde, yurtdışında çalışmak için pek çok doktorun istifa edip gittiği haberleri var.

Geçmişten gelen sıkıntılar ve gelecek endişesi, maalesef zor şartlar altında tahsil alarak yetişmiş insanlarımızın yurtdışına göç etmesine sebep oluyor. Karşılaşılan her zorlukta ilk öne sürülen sebep olan “dış güçler”in neyi ne kadar etkilediğini bilemem ama bu “dış göçler” devam ederse ülke olarak her alanda bizi zor günlerin beklediğini söyleyebilirim.

Dış göçleri engellemenin ve tersine çevirmenin yolu ülkenin iklimini değiştirmekten geçiyor. Fikir ve konuşma hürriyeti tesis edilmeli ki, insanlar gördükleri yanlışlıkları eleştirebilsin ve onları düzeltme imkânı olan kişilere seslerini duyurabilsin. Yoksa, karşısında herkesin sustuğu kötülükler sıradanlaşır ve adalet sistemi felce uğrar. Ülke kaynaklarını belirli zümreler paylaşır ve garibanlar yiyecek ekmek bile bulmakta zorlanır. Hürriyetsizlik, ekmeksizliği netice verir. Geleceği müphem küçük bir ekmeğini kaybetmemek için hürriyetinden geçenlerin kulakları çınlasın!

Hürriyetin tesisinden sonra bütün işlerin hak ve adalet çerçevesi içinde işlediği hissettirilmelidir. Toplumsal statüsü ve maddî imkânı ne olursa olsun, gereği kadar çalışan herkesin iyi okullara ve güzel mevkilere gelebileceği liyakat ortamı oluşturulmalıdır. İmkânlar ölçüsünde başarılı öğrenciler burslarla teşvik edilmeli, vergi indirimleri gibi müşevviklerle iş dünyasının genç girişimcilere yatırım yapmasının önü açılmalıdır.

Karşılaştığı zorluk karşısında pes edip dışarıya kaçmak en ucuz kurtuluş olabilir ve kaçan kişi sadece kendini kurtarmış olur. Ülkesinde kalarak zor şartlar altında hürriyet, hak, adalet ve liyakat mücadelesini sürdürenlere selam olsun. Meyvelerini kendileri görmeseler bile sonraki nesillere eşsiz bir hediye bırakmış olacaklar. Bir şarkının dizelerinde geçtiği gibi “Şehre bir film gelecek, bir güzel orman olacak, iklim değişecek ve Akdeniz olacak, hadi gülümse!”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*