Tesettürün illet ve hikmet boyutunun ötesi

Günümüzde, mengeneye sıkıştırılmış bir tesettür anlayışı cârî. Burada tesettürün nasıl olması gerektiğinden ziyade, hikmet ve illet boyutuna ve boyutların da ötesine değinmeye çalışacağız.

Malum olduğu üzere tesettürün farziyeti, Kur’ân’ın açık nassı ile sabittir ve tartışmaya açık bir konu da değildir. Mevzubahis olan ayetin sebeb-i nüzulü hanımların dışarı çıkarken (bakışlarla) rahatsız edilmesi olup, Hz. Ömer’in (ra) bunu Efendimize (asm) arz etmesi ve ayetin nazil olması şeklinde olmuştur.1 Bu hüküm indiğinde hanım Sahabîler, Hz. Aişe (r.anha) annemizin naklettiğine göre “eteklerindeki fazlalıklardan kesip başlarını örtmüşler”dir.2

Bununla beraber tesettür, sadece bir başörtme meselesi değildir elbette. Zira bakışlarda da, konuşmada da tesettür vardır. Ve biz bunların örneklerini hem Sünnette hem Kur’ân’da görürüz. Meselâ; Hz. Musa’nın (as) müstakbel hanımıyla olan diyaloğunda “konuşmanın tesettürüne” şahit oluruz.3 Yine, âmâ bir Sahabînin içeri girmesi üzerine hanımlarına örtünmelerini söyleyen Efendimizin (asm), eşleri “Ama o bizi görmüyor” diye itiraz ettiklerinde, “Siz onu görüyorsunuz ya!”4 buyurmasıyla kadın-erkek ayrımı olmadan “bakışlardaki tesettürü” ders vermesinde de görürüz. Bu da esasında bir hayat tarzının ifade şeklidir.

Tesettür sadece bedeni örten, muhafaza eden bir kumaş değil, ruhu bütün pisliklerden koruma gayretidir. Zira insanda bir anlam ifade eden ancak ruhtur. Ruhunu muhafaza edememiş bir kimse bedeninin esaretine girer! Tesettürün başa geçirilen bir örtüye indirgenmesi son zamanların skandalıdır. Günümüzde setr-i avreti tesettür zannetme hatası son derece yaygındır. Halbuki setr-i avretten ibaret bir örtünme tesettür değilken, tesettür setr-i avreti de içinde barındırır. Yani kadın-erkek için fark etmeksizin her tesettürlü avretini örtmüştür fakat her avretini örten tesettürlü değildir.

Tesettürün fıtrata münasip olmakla beraber farz olması ve ibadetlere taalluk etmesi de sarf-ınazar edilmemesi gereken bir konudur. Zira sadece hikmet yahut fıtrî yönünü nazara verdiğimizde, ibadetlerdeki kısmını izah edemeyebiliriz, ama biz bilmesek de Allah onda pekçok hikmetler dercetmiştir. Neticede bir hükmün farz olması, hikmete bağlıda değildir. Yoksa bir gün hikmetinin kalkması, hükmün de kalkmasını gerektirecektir. Sözgelimi domuz etinin haram olmasına hikmet olarak gösterilen “domuzun necis şeyleri yemesi” ortadan kaldırıldığında, yahut içkinin sarhoş edici özelliği kalktığında, mesela sarhoş olmayacak kadar içmek, haramlıkları kaldırmadığı gibi tesettür için gösterilen “rahatsız edilmek” söz konusu olmadığında da tesettür farzdır.

Öte yandan, tesettürü Efendimizin (asm) yaşadığı asra hasretmek, hayâ, iffet ve edebi tarihe hasretmektir. Post-modern zamanlarda tesettürün sekülerizmin, bir başka deyişle sefahetin kurbanı olması siyasal İslam’dan dijital çağa, eğitimden modaya birçok âmilin müşterek eseri ve esîri olmuştur. Hayatımızın yegâne mihveri olan imanımıza dadanan bu sinsi âmiller, ağır olan imtihanı –itiraf etmek gerekirse– daha çetin kılmıştır. Tesettürü akıllarına sığıştıramayan, kalplerine sindiremeyenlerin onu tarihî bir uygulama yahut kültür objesi görmeleri Kur’ân ve Sünnet denizinden nasipsiz kaldıklarını gösterir. Böylesi bedbahtlar, şirin ve çağdaş gözükmek adına dalâlet vadilerinde at koştururlar. Bu divaneler ve takipçileri, pratikte –güya– Allah’ı protesto etmektedirler. “Ben yapmıyorum!” diyerek Hak Teâlâ’ya hadsizce meydan okumaktalardır. Burada mesele ikiye ayrılır: Birincisi bu hükmü reddeden, diğeri de bu hükmü kabul edip ancak hükmü uygulamayanlardır. Birincisinde küfür, ikincisinde günah vardır ve bu bir tercih meselesidir. Bu ne büyük bir zulüm, ne büyük bühtandır! Garip bir şekilde bugün bu konuyu yine tartışmamız, ahlâk krizini aşamadığımızın da bir göstergesidir. Ahlâk buhranının birçok faktörü olmakla beraber biri de budur.

Ezcümle; hikmet, Efendimize (asm) talim edilen Sünnettir ve Sünnet ise ittibâı gerektirir. Her şeyin ardında somut bir gerçeklik aramak ise hikmet değildir. Nitekim Kur’ân’ın mü’minleri tarif ederken bahsettiği ilk özellik “gayba inanmaları”dır; yani görmedikleri halde…5 Şundan anlamamız lâzım ki bazı şeyleri, somut bir karşılığını görmesek bile(!), kabul etmemiz icap eder.

Ancak yine de tesettürde nice hikmetler de görürüz. İnsafla bakan vicdan sahipleri, onun yaratılışa uygunluğunu ve pek çok faydasını elbette görür. Fakat yine de bütün bunlar olmasa bile Allah emrettiği için itaat etmek, mü’minlerden beklenen bir tavırdır. Nitekim, “Duyduk ve itaat ettik!”6 denecek konulardan bir tanesi de budur. Ayrıca gayba inanan birinin gaybdan gelen hükme tâbi olmaması düşünülemez. Nitekim en büyük hikmet imandır ve iman koşulsuz itaat etmeyi gerektirir. Binaenaleyh bu kabul, Kur’ân’ın tarifine göre–takdir edilen–ilim ve iman sahiplerinin tavrıdır.7

Dipnotlar:
1)  Ahzâb Suresi: 59.
2) Buharî, Nesâî.
3) Kasas Suresi: 23.
4) Ebû Davud, Libas 37, 4112.
5) Bakara Suresi: 3.
6) Nûr Suresi: 51.
7) Âl-i İmrân Suresi, 7.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*