Geri kal, öne çık!

Herkesin -hayatının en azından belli bir döneminde- şiddetle merak ettiği, beklemeye tahammül edemeyerek derhal neticelenmesini istediği şeyler olmuştur. İş, okul, sınavlar veya katıldığınız bir yarışmayla ilgili olabilir bu merak edilen şey. Benim bir şeylerin hızlanmasını ve hemen neticelenmesini arzu ettiğim çok zamanlar oldu meselâ. İşte “Neden hemen olmuyor? Hadi olsun artık!” dediğimiz noktalarda bizi rahatlatacak, omuzumuzdaki yükü hafifletecek iki isim öğrendim geçenlerde; Mukaddim ve Muahhir. Allah öne alan ve geriye bırakandır, takdim ve tehirinde muhakkak bir hikmet vardır. Bazı şeyler önce olur, bazı şeyler daha sonra…

Eski bir yazıda1 bahsi geçen Esma-i Hüsna derslerinden bir yenisine katıldığımda, nasibime bu isimler düştü, iyi de oldu. Derste hocamızın2 söylediği hakikatler bu ayki köşemizin misafiridirler:

Allah Mukaddim [Dilediğini maddî-manevî nimetler verip öne geçiren, başkalarından daha ileri, daha başarılı bir duruma getiren] ve Muahhir’dir [Dilediğini bir hikmetten dolayı sonraya bırakan, erteleyen]. Bazı şeyleri öne alır, bazı şeyleri geri bırakır. Bu takdim ve tehir meselesi farklı şekillerde görünür. İlk olarak tertiben takdim ve tehir vardır. Meselâ Allah, semavat ve arzın yaratılmasını takdim etmiş, öne almış. Geriye kalan mümkinatın yaratılmasını ise tehir etmiş, ertelemiştir. O halde bu takdim ve tehir, tertip noktasında oluyor.

İkinci şekil ise, biçim ve görünüm noktasındaki takdim ve tehirdir. Allah insana ikramda bulunmuş ve onu diğer hayvanların önüne geçirmiş, üstün kılmıştır. Allah insanı en şerefli, faziletli bir surette halk etmiş; diğer canlılara takaddüm ettirmiştir.

Bir diğeri, zaman itibariyle takdim ve tehirdir. Bir diğer çeşidi ise keyfiyet/nitelik itibariyle takdim-tehirdir. Âlim ile cahil arasındaki üstünlük farkı Allah’ın bu ismini yansıtır. Çünkü ilim bir niteliktir. Allah âlimleri, kazandıkları ilim niteliğinden dolayı üstün kılar. Meselâ yalancı ve dürüst olan iki kişiden, dürüst olan kişi sahip olduğu “sıdk” niteliğinden ötürü üstün; yalancı ise yine aynı şekilde, kendisinde az olan yahut olmayan sıdk niteliğinden dolayı gerilerdedir.

Bir diğer sebep kemiyet, sayıca çokluktur. Meselâ bir sınavda alınan notun yüksekliğine göre kimileri öne çıkar, kimileri geride kalır. Bu öne çıkıp/geri kalmak her zaman bir fazilet belirtisi olmak zorunda değildir. Meselâ fazla parası olan kişi, az parası olan kişiye takaddüm etmiştir. Bu bir meziyet olmak zorunda değildir. Allah birisine fazla, diğerine az mal vermiştir.

Tüm bu saydığımız tertip, şekil, zaman, keyfiyet ve kemiyet yönünden üstün kılma/geri bırakma fiilleri Allah’ın ilmi dairesinde takdir edilir. Allah her şeyi bir kader ölçüsüyle yaratmıştır. Allah ezelde benim ne kadar yaşayacağımı, nasıl bir suretim olacağını, hangi şekil üzere yaşayacağımı, nerede, neyi, nasıl yapacağımı hep takdir etti. Sonra vakti geldikçe onları kaza edecek.

Bu Mukaddim ve Muahhir isimlerinin bir diğer manası da Mukarrib [Yaklaştıran] ve Mub’id [Uzaklaştıran] anlamındadır. Bir kişiyi öne çıkardığımızda onu kendimize yakınlaştırmış, geriye bıraktığımızda ise onu uzaklaştırmış oluruz. Allah Mukaddim ve Muahhir’dir. Çünkü bazı kullarını kendisine yakınlaştırır, bazılarını ise uzaklaştırır. Kul dünyadan her uzaklaştığında Allah’a yakınlaşır. Bu uzaklık-yakınlık elbette maddî değil, manevî anlamdadır.

Eğer Allah’a yakınlaşırsam bu, Allah beni kendisine yakınlaştırmış demektir. Ona yaklaşan ben olamam. Fazlı ve keremiyle beni seçip, kendisine yakınlaştıran Odur. Allah muhafaza, Ondan uzaklaşırsam da Allah beni kendinden uzaklaştırır.

Önemli bir diğer mesele; Allah’a yakınlık ve uzaklığın, şeriatımızca sınırları belirlenmiştir. Yani zahiren ve batınen, fıkhen ve akideten Allah’a yakınlık ve uzaklık kavramları belirlidir. Meselâ, bir insan sabahtan akşama kadar günah işleyip, sonra da “Ben kendimi Allah’a yakın hissediyorum” diyemez. Çünkü bu sözü doğrulayan bir şey yoktur ortada. Bu sözü doğrulayacak olan şey ameldir. Sen Allah’a yakın olduğunu düşünüyorsan bu düşünce, onu doğrulayacak bir delil ister. Bu delil ise ameldir; Allah’ın emir ve yasaklarına itaattir. Resul-i Ekrem (asm) bir hadis-i kudsîde ‘Benim kulum, kendisine farz kıldığım şeyden daha sevgili bir şeyle bana yaklaşamaz.’ [Buharî, Rikak: 38] buyuruyor. Yani Allah’a yakınlaşmanın yolu ilk olarak farzlardan geçer. Meselâ, farzlarını aksatan kişi için gece kalkıp ibadet edip etmediğine bakılmaz. Tüm geceyi ibadetle geçirip, uyuduğunda sabah namazı vaktini geçirmekle Allah’a yakınlaşılmaz. O gece ibadeti, sabah namazına denk gelmez. Allah’ın farz kıldığı bir ibadete asla muadil olamaz.

Bir insanın Allah’a yakın olup olmadığını nereden anlarız? İlk olarak bakılacak şey zâhirdir. O kişi gerçekten Allah’ın emrettiklerini yapıp, nehyettiklerinden kaçınıyor mu? İkinci olarak farzların yanında sünnete tabi olup olmadığına bakılır. Bundan sonra ise nafileleri yapıp yapmadığına bakılır. Kişi nafileleri yerine getirmeye çalışıp, farzlara ehemmiyet vermiyorsa, burada bir tezat var demektir. Eğer bu sıralamaya göre güzel amel işliyorsa da bu, onun için sıdk-ı kalbe ve kurb-u İlâhîye bir alamettir.

Evet, Allah dilediğini takdim eder, öne çıkarır. Bu onun fazlındandır. Ve Allah dilediğini tehir eder, geri bırakır. Bu onun adlindendir. Allah bazı kullarına fazlıyla, bazılarına ise adliyle muamele eder.

Kulun, Allah’ın bu iki isminden alması gereken netice; kadere teslim ve rızadır. Allah Mukaddim ve Muahhir’dir. Eşyaları kemiyet, keyfiyet, tertip ve şekil yönünden tayin eder ki; buna kader deriz. O hâlde kul, Allah’ın bu takdirine razı olmalıdır. Ve zahiren ve bâtınen Allah’ın bu takdirine itirazdan çekinmelidir.

Kadere ve Allah’ın takdim/tehirine muhabbetle rıza gösterebilmek duasıyla…

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Dr. Öğr. Üyesi Ali M. A. El-Ömerî

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*