Balat ve civarında birkaç cami, birkaç kilise

İşbu yazı; ayağımıza botları, sırtımıza kalın kabanı çekip, yetmez deyip atkı ve eldivenleri kuşandığımız epey soğuk ve rüzgârlı bir kış günü memleketten henüz gelmiş teyze kızını gezdirdiğimin yazısıdır. İkimiz de işsiz mezunlardan olduğumuz için gezeceğimiz yerin tek vasıtayla gidilebilecek kadar yakın, fakat gittiğimize değecek kadar da güzel olması gerekiyordu. Ulaşım giderek pahalanıyor malum… Ve böylece Balat’a gitmeye karar verdik. Hem bu vesileyle yıllardır aklımın bir köşesinde kalmış Fener Rum Patrikhanesini de görebilirdik.

Otobüse bindik, Unkapanı durağında indik. İlk uğradığımız yer Şâzelî Tekkesi Mescidi oluyor. Öğle namazını kılıp yola devam etmek en mantıklısı. Oldukça küçük olan mescidin arka cephesinde gizlenmiş bir
“يا سيدنا الإمام علي ابو الحسن الشاذلى / Yâ Seyyidene’l-imâm Ali Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî” yazısını fark ediyoruz. Çok dikkat çekmeyen bu şirin mescitten çıktıktan sonra Kadir Has Üniversitesi’ne doğru ilerliyoruz. Eski bir tütün fabrikası olan bu bina,1997’de Maliye Bakanlığı tarafından Kadir Has Vakfı’na satılmış ve 2002 yılından beri de Kadir Has Üniversitesi’nin merkez kampüsü olarak kullanılıyormuş. Bu kısmı bizi çok ilgilendirmiyor gerçi. Biz, üniversite bünyesinde yer alan Rezan Has Müzesi’ni gezmek istiyoruz. Ama etrafta bir tabela falan görünmüyor, nereden gideceğimizi de bilemeyip etrafa bakınıyoruz. Sonra orada bulunan bir abiye soruyoruz. O da bilmiyormuş. Biraz da çekiniyoruz açıkçası. Üniversite sonuçta. Öyle kafamıza göre bahçesine girmek istemiyor, “Neyse..” deyip yola devam ediyoruz.

Abdülezel Caddesi üzerindeyiz. Solumuzda Cibali Kapısı görünüyor. “Rivayete göre İstanbul’un, II. Mehmed tarafından 29 Mayıs 1453’te fethedildiği gün, Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey bu semtteki sur kapısını kırıp şehre girmiş, bu kapı ve çevresindeki semt, daha sonra bu kişinin adı ile anıla gelmiş, sonradan halk arasında Cibali şeklinde değişmiştir.”1 Kapının hemen yanında Cibali Karakolu denilen eski bina var. Kapıdan geçerek sağdaki sokaktan devam ediyoruz; Cibali Şerefiye Sokak. İnternette güzel bir sokak olduğu yazıyordu ama pek aradığımızı bulamıyoruz açıkçası. Biraz tenha geliyor bize. Fakat sonradan tahmin ettiğimize göre güzel olan sokak sadece “Şerefiye Sokak”mış. Cibali’si yokmuş yani. Olsun, devam ediyoruz. Birkaç güzel grafiti fotoğrafladıktan sonra karşımıza Gül Câmii çıkıyor. Bir yokuşun eteğine kurulmuş bu güzel cami eskiden bir kiliseymiş. İçine girebilmek için yokuşu tırmanıyoruz. Önünde çok güzel bir çınar ağacı var. Maşaallah, gökyüzü de epey parlak.

Tekrar Abdülezel Caddesine iniyoruz. İlerleyince solda kalan Ayakapı Caddesini takip ederek Miralay Nazımbey Caddesi’ne çıkıyoruz. Hedefimizde Rum Patrikhanesi var. Biraz navigasyon, biraz içgüdü kullanarak bulmaya çalışıyoruz. Meğerse yanlış caddeye girmişiz. Bir yere sapmadan düz devam edip, sonradan solumuzda kalacak olan Dr. Sadık Ahmet Caddesi’ne girmemiz gerekiyormuş. Burada çok güzel cumbalı, boyalı evler var.  Evleri takip ediyoruz vee karşımızda Fener Rum Patrikhanesi! Önce bir hayal kırıklığı. Çünkü ben hep o tepedeki kırmızı binayı patrikhane sanırdım. Meğerse kırmızı bina Fener Rum Lisesi’ymiş. Patrikhane ise tek bir binadan değil de bir avluda bulunan çeşitli binalardan oluşuyormuş. Biz ziyaretçiler, bu kompleksin içerisinde sadece Aya Yorgi Kilisesi’ni gezebiliyoruz. Geziyi yaptığımız tarih yılbaşından iki hafta kadar önceydi. O yüzden kilise önündeki koca çam ağacı yılbaşı süsleriyle süslenmişti. Yine etrafta tabela falan yok. Nereyi gezip, nereye gireceğimizi bilemiyoruz. Öyle etrafa bakınırken, önce Türkçe sonra Rumca olduğunu tahmin ettiğimiz farklı bir dilde konuşan abileri işitiyoruz. Minik bir aydınlanma; insanlar Türkçe konuşuyor diye Türk-Müslüman olmak zorunda değil. Yine de Türkçe konuşan insanların Hristiyan olması çok garip geliyor. Ne demek yani, Peygamberimize (asm) inanmıyorlar mı?

Neyse. Sadece kiliseyi gezebileceğimizi o abiler söylüyor. Ellerimize tanıtım broşürü alarak, gördüğümüz şeylerin manasını çıkarmaya çalışıyoruz. İkonostasis denilen Hz. İsa’nın (as) hayatından ve İncil’den sahneler içeren duvar, azizlerin kemikleri ve Hz. İsa’nın (as) bağlandığına inanılan sütun epey ilgi çekiciydi. Çeşitli tefekkürler eşliğinde kiliseyi gezdikten sonra dışarı çıkıyor, Balat’ın rengârenk kafeler, antikacılar ve eskicilerle dolu cadde ve sokaklarında dolaşmaya devam ediyoruz.

Sıradaki hedefimiz Fener Rum Lisesi. Sancaktar Yokuşu’ndan çıkarak liseye varıyoruz. Çok küçük ölçekte Trabzon’daki Sümela Manastırı’nı hatırlatıyor. Dik bir yokuşu çıktıktan sonra ulaşılan görkemli bir yapı. Bir lise için fazla güzel bir bina. Binanın hemen arkasında Rumî’nin Mesnevî’sini okumak için kurulmuş Mesnevîhane var, yapının içinde mescit de bulunuyor. Tuhaf geliyor. Ortodoks Hristiyanlığın merkezi olan patrikhane ve diğer yapılar; İsmailağa’ya, Yavuz Selim Câmii’ne çok yakın.

Yola devam ediyoruz. İkindi ezanı da okundu. Mürselpaşa Caddesi üzerindeki Yusuf Secaattin Ambari Câmii’ne uğradıktan sonra geri dönüşe geçiyoruz. Dönüşte yol üzerindeki Demir Kilise’ye uğruyoruz; Sveti Stefan Bulgar Kilisesi. Artık soğuk, rüzgâr ve yağmurdan bitkin bir halde eve dönmenin vakti gelmiş oluyor. Elhamdülillah, güzel bir gündü.

Bu kadar kilise ziyaretinden sonra yazımızı Emirdağ Lahikası’nda yer alan, Vatikan’dan gelmiş bir mektupla bitirelim. Bediüzzaman, Zülfikar adlı eserini -ki Peygamberimizin (asm) mucizelerini konu edinen On Dokuzuncu Mektup, haşri anlatan Onuncu Söz ve Kur’ân’ın mucizeliğini ispat edenYirmi Beşinci Söz’den oluşur- Hristiyan dünyasının merkezine yollayarak tebliğ vazifesini yapmıştır. Bu mektup, Vatikan’ın Zülfikar eserine teşekkür mektubudur:

أفنديم!

ذوالفقار نام أل يازيسى اولان گوزل أثريڭز إستانبولده‌كى پاپالق مقامِ وكالتى واسطه‌سيله پاپا حضرتلرينه تقديم ايديلمشدر. بو نازك صايغيڭزدن طولايى غايت متحسّس اولدقلرينى بيلديرركن، اوزريڭزه جنابِ حقّڭ لطفلرينى ديله‌دكلرينى تبليغه بنى مأمور ايتدكلرينى عرضه مسارعت أيلرم. بو وسيله ايله صايغيلريمى صونارم أفنديم.

إمضا

واتيقان باين باش كاتبى2

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) “Efendim!
Zülfikar nam el yazısı olan güzel eseriniz İstanbul’daki Papalık makam-ı vekâleti vasıtasıyla Papa Hazretlerine takdim edilmiştir. Bu nazik saygınızdan dolayı gayet mütehassis olduklarını bildirirken, üzerinize Cenab-ı Hakkın lütuflarını dilediklerini tebliğe beni memur ettiklerini arza müsaraat eylerim. Bu vesile ile saygılarımı sunarım efendim.

İmza
Vatikan Bayn Başkâtibi”
(Emirdağ Lahikası-II)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*