Elma yeme psikolojisi

Bu yazımızda şükreden ve şükretmeyen insanların ruh hallerini bir elma misaliyle karşılaştıracağız ve insan ruhunun şükre kavuşmasıyla duyduğu lezzetten ve şükürden yoksun bir ruhun çektiği sıkıntıdan elma vasıtasıyla bahsedeceğiz.

Öncelikle, insan ruhunu anlamak için diğer canlı varlıkların yaşayışını, hâl ve vaziyetlerini incelemek, tahlil etmek gerekir. Çünkü insanın maddeten beslendiği, büyüdüğü, hayat bulduğu sistem olan kâinat, aslında onun ruhunun ve duygularının da ihtiyaçlarını karşılayacak, maneviyatını da besleyecek şekilde yaratılmıştır. Yaratan, insanın hem maddî hem de manevî ihtiyaçlarını giderecek olan sistemi kâinatla yaratmıştır.

Toprağa atılan bir tohumun orada büyüyüp gelişerek çimlenişine, oluşan bitkinin yeşerişine ve çiçek ve meyve verişine ve farklı türden hayvanların kendi türlerine ait düzen ve işleyişine baktığımız zaman, her varlığın kendi hâlinden memnun ve diğer canlılarla uyumlu bir vaziyette işlediğini ve hiçbir varlığın kendi yaratılışından şikayetçi bir hâl ve tavır içerisinde olmadığını görürüz.

Hayat sahibi varlıklar vaziyetleriyle kendilerine has bir şükür eda ettikleri gibi, kendilerine bakan ve bu hallerini müşahede eden insanlara da şükretmeyi öğretiyor ve onları da şükre davet ediyorlar. Fakat bu şükür davetçilerinin davetini kabul edip şükreden insanlar olduğu gibi, kâinatın bu davetini reddedip şükretmeyenler de vardır. Bu iki grup insanın yaşantılarını ve ruh hâllerini bir misal ile anlamaya çalışacağız.

Elma yiyen iki insan düşünelim. Birisi gafil, verilen nimetlerin kıymetini bilmediği gibi nimetleri ona verenin de kim olduğunu bilmiyor. Diğeri ise şâkir, nimeti nimet biliyor ve nimetten in’am’a yani nimetlendirmeye ulaşıp Ona şükrediyor.

Gafil olan kişi elmaya sıradan, “her zamanki elma” gözüyle bakıp elmayı ülfet içerisinde yerken o esnada başka bir işle de uğraşıyor, yani elmayı arka plana itiyor. Böylelikle elmanın tadını, rengini, kokusunu, şeklini, kabuğunu, nasıl ona ulaştığını, hangi aşamalardan geçtiğini ve hatırlanmaya lâyık onlarca özelliğini hatırına bile getirmiyor ve elmayı kimin ona bahşettiğini düşünmüyor. Bu kişi elma yediği sırada elmadan bir lezzet alsa bile o lezzet kısacık bir âna mahsus kalıyor ve elma bittikten sonra lezzet de bitiyor.

Şâkir (şükreden) ise elmayı eline aldığı sırada ilk olarak elmanın kıymetini idrak etmeye çalışıyor ve o an elma yemek haricinde başka bir işle meşgul olmuyor ki nimetin kıymeti düşmesin. Elmayı yemeye başlamadan önce o elmanın sanki bir fabrikadan üretilen ambalajlı bir ürünmüş gibi üretim aşamalarını ve eline varışını düşünüyor. Ve elmayı her ısırışında elma parçalarının vücut içerisinde aldığı yolu zihninde takip ediyor ve âdeta elmanın vücuda dağılışını ve hücrelerine işleyişini hissedercesine o ânın tadını çıkarıyor.

Şâkir olan kişi elmadan aldığı zevki ve duyduğu lezzeti ona verenin Kerîm olan Rabbi olduğunu ve o elmanın aslında Rabbinin onu bildiğinin ve sevdiğinin bir delili bulunduğunu hatırından çıkarmıyor. Böylece elmayla elmas gibi ruhunu aydınlatıyor, duygularını coşturuyor ve hisler deryasında yüzüyor. Bununla beraber elmayı yerken aldığı zevkin elma bittikten sonra da devam etmesi için o anlarını şükürle taçlandırıyor. Demek ki o, elmaya elma için değil elmayı Yaratan için bakıyor. Yani fânî bir nimetten yola çıkarak Bâkî olan Allah’a şükür vasıtasıyla ulaşıyor. O şükür ise kişiye sınırsız bir lezzet sunuyor. Çünkü elmanın geçici lezzetine bedel Rabbinin rızasına, Cenab-ı Hakkın iltifatına ulaşıyor.

Şâkir olan ile gafil olanın ruhsal durumlarını karşılaştırmak maksadıyla iki ruhu yan yana getirirsek gafilin ruhunun şakirin ruhuna gıpta ettiğini görürüz. Çünkü gafil kişi elmayı ve kendisini Yaratana lâyık bir vaziyette yaşamadığı ve verilen nimetlere gereken hürmeti göstermeyip nankörlük ettiği için, ruhu Rabbe karşı mahcup olur. Bu mahcubiyet içerisinde o vücutta sanki bir kafeste hapsolmuş gibi kendini hisseder. Öyle ki bazı zamanlar kafese sığmaz, oradan çıkmak, bedenden ayrılmak ister.

Gafil kişi ruhunun çektiği sıkıntıları önceleri fark edemez. Ancak dünya işlerini bir kenara bırakıp aklını istirahate çektiği sırada ruhunun aklına olan haykırışlarını işitir ve ruhunun çektiği acıyla acılanır ve sıkıntıyla sıkıntılanır.

Ruh sıkıntıları beraberinde duygusal yıpranmaları getirir. Çünkü insan ruhu yaratılış gereği bütün duyguları besleyen bir kaynaktır. Bu kaynak beslenmediği zaman duygular da beslenemez ve sönmeye yüz tutar. Böylelikle her bir duygu veriliş maksadının aksi yönünde kullanılıp yönelmesi gereken istikametten uzaklaşır ve sağa-sola dağılır. Mesela kalp, doğrudan elmayı verene değil dolaylı olarak elmaya bağlandığı için elma bittikten sonra kendini bir boşlukta hisseder ve tutunacak bir dal arar. Kişi ise kalbin tutunacağı o dalı elma ağacının kuru dallarında zanneder. Oysa Rabbinin ona uzattığı şükür dallarını görmez ve şükür kapısından girmez.

Gafil kişi zaman geçtikçe hiçbir şeyden lezzet almamaya başlar. Artık hayatın ona zevk vermediğini düşünür. Çünkü o, lezzetlerin kısa zaman sonra bitip tükeneceğini bilir. Muvakkat, geçici nimetler kişiye nikmet, yani ceza olur.

Nimetlere şükreden insan ise her bir nimetin daimî lezzetlere ulaşmaya vesile olduğunu bilir. Bir tohumun kendine mahsus bir şükürle çimlenip binler meyve veren bir ağacı meydana getirmesi gibi bir elmanın da şükür vasıtasıyla binler elma kuvvetinde bir lezzet verebileceğini düşünür. Güzel gördüğü için güzel düşünür ve güzel düşündüğü için de hayattan lezzet alır.

Elma yiyen iki insanın ruh hâllerini incelediğimiz yazımızı noktalamadan önce bu yazıdan aldığım son meyveyi de sizlerle paylaşmak istiyorum. Şükreden insanın aldığı lezzet elmadan değil şükürdendir ve şükretmeyenin yaşadığı bunalım hayattan değil şükürsüzlüktendir. Evet, lezzet şükürdedir ve şükür vefadır, şuurdur, hürmettir, hikmettir. Şükürsüzlükse küfrandır, gaflettir, israftır, zillettir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*