Mânâ-i harfî penceresinden kervansaraylar

Kervansaray tarih boyunca ticaret yapan insanların konaklama ihtiyacını karşılayan eserler olarak bilinir. Bu eserlerin küçük boyutlu olanlarına ise han denir. Bugünkü mânâda ise kervansarayları otel, hanları motel olarak akla yakınlaştırabiliriz. Orta Asya’daki ilk örnekleri Gazneliler döneminde görülmüş ve ribat olarak adlandırılmıştı. Misafirperverliğin, mimarinin, sanatın, emniyetin cem olduğu bu eşsiz eserleri bu yazımızda daha yakından tanımaya çalışacağız.

Kervansaray denilince özellikle akla Selçuklular gelir. Bilhassa Anadolu coğrafyasında ticaret güzergâhlarına 30-40 km aralıklarla doğu-batı, kuzey-güney istikametinde bu nadide eserlerin inci tanesi gibi dizilmesinde Selçuklular başrolü oynamıştır.

Heybetli görünümleriyle kaleleri hatıra getirir. Yüksek duvarları, mazgallı pencereleri ve tek kapı girişlerinin olması emniyet verdiği gibi, düşman ve eşkıya taarruzlarına karşı savunmayı kolaylaştırır. Bu yönüyle sadece ticarî değil, askerî nitelik de taşıdığını gösterir. Nitekim sefer sırasında ordunun konakladığı, yabancı hükümdarların ağırlandığı kervansarayların gerektiğinde hapishane ve sığınak olarak da kullanıldığı bilinmektedir.

Görkemli taç kapıdan içeriye girdiğinizde sizi mini bir şehir karşılar. Dıştan hayal edemediğiniz bir dünya merakınızı celp eder. İç ve dış arasındaki farka hayret edersiniz. Dışarıdaki tek tip yüksek duvarlar gitmiş, yerine bir tür külliye gelmiştir. Barınma ve yemek imkânlarının yanı sıra hamam, mescit, eczane ve gerektiğinde hekim dahilinde sağlık hizmetleri, fakir yolculara bedava ayakkabı, hayvanlar için yem, nalbant, veteriner, araba tamiri gibi hizmetler sunulmuştur.

Üç güne kadar yeme-içme ve konaklama ücretsizdir. Üstelik neden üç gün olduğunun tahminimize göre iki sebebi var. İlki “Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” (Buhârî, Edeb: 31) hadisidir. İkincisi ise olası suistimalleri önlemek olarak düşünebiliriz.

Üç güne kadar ihtiyaç olan her şeyin karşılanması misafirperverlik olduğu kadar bunun bir rant kapısına çevrilmediğinin de ispatıdır. Bugünkü otel mantığından farklı olarak çok fazla kâr elde etmek değil, en iyi misafirperverliği göstermek esas olmuştur. Belki de bu halis düşünce ve ihlâs sebebiyle Alaaeddin Keykubat döneminde Selçuklular zekât verecek yoksul bulmakta zorlanmıştır. Demek ki ameldeki ihlâs, dünyevî neticelerin de alınmasına vesile oluyor.

Ticaret kervanlarının ülke değiştirmesindeki en önemli handikap güvenlik sorunudur. Kervanın eşkıyalar tarafından soyulma ihtimali ticareti menfî etkiler. Kervansarayların güvenliğinin sağlanmasında yeteri kadar asker olması tüccara güven verir. Selçuklular bu anlayışı bir adım daha öteye taşıyarak ülke sınırlarındaki herhangi bir soygunun bedelini tüccarlara ödeme hususunda garanti vermiştir. Böylece tüccar Selçuklu sınırına girdiği andan itibaren devlet güvencesiyle hareket etmiş, rahat ve emin bir şekilde ticaretini yapabilmiştir.

Hatta bu kaide kervansaray içinde bile uygulanmıştır. Örneğin; kervansarayda bir hayvanınız öldüğü takdirde, o kervansarayı işleten veya idare eden kişi size at ayarlamak zorundaydı. Devlet bu zararları öderdi.

Bu vakıalar atalarımızın sosyal devlet anlayışını göstermesi açısından manidârdır. Üstelik bu eserlerin yapılmasında emeği geçen sultanlara herhangi bir minnet gösterilmesi de beklenmiyordu. Tamamen ihlâs odaklı bir nazarı müşahede ediyoruz. Öyle ki bu anlayış taç kapılardaki ifadelerden net bir şekilde okunuyor. Örneğin Aksaray’daki Sultanhanı’nın taç kapısı üzerinde, ‘El-minnetü lillah’ yazar. Manası “Minnet, sadece Allah’adır.” Yani, orayı yaptıran sultanlara minnet duyulmasına gerek yok, minnet edilecek olan sadece Allah’tır.

Kervansarayların giriş ve çıkış saatleri de kesin kaidelere bağlıydı. Evliya Çelebi’nin aktardıklarına göre; kervansaraylara gelen kervanlar akşam ezanı okunmadan içeri girmek zorundaydı. Eğer ezan okunduktan sonraki vakte kalmışlarsa başlarında bulunan rehberleri tanıdık ise içeri alınabilirlerdi. Sabah ezanı okunmadan yani gün aydınlanmadan dışarı çıkamazlardı. Dışarı çıkmadan önce ortaya bir tellal çıkar, kervanların eksik ve yitik bir şeylerinin olup olmadığını sorar, eksik ve yitik tamamlanmadan kapılar açılmazdı.

Kervansaray sanatı yalnızca Türk Mimarîsinde görülen bir mimarîdir. Yani, geleneksel mimarîmizi yansıtan eserlerdir. Avrupa’da böyle bir mimarî olmadığı gibi ticaret mimarîsi de yoktur. Zira, Avrupa’da bu ticaret şehirden şehre, kaleden kaleye yapılıyordu. Genellikle sade bir mimarîye sahiptir. Bir kervansarayın en süslü yapısı kuşkusuz taç kapısıdır. Taç kapı, misafirler tarafından görülen ilk ve en güzel süslemenin olduğu bölümdür. Ana cephede yer alarak; eserin ihtişamını ve yaptıran kişinin prestijini yansıtır. Genel itibariyle geometrik süslemeler ve Rumî motifler kullanılır. Ayrıca kitabelerinde ayet ve hadisler de yer alır.

Finans’ın ihlâsla da yapılabildiğini, esas olanın para kazanmak değil, hizmet etmek olduğunu, insanın can ve mal emanetini kendi can ve malından daha kutsal sayan bir anlayışla idare edilebileceğini, tüm bu gayretin hedefinde Allah’ın (cc) rızasını kazanmak olmasının önemini, kervansaraylar anlamak isteyene âdeta haykırıyor. Ecdadımızı hayırla yâd etmek ve bu manaları yerinde yaşamak için geçmişte her milleti misafir eden kervansaraylar yeni ziyaretçilerini bekliyor. Davete icabet etmek ister misiniz?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*