Biri, Hiçbiri, Binlercesi

 Binlercesinden biri…

Bir yazarın ilk defa bir kitabını okuyorsam o kitabın biyografi kısmını en sona bırakmak, kendimle oynadığım küçük bir oyun. Kitabın içinde yazarın yaşam ve karakterine ilişkin ipuçları bulmaya çalışmak… Bu romanı okurken içimde yazarı tanımaya dair büyük bir istek uyandı. Oluşturduğu karakter ve yazar; ne garip adam ama…

Vitangelo Moskardo’nun tüm yaşamı, karısının bir gün ona sorduğu ve burnunun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. 28 yaşındaki Vitangelo, o ana dek burnunu çok güzel olmasa da hayli kabul edilir görmüş ve bu kusurunun âni ve beklenmedik keşfi onu oldukça rahatsız etmişti.

Karısının yapmış olduğu bu keşfin ardından, çevresindeki herkesin onun beden kusurlarının farkına varmakla kalmayıp, onda o kusurlardan başka hiçbir şey görmediklerine ikna etmişti kendini. Bugüne dek hayatın içinde yaşayıp giderken burnu üzerinde hiç düşünmemişti. Peki ya başkaları öyle mi?

“Dışarıdan bakanlar için düşüncelerim ve duygularımın bir burnu var, benim burnum. Ve benim göremeyip onların görebildiği bir çift göz. Düşüncelerim ve burnum arasında nasıl bir ilişki var? Bana sorarsanız, hiçbir şey yok.”

Başkalarının gözünde, bugüne dek kendi zannettiği kişi olmadığı görüşü Vitangelo’nun içine yerleşmeye başlamıştı. Bugüne dek kendi olduğuna inandığı kişi, başkalarının gözünde de aynı kişi değilse, Vitangelo kimdi? Yoksa içinde yabancı biri daha mı vardı, o başkalarının görüp kendinin göremediği yabancıyı delicesine görmek ve tanımak istiyordu. Vitangelo’nun bu isteğini abes görmek kendimizi kandırmak olur. Ne yani hiç yaşamadınız mı bu durumu? Bir başkasının gözünden nasıl göründüğünü, nasıl bilindiğini merak etmek… Ya da başkaları tarafından kendi gerçeğinden farklı algılandığındaki o hayret ve şaşkınlık. Hâlâ “Ben hiç yaşamadım” diyen varsa, yazar versin size cevabını: “Başkalarının gözünden nasıl biri olabileceğiniz düşüncesini aklınıza getirmemekle iyi de yapıyorsunuz; gel gelelim bu, başkalarının sizinle ilgili yargıları umurunuzda olmadığından değil, aksine bu çok önemsediğiniz ve başkalarının dışarıdan sizin kendinizi gördüğünüz gibi algıladığı şeklinde mutlu bir yanılsama içinde olduğunuzdan.”

Vitangelo’nun bu yabancıyı ararken karşılaştığı durum işi daha da içinden çıkılamaz bir hâle sürüklemişti. Eşinin gördüğü ve tanıdığı Vitangelo farklı, iş arkadaşının onda bulduğu kusurlar ve kişi bambaşkaydı. İnsanlar onu kendilerine ait yöntemlerle tanıyor, duyuyor ve görmek istiyorlardı. İnsanların her birinin gördüğü Vitangelo birbirinden farklıydı. Yani tanıdığı insan sayısı kadar Vitangelo vardı, peki kendi içinde Vitangelo tek kişi miydi ya da kaç kişiydi? Biri, hiçbiri, binlercesi…

Düşünceler ve kelimeler de aynı insanlar gibi. Söylediklerimizin karşı tarafta neye dönüştüğünü, onları nasıl içselleştirdiğini hiçbir zaman tam anlamıyla bilemeyecektik, o da bizim ne anlamda söylediğimizi bilemeyecekti. Çünkü her ikimiz de kelimeleri birbirimize söylerken kendi anlamlarımızı yüklemiştik onlara.

Moskardo, başta eşinin sonra da tüm çevresinin ona biçtiği karakterden çokça rahatsız oluyordu. Çünkü bu biçtikleri karakterler hiçbir zaman tamamen kendisini yansıtmıyordu. Onlara da bu yanılsamayı yaşatmak istiyor, onların Moskardo’yu tanıdıkları gibi olmayabileceğini kanıtlamaya çalışıyordu. Ama insanların bunu anlaması imkânsızdı. Yapabilecekleri tek şeyi yaptılar yine, ona yeni bir karakter daha biçtiler o kadar: Moskardo aynı zamanda bir deliydi artık onların gözünde.

Gerçeklik algımızı derinden sarsan bu kitabın içeriği hakkında saatlerce konuşabilirim. Ama bunlar ancak benim fikirlerim olacaktır. Öyle ya benim fikirlerim de her birinizde ayrı ayrı algılanacağından aslında yine tek fikirden söz edilemez. Neysee iyisi mi siz yazarı dinleyin. Hattâ yazar sadece sizi bir dinleyici ya da okuyucu tarafına koymuyor, kitabın içinde ciddi ciddi sizinle konuştuğunu göreceksiniz.

Kendimizce doğru diye tanımladığımız yargıların kişiden kişiye bu kadar değişebildiğini hattâ kendi içimizde bile an be an değişen yargıları anlamak adına harika bir roman. Hele de benim gibi insan psikolojisine karşı bir zaafınız ya da ilginiz varsa bu romanla ilginiz bir kat daha artacak ve bir insanın düşünebilecekleri ve psikolojisinin ne kadar uçsuz bucaksız olabileceğini hissettirecek size bu roman.

Üslubunun, olay örgüsünün ne kadar sağlam olduğunu 1934 Nobel edebiyat ödülü almasından anlayabilirsiniz.

Şimdi kitabın başına gelelim. Aklını kaybeden ve bir zamandan sonra herkesçe deli olarak algılanan Vitangelo’nun hayat kesitlerinde o kadar ilginç ayrıntılar var ki yazarın bu duygu ve düşünceleri yaşamadan bunları yazmasının mümkün olamayacağı kanatine varmıştım. Hayatında zorlu bir dönem geçirdiğini anlamak zor değil. Ve işte kitabı bitirdikten sonra okuduğum kısa biyografisi tam da bu noktaya değinmişti: “Maddî sebepler ve 1. Dünya Savaşı nedeniyle bozulan aile huzuru sonrasında psikolojik olarak zor bir dönemden geçen Pirandello’nun bu dönemden sonra yazdığı eserler otobiyografik özellikler taşımaktadır.”

Kitabın menfi kısımlarından ziyade psikolojik ve felsefik boyutuna eğileceğinizi umuyorum.

Altını çizdiklerim

Kendimi yaşarken göremeyişim nedeniyle kendime yabancı kalırken, başkaları beni görebiliyor ve tanıyabiliyordu. –herkes bunu kendine özgü bir biçimde yapıyordu tabiî-

Hiçbirimizin gerçekliği diğerinden daha gerçek değil ve her ikimizinki de yalnızca bir anlığına var.

Her birimiz diğerlerine kendi içimizdeki dünyayı, sanki dış dünya imiş gibi zorla kabul ettirmeye çalışıyor, diğerlerinin de onu ille de bizim bildiğimiz biçimde görmesi gerektiğinde ısrar ediyor ve böyle yapmadıkları takdirde var olamayacaklarını iddia ediyoruz.

Zira başkaları için de, olduğumu zannettikleri o biri olmayabileceğimi kanıtlamak istemiştim.

İntiharı düşünen birisi, neden kendisi için değil de başkaları için ölü olduğunu hayal eder?

Hiçbir şey, bizi görmediğini ya da bizim gördüğümüzü görmediğini anladığımız, boş bakan bir çift gözden daha çok huzursuzluk verip allak bullak edemez bizi.

Hattâ dikkat edin derim, eğer kendi kendinize verdiğiniz kendi gerçekliğinize sıkı sıkıya tutunmazsanız, onların size yakıştırmış olduğu gerçekliğin sizin doğru gerçekliğiniz olduğuna dahi inandırabilirler.

Her şeyi, başka gözlerin nasıl gördüğünü bilemeyen gözlerle görmek…

Çünkü eğer kendinizi görebilmek istiyorsanız, hayatın ta kendisini bir an için de olsa durdurmanız gerekir. Fotoğraf makinesinin karşısına geçtiğiniz gibi. Orada poz veriyorsunuz siz. Ve poz vermek, bir an için de olsa bir heykele dönüşmek demektir. Hayat ise, hiç durmadan hareket eder. Ve bu nedenle kendisini asla gerçekten de göremez.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*