Dikkat duygular!..

“Aaa üzgün yüüüzzzz! Çay damlalarından nasıl oldun böyle tezgahtaaa” dedim ve üzüntü kapladı yüzümü. Oysa her şeyde bir gülücük görmeye çalışıp, görüp “aaayy gülücüüükkk” derim. Gülücükler yerleşir yüzüme. Hatta bu yüzden parmaklarıma bile gülücük çizerim, etrafa pozitif enerji yaydığına inanırım.

Öğretmenlik yaptığım zaman öğrencilerim önümde sıra olurdu parmaklarına gülücük çizmem için, hepimiz parmaklarımıza çizip gülücükler saçardık. İşe de yarardı anlayacağınız, sınıfımızın ismi bile gülücüktü.

Bu tezgâhın üzerindeki üzgün yüzü görünce en son ne zaman gördüm diye hatırlamaya çalıştım, eskilere gittim. Çocukken ablama küstüğümde kâğıda çizerdim bir sürü üzgün yüz. O duygum yok gibi davranmazdım, eğer içimde üzüntü varsa asla gülüp eğlenemezdim. Ben bu anlamda biraz inatçı çıktım. Hâlâ daha öylesine iyiyim diyemem, mutluymuş gibi yapamam.

Büyüdükçe bunu başaran insanlarla tanıştıkça “Vay be! Nasıl da iyi değilken hiç hissettirmemeyi başarıyorlar, iyiymiş gibi yapabiliyorlar? Ben hiç yapamıyorum.” diye hayıflandığım bir dönem oldu. Büyüdükçe anladım ki iyiyim gibi yapan herkes ya en son hiç alâkasız yerlere hiç alâkasız olaylara patlıyor ya da içinde yaşamaktan bir hastalığa yakalanıyor ya da hayata hevesi yok oluyor…

Neden bize “Nasılsın?” dendiğinde, “İyiyim” demek öğretildi? Ya da oyuncağımızı elimizden alan, isterse arkadaş olsun, ona kızgınlığımızı ifade etmemiz neden hep engellendi? Sahi neden üzgünsek de, o ortamda sıkılmışsak da, bir şeye kızmışsak da “Sakın! Sus, yapılmaz. Öyle şeyler denmez. O üzülür, bu üzülür, şu kızar. Sabret, az kaldı birazdan gideriz…” felan denildi?

Ben, fıtratım ve ailem sağolsun, duygularımı “mış” gibi yaparak büyümedim ve duygularıma sahip çıkıp hep direttim. “İnatçı bu çocuk” dediler, “Ağzına terlikle vurmalı. Delikli taşlardan geçirilmeli” dediler.

Olaya bakın arkadaş.

Herkes gibi hissetmek zorunda olduğum için anneme yapması söylenilen akıl almaz yöntemlere bakın. Neden korkuyoruz bu kadar ağlamaktan, üzülmekten, öfkelenmekten, endişelenmekten? Eğer hepsini vaktinde yaşamış olsaydık öğrenecektik baş edebilmeyi.

“Nasılsın?” denildiğinde “İyiyim” diyeceksinlerle büyüyenler şimdi üzüntüyle baş edemeyenler; öfkelendiklerinde bastırılanlar, şu an öfke problemi yaşayanlar; endişelenince eleştirilenler, şimdi endişelerinin üstesinden gelemeyenler…

Sahi ilk kim başlattı bunu?

Kim herkesin duygusunu yaşamamasına itti bizi? “İlk o başlattı Allah’ım” diye ahirette şikâyete çıkamayacağımıza göre vebali fark etmeli ve üzüntüye de, endişeye de, öfkeye de fırsat vermeli. Yaşanmayan hiçbir duygu yok olmaz. Belki de sadece organlarımız değildir ahirette bize hesap soracak olan.

Dikkat! Duygularımızla da karşılaşabiliriz.

Haydi! Şimdi üzüntün mü, endişen mi, öfken mi içinde kaldı? Sarıl! Bu kadar zaman onu beklettin. Hayat yolculuğuna yeni başlayanlara izin ver duygularını yaşamaları için ve o duygularla baş etme yönteminin nasıl da geliştiğine şahit ol…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*