Gerek dünyada gerekse ülkemizde yeis yani ümitsizlik rüzgârlarının estiği bir zamandayız. Pandemi ile beraber başlayan problemler istikbal endişesiyle birlikte ekonomik sıkıntıları da bir araya getirince herkes bir şekilde bu rüzgârdan etkilenir oldu. Özellikle genç nesil açısından ülkemizde yaşanan karamsarlık, “Z kuşağı”nı “kayıp kuşak” veya “yitik kuşak” olarak adlandıracak noktaya doğru gidiyor.
Kastamonu Lâhikası adlı eserinde Bediüzzaman, “Bu zamanda siyaset, kalpleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalp ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.”1 der.
Özellikle ülkemizde siyasetin hayatımız üzerinde çok büyük bir etkisi var. Ahmet Hamdi’nin değişiyle, “Türkiye evlâtlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.” Dolayısıyla siyasetle ilgilenmek bu ülkede millî bir spordur desek yanlış olmaz. Ancak bunun dozu kaçtığında, yani dar dairedeki şahsî vazifelerimizden çok, müdahil olma imkânımızın olmadığı geniş dairedeki olayların takipçisi hâline geldiğimizde, ister istemez azap içerisinde kalıp ümitsizlik girdabına da dalmış oluruz. Sabır kuvvetini gelecek endişesiyle harcayınca bugün için elimizde birşey kalmaz. Sürekli günceli takip etme adına siyasete nazar eden bir zihnin hedeflerine odaklanması da mümkün olmaz. Oysa yarın daha gelmemiştir. Gün doğmadan neler doğar. Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Fetret devirlerinde yaşayan büyük zatların eserlerinde o dönemin siyasetiyle ilgili fazla birşey göremeyiz. Zira onlar geleceği hedefleyerek dar dairede yapabilecekleri işlere odaklanarak yüzyıllar sonrası için bile yol gösterici eserler ortaya koymuşlardır. İmam-ı Azam, Yunus Emre, Mevlana, Bediüzzaman gibi zatlar bu konuda en güzel örneklerdir. Dolayısıyla hem imanî hem de dünyevî noktada kendi hayatımızı geliştirecek işlere odaklanırsak zamanımızı çok daha faydalı bir şekilde harcamış oluruz.
Ben Bediüzzaman’ın ifadesindeki siyasetin yanına günümüzde sosyal medyayı da eklemek isterim. Teknolojinin iletişim alanına getirdiği yenilikler birçok fırsatla beraber tehditler de içermekte. Elbette sosyal medyayı faydalı şekilde kullanan istisnaî bir kesimi tenzih ederim ancak sürekli sosyal medyada yaşayan kişilerin de sağlıklı bir ruh halinde kalmaları mümkün değildir kanaatindeyim. Simülasyon kavramını “Gerçeği olmayan şeyin sahtesi” olarak tanımlar Baudrillard. Sosyal medyada âdeta bu dünyada yaşayamayacağımız Cennet hayatının sahtesi sunulur. Bir açıdan simülasyon dünyasıdır yani. Ön planda filtrelenerek değiştirilmiş bir yüz, kusursuz bedenler, arka fonda tekneler, sahiller, lüks restoranlar, şahane yemekler, adeta fotoğraftaki eksiği tamamlamak adına fotoğrafa zorla dahil edilmiş eş ve çocuklar… Cennetin bir nevi kusurlu simülasyonu ya da gerçekliğin ölümünün resmi. Gerçek değil ama gerçek gibi. Haz odaklı yaşamların, kolay kazançların alabildiğine teşhir edildiği sosyal medyada sürekli bunlara maruz kalan bir kişinin kendi hayatında mutlu olabilmesi veya hedeflerinin peşinden koşabilmesi ne kadar mümkün olabilir ki? Bu dünyanın ölümsüz zevklerin merkeziymiş gibi yaşanılacak bir yer olduğu mesajının sürekli zihinlere aktarıldığı sosyal medyada “e-sosyal” yaşayan bir kişi doğal olarak kendi yaşamından ötürü karamsarlığa düşer ve hedeflerine ulaşacak enerjiyi kendisinde bulamaz.
“Yeis mani-i herkemaldir. İnsanı canlandıran emeldir, öldüren yeistir.”2 der Bediüzzaman. Hayata dair emelleri, hedefleri olmalı insanın. Bu hedefler için çaba sarfetmek hayata anlam kazandırır. İnsanlara faydalı olmak insanî ve imanî bir görevdir. Hedef piramidinin en tepesinde de her zaman manevî hedeflerimiz bulunmalıdır. İnsan önce kendisine olan saygısını kazanmalıdır. Günümüzde dijitalleşmenin getirdiği avantajlar sayesinde bilgiye ulaşmak artık çok kolaylaşmış durumdadır. Kendisini geliştirmek isteyenler için her türlü platforma ulaşmak mümkündür artık. Eğitim sisteminin eksiklikleri, handikapları bu yolla kolaylıkla telafi edilebilir. Dolayısıyla bahane üretmenin ne anlamı ne de faydası vardır.
Bahar ışıltısının yeniden parlamaya başladığı şu mevsimde, hayatımızda yeni bir ümit ve şevk dönemine başlamaya ne dersiniz?
İlk yorumu siz yazın