Ay Terapisi

Yazıya bir müzik tavsiye ederek başlamak isterim yine: Gnossienne No.1 ama kesinlikle Erkan Oğur’un yorumu olmalı.

“Çünkü Muhammed Aleyhisselâm ayın hilal biçimini aldığı her vakit, ‘Allah’ım! Bu ayı bizim için hayırlı kıl!’ diye dua ederdi.”

Kitabın bir yerinde böyle diyordu. Ayı gözlemleyen bir Peygamber ve bu gözleme dayanan bir hayat biçimi ve onu şekillendiren temenniler. Ki bu, Efendimizin (asm) hayatının her safhasında gördüğümüz bir şey aslında.

Kitap çeşitli hikâyeler ile kişilerin ay ile bağını kuvvetlendiren terapilerden bahsediyor. Terapi demek ne kadar doğru olur bilmem, bence daha çok her hikâyede bir fikir beyan ediyor. Bu ay ile kurulan bağlantılar gönlüme ilişince ben de ayı gözlemlemeye başladım. Önce ayı gözlemledim, sonra aya bakarken kendi içime döndüm. Ay gibi şekillendi, evrelendi içim. Bu yoğun hayat temposu içerisinde sessizleşip kendi içime dönmeyeli ne kadar çok olmuş diye geçirdim her defasında. Sessiz bir iç okuyuşa ne kadar çok ihtiyaç duymuşum meğer.

Görebilmek için belirli saatlere ihtiyaç duydum. O saati geçersem ay ya binaların ardına düşecekti ya da henüz görüş açıma gelmemiş olacaktı. Zaman tanzimi de yaptırdı bana. Sonra Üstadın şu ifadesi ilişti aklıma;

“…yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatların parlayan akrebleri misillü, kubbe-i semada kameri, zamanın saat-ı kübrasına bir akreb yapmak…” (Sözler)

Gecem büyük bir saat, ayım ise onun akrebi oldu. Aya göre şekillenen zamanım ile günlük zihnime hücum eden fikirler de değişmiş oldu, aynı kitaptaki karakterin yaşadığı gibi uzay boşluğuna fırlattım hepsini;

“Zihnini meşgul eden konular bir hafta içinde birden değişmişti. Bir haftadır zihninde çekiştirdiği, tenkit ettiği, davranışlarını kafasına taktığı insanları uzay boşluğuna doğru fırlatıp atmış gibiydi.”

Pek çok yerde Risale-i Nur’dan kesitler anımsadım. Mesela Dr. Mavi’nin Mavi ile şu diyalogu, size ne anımsattı?

“Sen uğraşamazsın ama zaman benimle uğraşmaya devam ediyor. Eğer önümdeki ölümü yok edebilirsen, beni kabre girmekten koruyacak kuvvet sende varsa, o zaman ben de senin arzularını doyurabilir, senin için yaşamaya çalışırım. Eğer ölümümü yok edebilirsen, o zaman benim sana senin bana yetebileceğimize, benim de muhteşem olduğuma kanaat getirebilirim. Bunu yapamıyorsan, ikimiz de anlamalıyız ki, bize ancak senin de, benim de, ayın da, başka her şeyin de Rabbi olan yetebilir.”

Kitaptaki karakterler oldum her hikâyede. Zaten hep böyle değil mi? Popüler kültür hâline gelen Psikoloji her gördüğümüz duygudurum bozukluğu hikâyesinde kendimizden bir parça bulduruyor bize. Hep incinen taraf ile empati kurabilecek bir hayat tecrübemiz çıkıveriyor bir delikten.

Hasılı; bazı karakterlere çok kızdığım, bazı karakterleri yakın bulduğum, bazısını da hiç anlamadığım bir kitaptı benim için. Katılmadığınız, aksi bir yorum belirtmek istediğiniz noktaları da bana yazmanızı çok isterim. Çünkü kitap değerlendirme karşıt fikirler dinleyerek lezzetli hâle gelir.

Selam ve dua ile…

Altını çizdiklerim

Sorular insan yaşamındaki ihtiyaç listeleri gibidir. Sıradan bir insan, örneğin Nişantaşı’nda vitrinlere bakan bir insan için “Şu an Cennet var mı, yoksa Cennet şimdi yok da sonradan mı yaratılacak?” gibi bir soru anlam ifade etmeyebilir. Hatta oldukça da tuhaf kaçabilir. Çünkü onun o anda Cennetin şimdi var olup olmadığıyla ilgili bir ihtiyacı yoktur. Yaşarken çember içine aldığı ihtiyaçlar listesinde Cennetin şu an var olup olmadığı konusu yoktur. Onun zihni, “Ucuzluktan hangi malı nasıl kapabilirim?” sorusuyla meşguldür.

Belki, vermeye alışkın olması da almasını zorlaştırıyordu. Bu pek de iyi bir huy sayılmazdı. İnsan vermeyi biliyorsa, almayı da bilmeliydi. Verirken zorlanmayıp alırken güçlük çeken birçok hastası olmuştu. Onlara şöyle derdi: Başkalarına bir şeyler verebiliyor ama onlardan alırken zorlanıyorsanız, bunda narsistik bir taraf aramalısınız.

Kaybettim dediğimiz şeyin ne olduğunu iyi belirlemek gerek. Bunu belirleyemezsek, kaybettiklerimizi nasıl bulacağımızı da bilemeyiz. İnsan ancak kaybettiği şeyi bulabilir. Bir de, nerede kaybettiğimizi anlamalıyız. Çünkü insan kaybettiği şeyi onu kaybettiği yerde aramalıdır.

Şeytan, haset duygusu içinde yanıp tutuşmaktadır. Kendi cehennemine bir odun daha atmıştır. Çünkü Yıldız gökteki ayın Rabbini tekrar hatırlamıştır. İnsanın Rabbini her buluşu, şeytanın haset ateşini daha da alevlendirir. Şeytan en çok insanlar Rablerine yakınlaştıklarında öfkelenir.

İnsan, kendi yalnızlığına doğru koşarken bile aslında varmak istediği, kendisi dışında bir varlık değildir. Yani yalnız kalmak, insanın yalnızlıktan kurtulmak isteyişidir. İnsan yalnız kalınca “kendisi” ile baş başa kalır. Yalnız kalma isteği, bu açıdan bakıldığında, gerçekte bir insanın kendisi ile diyalog kurma, ilişkiye geçme, kendisini arama, kendisine ulaşma arzusunu dile getirir. Lakin bu o kadar kolay yapılamaz. İnsanlar yalnız kalmak isteyen birini gördüklerinde tedirginlik duyarlar. Çünkü yalnız kalmak isteyen kişi kendilerini terk ettiği için kaygılanırlar. Terk edilmek, insan için derin bir kaygıdır. İnsanlar yalnız birini gördüklerinde hemen etrafını sarar ve onu meşgul etmek isterler. Amaçları, terk edilmediklerini hissettirme ve güven verme arzusudur. Bu yüzden, insanlardan kaçmak o kadar kolay değildir.

İnsanlar bir arada, küçüklü büyüklü gruplar halinde yaşıyorlardı. Örneğin yalnız yürüyen çok fazla insan yoktu. Yalnız yemek yiyen yoktu. İşyerinde insanlar yemek saati gelince derhal birini arıyorlardı. Farklı hayatlar birbirinin içinden geçiyordu. Ama ne gariptir ki, birbirinin içinden geçen insanların yaşamları birbirine dokunamıyordu bile. Bu kadar birbiri içinde yaşıyor gibi görünen insanların birbirlerinin arkalarından söylediklerini, yaptıklarını Merih’in aklı almıyordu.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*