Daha önce takip ettiğiniz meşhur birisine ulaşmaya çalıştınız mı hiç? Mesela bir yazar, bir çizer yahut bir bilim adamına… Herhangi bir sebepten ötürü takdir ettiğiniz o kişiye, hele de takipçisi çoksa ulaşmak çok zordur. Siz belki çok samimi bir şekilde o kişinin sizin dünyanızdaki yerini, onun işlerinden nasıl istifade ettiğinizi anlatmak istersiniz ama bu ekseriyetle karşılık bulmaz. O kişiyi takdir eden koca bir kalabalığın içerisinde farkınız pek de anlaşılmaz.
Bu her zaman böyle değil belki ama yaşadığım birkaç tecrübe bana böyle hissettirdi. Mesela sevdiğim bir yönetmenin bir işini izledikten sonra kendimce çok samimi bir mail yazmıştım. Çok samimiyim ya kendimce, maili atar atmaz yerimden kalkmayarak cevap beklemeye başlamıştım. Ama o cevap maili hiç gelmedi. Ya da bir çatı arasında eski Osmanlıca eserler bulduğumda mesela, hemen üniversiteden sevdiğim bir hocama ne yapmam gerektiğini danışmıştım. Cevap gelmemişti. Yüksek lisans yapmaya karar veriyorum mesela. Kendisinden yol göstermesini rica ettiğim öğretim görevlisi, talebime karşılık vermiyor. Niçin böyle yapıyorlar ki? Heyecanla ve kelimelerini teker teker seçerek yazdığım bir mesaj, karşı tarafta makes bulmuyor.
Sanırım yanlış kişilerden istiyoruz bazen. Yanlış kişilerin iltifatlarını arıyor, yanlış kişilerin rızalarını kazanmaya, yanlış insanların gözüne girmeye çalışıyoruz. Bu ise ancak elem veriyor. Aynı Üstadımın dediği gibi; “… Halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.”1
Yine büyük heyecanlarla yazdığım bir maile cevap gelmemesi üzerine bu yazıyı yazmak fikri hâsıl olmuştu. İnsanın fikir ve hissiyatının değer görmemesi kadar onu kederlendiren şeyler çok az olsa gerektir. Dünyevî mahbuplar hep böyle. “Sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor.”2 Bir kere sizi duymuyorlar. Bu onların da suçu değil gerçi. Koca bir yığın insanın taleplerine karşı tek bir insan ne kadar yeterli gelebilir?
Halbuki hakikî mahbup olan Rabbim öyle mi? Ne istersek isteyelim onu duyduğundan ve bildiğinden eminiz. Arada aracılar yok ki maruzatımızın ona ulaşıp ulaşmadığından endişe edelim. Hem O muhakkak Mucîbü’d-De’avât’tır. Dua edenin duasına cevap verir. Milyarlarca insan aynı anda ondan istese, herkese teker teker istediğini karıştırmadan ve unutmadan verecek olan Odur. İşte mükemmel bir teselli.
İşte böyle küçük küçük tecrübeler büyük hakikatlerin perdelerini açmaya vesile olabiliyor. Az önce serdettiğimiz hadiseleri yaşadıktan sonra Külliyatta yaptığım kısa bir tarama beni 24. Söz’ün Beşinci Dalına ve 17. Söz’de Üstadımın “Ben batıp gidenleri sevmem!”3 ayeti üzerine yaptığı tefekküre ulaştırdı. Sözü On Yedinci Söz’e bırakıyoruz:
“Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlana Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için bak ne güzel söylemiş:
يَكٖى خٰواهْ يَكٖى خٰوانْ يَكٖى جُوىْ يَكٖى بٖينْ يَكٖى دَانْ يَكٖى گُوىْ demiştir.4
[Gelecek kısmı Osmanlıca aslıyla veriyoruz:]
* * *
١ – يعنى: يالڭز برى ايسته، باشقهلرى ايستهنمگه دگمييور.
٢ – برى چاغير، باشقهلرى إمداده گلمييور.
٣ – برى طلب ايت، باشقهلر لايق دگللر.
٤ – برى گور، باشقهلر هر وقت گورونمهيورلر، زوال پردهسنده صاقلانييورلر.
٥ – برى بيل، معرفتڭه يارديم ايتمهين باشقه بيلمكلر فائدهسزدر.
٦ – برى سويله، اوڭا عائد اولميان سوزلر مالايعنى صاييلابيلير.5
* * *
نَعَمْ صَدَقْتَ اَىْ جَامِى – هُوَ الْمَطْلُوبُ – هُوَ الْمَحْبُوبُ – هُوَ الْمَقْصُودُ – هُوَ الْمَعْبُودُ
Evet Câmî, pek doğru söyledin. Hakikî mahbub, hakikî matlub, hakikî maksud, hakikî mabud; yalnız Odur.”
Başkalarını bırakmak, yalnız Onu istemek, Ondan istemek duasıyla…
İlk yorumu siz yazın