Günlerdir aklımda bir soru; bu eseri tanıtmaya lâyık mıyım? Bu eserin kıymetini anlatabilecek ne dilim ne kalbim ne bilgim ne cesaretim var. Lâyık olmadığımın çokça farkındayım. Ancak eserin sonundaki “Ankara Üniversitesi’nde Bir Konferans” bölümünde, o zamanın gençlerinden, Zübeyir Gündüzalp’in ifadeleri bana büyük teselli oldu.
“Risale-i Nur’un dersiyle ve aziz ve kıymetli Üstadım Bediüzzaman’ın himmetiyle hazırlanabilen bu ifadelerim, Risale-i Nur hakkında tatlı ve zevkli bir sohbettir. Risale-i Nur’un kıymet ve ehemmiyetini ifade etmek değildir. Buna cesaretim yoktur. Zira ben Risale-i Nur’un en müptedi, en aciz bir talebesiyim. Milletler içinde şöhret kazanmış bir şaheserin değerini anlatmaya kültürüm kifayetsizdir.”
“Risale-i Nur hakkında bilgi soran arkadaşlarımıza gelince bu hususta fikir edinebilmek için hiçbir yerden izahat almaya lüzum yoktur. Siz bu feyyaz eserleri okuyun, bizzat kendi cehd ve gayretinizle onu anlamaya ve tanımaya çalışın. O ilim ve irfan hazinesine bizzat giriniz. İşte ancak o zaman arzu ettiğiniz malumatı elde etmiş olacaksınız.”
Bu sebeple bu yazıyı yazmaktaki tek amacım, sizi bu esere yönlendirmektir. Şunun çok iyi farkındayım ki; Risale-i Nur müşteri aramaz, ancak arayan bir gencin bulabileceği belki de en hakikatli bir ilim kitabı, bir Kur’ân-ı Kerîm tefsiridir.
Her dönem ve her tarihte genç olmanın zorlukları olmuştur. Gerek his ve heveslerin zirvede olması gerek bir anlam arayışında olmak gibi birçok sebeple, ancak ahirzamanda genç olmanın çok daha zorlu bir süreç olduğunu hepimiz kendi içimizde hissediyoruz. Günahların bu kadar şiddetle hücum ettiği, sefahete girmek için bazen bir eyleme bile ihtiyaç duyulmayan şu ahirzamanı, günaha girme istidadının en yüksek olduğu gençlik döneminde yaşayınca bazen kendimizden ve çevremizden ümidi kesebiliyoruz.
“Zaten iyi insan kalmadı, bu zamanda istikamette kalmak çok zor hatta imkânsız…” gibi düşüncelere kapılabiliyoruz. Ancak öncelikle şunu çok iyi anlamalıyız ki, Allah her varlığa onun istidatlarına göre görev ve sorumluluklar vermiş. Bir kişinin istidatları ne kadar yüksekse onun kaldırabileceği görevler de o nispette artmaktadır. Ve Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklememiş, yani bize ahirzamanda genç olma nimetini veren Allah, bunun zorluklarını da, ahirzamanın tüm fitnelerinin de üstesinden gelebilecek istidatları her birimizin içine yerleştirmiştir. Ahirzamanda genç olmayı kendi günahlarımızı mübahlaştırmak için kullanamayız. “Zaten herkes böyle!” ya da “İnsanlar ne günahlar işliyor, benimki ne ki?” gibi söylemler maalesef ki bizi kurtarmayacaktır. Gençlik dönemi sorunlu değil sorulu bir dönem aslında. Ve sorunlara dönüşenler cevap bulamamış sorulardır çoğu zaman. Bu sorulara cevaplar arayalım diye Allah, öğrenmeye dönük açlık, bilmeye yönelik merak, hayat yolculuğunun başında olmanın verdiği iddiasızlık gibi bizi hakikate yaklaştıran avantajlı bir çok duygu ve durumlarla donatmış.
Aslında bize verilen ilk nimet sorgulamak, tıpkı cahiliye döneminin âdetlerini, atalarının dinini sorgulayan ilk Müslümanlar gibi, ilk Müslümanların çoğunun gençlerden oluşması gibi.
Gençliğin bana kalırsa en güzel nimetlerinden biri de cesaret etmek. Hakikati arama ve bulduğunda da hayatına geçirebilme cesareti.Yeniden yeniye başlayabilme cesareti, tövbe edebilme cesareti…
İstikamet arayışındaki genç, sorgulamalarına da bir sorgulama getirebilen gençtir. Ne aradığımızı, hangi niyetle aradığımızı, hakikati nerede ve nasıl aradığımızı iyi analiz etmeli, hakikat arayışındayım diye, “Nefsimin isteklerine kılıf mı arıyorum acaba?” diye sormalı, aldığımız cevapların getireceği sorumlulukları da cesurca üstlenebilmeliyiz.
Biz de bugün sorgulayan, soruları olan ve hakikat arayışında olan gençler olarak bizden hiçbir zaman ümidini kesmemiş, gençliğin kurtuluşuna dair inancını her daim diri tutmuş ve başta Gençlik Rehberi gibi özel bir eserle bizlere seslenen Bediüzzaman Hazretlerine, asrın doktoruna bir soru yönelteceğiz. Bu sorum gibi onlarca sorumun da cevabını Gençlik Rehberi eserinde buldum, buluyorum, bulmaya çalışıyorum, her okuyuşta sorularım ve aldığım cevaplar tazeleniyor.
Bundandır ki bir ay içerisindeki ikinci okuyuşumda bile bambaşka bir eserle karşı karşıyaydım. Sadece sorularımın değil soramadıklarımın, cevabını duymaktan korktuklarımın, sormayı akıl edemediklerimin muknî cevapları vardı karşımda.
Şunu anladım ki Gençlik Rehberi tek tip bir genç profili çizmiyor, her gencin ona özel bir Rehberi oluyordu.
Bu Rehbere ilk sorum: “Neden müstakim bir genç olmaya çalışmalıyım? Neden kendime bir rehber edinmeli, bana ne faydası var? Birçok yol varken ve bu yolların birçoğu zahiren çok daha cazibeli ve şaşaalıyken neden bir insan, bir genç doğru yol arayışına girmeli?”
Gençlik Rehberi’nden bu soruya kendi açımdan üç cevap buldum, bunları kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum:
1. Kabir var, kimse inkâr edemez. Her vakit ölüm başını kesmek için gelebilir ve genç ihtiyar farkı yoktur. Ölüm gibi dehşetli bir mesele karşısında kabir kapısını idam-ı ebedîden kurtarıp hayat-ı bakiyeye çevirmek hadisesi insanın başına açılmış en büyük hadisedir.
En başta ölüm hakikatini ihtar etti bize Üstad…
2. Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem ahirette kendi lezzetinden çok ziyade belâlar ve elemler getirecek.
3. Son olarak belki de en önemli ve Üstadında Gençlik Rehberi’nde ısrarla üzerinde durduğu husus, gençleri ifrat mertebedeki his ve heveslerinin tahribatından ve tecavüzlerinden koruyacak en önemli esas; ahirete iman rüknüdür.
Bu ihtarları almaya çok muhtaç olan nefsimin, nefsimizin her ne kadar duymak istemese de ekmek, su gibi bu hakikatlere ihtiyacı var. Sen, müdakkik arkadaşım, eminim benden çok daha derin, ilmî, kalbî soruların vardır. Ben bana özel yazılmış Rehberimi okurken, seni de sana özel yazılmış olan Rehberine yönlendiriyorum.
NEDEN HER GENÇ BU ESERİ OKUMALI?
Bugün hiçbir dine mensup olunmasa bile gençliğe rehber olma iddiasıyla ortaya çıkan bir eseri ben okurdum. Hakikî saadetin anahtarlarını sunan, şu dünyanın geçici varlığının üzerinde bir anlam ve amaç vaad eden, istikamet ve iffette sarf edilmiş bir gençliğin ahirete kalmadan daha bu dünyada bana kazandırabileceklerini, sefahet yolunda bir muvakkat lezzetin nasıl o lezzeti cidden acılaştıracak binler elemler verdiğini tüm latifelerimize anlatan, dinlettiren bu eseri gözümüzdeki gaflet perdesini atarak yeniden yeniye okumaya muhtacız.
Altını çizdiklerim
Evet, hakikî terakkî ise, insana verilen kalp, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin yüzlerini çevirerek, her biri kendine layık hususî bir vazife-i ubudiyetle meşgul olmaktır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflîsini tatmak için bütün letaifini ve kalp ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sukuttur.
Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulum-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billlahtır.
Hem, Cenab-ı Hakkın esma ve sıfatına ait muhabbeti dünyaya verdiniz ve âsâr-ı san’atını âlemin esbabına taksim ettiniz; belâsını çekiyorsunuz. Çünkü, o hadsiz mahbublarınızın bir kısmı size “Allah’a ısmarladık” demeyip, size arkasını çevirip, bırakıp gidiyor. Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir fayda vermiyor; daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz dönmemek üzere zevalden azap çekiyorsunuz.
İşte, ehl-i dalâletin saadet-i hayatiye ve tekemmülat-ı insaniye ve mehasin-i medeniyet ve lezzet-i hürriyet dedikleri şeylerin içyüzleri ve mahiyetleri budur.
Risale-i Nur’a bu kadar bağlanıldığını görünce, dünyadan alâkamızın kesildiği zannına varılmasın; bilakis bu cihet, şu hatt-ı hareketimizle tebarüz eder: Mücerred isek işlerimizi, talebe isek derslerimizi, memur isek vazifemizi, tüccar isek ticaretimizi yapıyoruz. Dünyevî meşgalemiz ne kadar fazla bulunursa bulunsun, ders ve imtihanlarımız ne derece sıkı olursa olsun, Risale-i Nur’a çalışmaya ve hizmete yine vakit buluyoruz ve bulabiliriz. Zaman ayırıyoruz ve ayırabiliriz.
Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma. Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma.
Onu tanıyan ve itaat eden, zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.
Ayinede saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!” İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki, çok güvendiğim ve ezvâkına meftun olduğum gençlik elveda diyor.
Elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî ve manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İşveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi ruy-i zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükümetleri Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
İlk yorumu siz yazın