Bir erdemli olma biçimi: Hakkı gözetmek

Haklar Şer’-i Şerîf’te Allah hakları ve kul hakları şeklinde iki kısma ayrılır. Bazı kaynaklara göre ise hem Allah hakkı hem de kul hakkı sayılan haklar şeklinde üçüncü bir kısım da vardır. Bu haklar ne anlama gelir diye soracak olursanız hemen açıklayalım:

Allah hakkı tabiriyle1 Allah’ın bizim üzerimizde olan hakları kastedilir. Allah’ın varlığına, birliğine imân etmek, resûlü ile bildirdiği hükümleri anlayıp yaşamımızı onun çizdiği haritaya göre şekillendirmek Onun bizim üzerimizdeki hakkıdır.

Kul hakkı tabirine2 gelince şöyle denilebilir; kendimiz haricindeki insanların ve diğer canlıların üzerimizdeki haklarıdır. Bu veçheden bakınca Allah’ın yarattığı bütün mahlûkata saygılı ve merhametli olmanın bizim için adeta bir görev olduğunu söyleyebiliriz.

İslâm âlimlerinin çeşitli ayet ve hadislere dayanarak tesbit ettikleri büyük günahların çoğu kul hakkıyla ilgilidir. Kişinin hakkına tecavüz edilmesi kul hakkı ihlâli olduğu gibi, kişinin hak ettiği şeyin kendisine verilmemesi de kul hakkı içerisinde dahildir.

Kul hakları kişilerin can, beden, ırz, dinî inanç ve yaşayışları gibi haklarının yanında mal varlıklarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmaktadır. Bu hakların ihlâli ve bu haklara yönelik verilen zararlar tecavüz sayılmaktadır. Bu da “mazlime” yahut bu kelimenin çoğulu olan “mezâlim” kelimesiyle ifade edilir. Başkalarının mânevî şahsiyetlerine zarar verme manasını taşıyan iftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, suizan, kusur arama, gıybet gibi tutum ve davranışlarla; kişilerin inançları, dinî tercih ve yaşayışları üzerinde baskı kurmak, onları yurtlarından yuvalarından uzaklaştırmak Kur’ân’ın yasakladığı kul hakları ihlâlinin örnekleridir.

Nasıl ki kişilerin birbiri üzerinde hakları vardır, kişilerden oluşan toplumun da fertler üzerinde hakları vardır. Kamu malını haksız yere zimmetine geçirme, kamusal görevlerde şahsî çıkar sağlama, adam kayırma gibi günümüzün intişar etmiş hastalıkları ve bilhassa pandemi sürecinde şahit olduğumuz karaborsacılık, bu hakların ihlâline örnektir. Toplumun maddî, manevî haklarına ve menfaatlerine; huzur, güvenlik ve refahına zarar veren bu gibi faaliyetler Kur’ânî emirlerle yasaklanmıştır.

Kul hakkını gözetmenin gerekliliği esasında insanın insan olmasından kaynaklanır. İnsan eşref-i mahlûkattır. İnsan, Yaratıcının kendisini ve diğer mahlûkatı var etmeye değer bulup yarattığını, bütün mahlûkatın bir onuru olduğunu idrâk edince önce Yaratıcısına sonra Yaratıcısının var etmeye değer bulduğu mahlûkatın tümüne; topraktaki nebattan, denizdeki balığa, havadaki kuştan, yerdeki karıncaya, insanların en küçüğünden ta en büyüğüne kadar derinden saygı duyacak, ayrı ayrı kıymet verecek ve onların hakkına girmekten üzüntü duyacaktır.

Dikkate değer bir hâdise; bundan on dört asır evvelinde, henüz Peygamberimiz vahye muhatap olmadan önce, Mekke’de zulüm ve haksızlığa uğrayan kimseleri korumak için “Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız”3 diye yemin eden, içlerinde Hz. Peygamberin de bulunduğu erdemliler cemiyeti “Hılfu’l-fudûl” kurulmuştur.  İslâmiyet’le birlikte de Allah’ın ve mâsivâsının haklarına kişinin nasıl riâyet edeceği detaylıca açıklanmış ve ihlâli söz konusu olduğunda yaptırımlardan söz edilmiştir.

Bazı günahlar vardır ki; Allah o günahlardan tevbe eden kimseyi Ğafûr ism-i şerîfiyle affedeceğini, amel defterinden o günahları hiçbir iz bırakmadan sileceğini müjdeler. Fakat bazı günahlar da vardır ki Allah o günahları affetmeyeceğini, irtikâb edeni, işleyeni ebedî Cehennemin beklediğini söyler. Çünkü “Allah’ı inkâr eden bir kâfir, varlıkların bu şehadetlerini yalanlayarak öyle büyük bir cinayet işler ki affı mümkün olmadığı gibi ebedî bir hapse mahkûm edilmesi tam bir adalet ve hikmettir.”4

Yine bazı günahlar da vardır ki, bağışlanması şarta bağlanmıştır. Kul hakkını gözetmemek bu kısım günahlardandır. Kul haklarını ihlâl eden kimseyi Hz. Peygamber “müflis; bütün sermayesini kaybeden kimse”ye benzetmiştir:

“Bu kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Bununla beraber öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olan bu kişi Cehenneme atılır.”5

Görüldüğü üzere bir kimse ibadet ve taâtine dikkat etse bile eğer kardeşlerinin hakkını ihlâl etmiş ise yaptığı ibadetleri boşa gitmekle beraber kardeşlerinin günahlarını da yüklenecek ve bu yükleri onu sırat köprüsünden geçmekten alıkoyacaktır. Allah cümlemizi muhafaza eylesin.

Yine kul hakkı konusunda başka bir hadiste geçtiği gibi; üzerinde kul hakkı bulunan kimse maddî hiçbir bedelin geçerli olmayacağı kıyamet gününden önce hak sahibine hakkını vermeli, günahına tevbe ve istiğfâr etmeli, yapabiliyorsa helâlleşmelidir. Eğer helâlleşme imkânı olmazsa, kişi hakkına girdiği kardeşinin günahlarının bağışlanması için dua etmeli, adına hayırda bulunmalıdır. Umulur ki Cenâb-ı Mevlâ hem kendisinin hem de kardeşinin günahlarını bağışlar, kul hakkını affeder.

Dipnotlar:
1) “Et-ta‘zîm li-emrillâh” da denir.
2) “Eş-şefekatu alâ halkıllah” deyimi de kullanılır.
3) «HİLFÜ’l-FUDÛL», TDV İslâm Ansiklopedisi
4) Neden Ebedî Cehennem? # 1- Kâfir varlıkların şehadetini inkâr eder. | Feyyaz TV
5) Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Mezâlim”, 10.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*