1-2-3… Kayıt!

İçimden neşeyle koşmak istedim.

Huhuuuu, çocukluğum orda mısıınnn?

Yoklamalıydım önce, bayağıdır karşılaşmamıştık su fıskiyeleriyleee.

Kalbim aynı çocukluğumdaki gibi attığında, “Heeeh,” dedim “İşte bu! Koş koş koş koş!”

Sadece çığlık ve zıplayarak suyun içinde dönme kısmı eksikti, gerisi çocukluğumdaki gibiydi.

Aslında büyümeye çalışan ruhum ilkten “Ay bu su ne suyu, temiz mi acaba?” dedi durdu da, çok şükür “Amaaannn!” diyen tarafım ağır bastı. Mis gibi tazeledik çocuklukla hatıraları.

O an anladım tazelemenin şartlığını.

“Tazeledin tazeledin, yoksa gidiyorum ben! Ne bu canım bekle bekle bekle bekle…” dediğini işittim çocuk ruhumun.

“Sakiin ol” dedim kendime eski günlerdeki gibi, “Şimdi o pamuk şekerciyi bulacağız..”

Çocukluğunu yaşamanın nimetliğini büyüyünce anladım.

Aslında yaşamayan, içinde kalan insanlar için düşünülür çocuk ruhlu diye ama yoookk. Yaşamayan bilemez kiii.

Yaşamasaydım nerden gelirdi aklıma fıskiyelerin ortasına onları ebelemişçesine atlamak ya da kendimi sakinleştirmek için içimden “Pamuk şekerci amcaaaa” diye seslenmenin işe yarayacağı?

Çocuğuna çocukluğunu yaşatan, buna kendi duygularını bir kenara koyup izin veren, kendi korkularını çocuklarına mal etmeyen her anne babaya sevgiler.

Düğmemi anca sizin önünüzde iliklerim efenim.

Sadece anne baba değil aslında çocuklukta iz bırakanlar.

Çocukta bir durum oldu mu hep anne babaya bakıyoruz. Çocukluğun başka kahramanları da var.

Yetişkinler onlara teyze, dayı, amca, hala, anneanne, babaanne, dede, büyükbaba diyor ama bu isimlerin yazılışı bile bambaşka çocuk dünyasında.

Anlatmaya ne hâcet herkes yaşadı o günleri.

Yanaklarımı öpmek için çekiştirip uzaktan “muck!” sesi duyardım ananemden, kalıplaşmıştı o düşünce. O öpücük ananemdi, belki bana defalarca farklı şekilde davrandı ama yok! Ben o şekli aldım, seçtim, profil fotoğrafı ilan ettim.

Büyükbabam ve öncesinde üç kere alkış yapıp kollarıyla kocaman açtığı kucağı mesela; teyzem ve sürpriz gelişleri, sabah en erkenden kalkıp özel lezzetler hazırlama tıkırtısı; dayım ve yanağımızı ısıran sakallarıyla öpüp sarılışı; halalarım ve çığırdığı türküleri teyiple gezişi, şekerli makarnaları, anlattığı her şeye canımızın gülmek istemesi ve arkası kesilmeyen kahkahalar; babannem ve kocaman ocak yaktırıp biz geldik diye şekerli ekmek edişi… Hee geri dönüş muhabbetinde de dinmek bilmeyen gözyaşları ve “Aman benim yavruma, aman benim kuzuma” diye diye sevişi; amcalarım ve bizi güldürüşleri, bakarken sevdiğini hissettirip gözlerinde atan kalpleri; dedem ve türkü söyleyip oynatmaları, alkışla eşlik etmesi, talvarında oturup ağaçtan yaptığı kaşıkları…

Etiketlemek yanlış diyoruz ama çocukken etiket bir gerçek.

Daha iyi anlar, daha kötü anlar elbet var ama zihnimizin seçtiklerini değiştirmiyor zaman bile.

Yukarıda saydıklarımı bir an bile düşünmedim, dün yaşamışım gibi sanki.

O yüzden etrafta torun, yeğen veya herhangi bir çocuk varsa dikkat!

Kamera kayıt gibiler.

Hangi davranışı seçeceği meçhul ama bir ömür sizden bahsedildiğinde gözünün önüne ilk o davranışın geleceği kesin!

Lisan-ı hâl de o yüzden mühim sanırım, davranışlar asla unutulmuyor.

Güzel dokunuşlarla hatırlanmak duasıyla…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*