Ahlâkî anarşiye Kur’ânî set

“Ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.” 1

Bediüzzaman bu tespiti, Kastamonu’da sürgün hayatı yaşadığı 1936-44 yılları arasında talebelerine yazdığı bir mektupta dile getirmişti.

İmanı, ahlâkı, hayatı hedef alan, bu sahada kural tanımayarak tahrip ve ifsada çalışan bir yapıdan bahsediyordu o. Zaten kendisine hapis ve sürgünler yaşatılmasının sebebi de, bu cereyanın karşısında durmasından başka bir şey değildi aslında.

Sözünü ettiği anarşiyi “zulmetli” diye tavsif etmesi ise, bu tahrip hareketinin karanlık işler çeviren, perdeler arkasında ve sinsice faaliyetler yürüten yapılanmalar olduğunu da akla getiriyor.

Bediüzzaman, eserlerinde yeri geldikçe umumiyetle “ifsat ve zındıka komiteleri” şeklinde de bahsediyordu bu yapılardan.

Meselâ Tesettür Risalesi’nde şöyle diyor:

“Benimle görüşen ekserî dostlardan, kendi ailevî hayatlarından şekvâlar işittim. ‘Eyvah!’ dedim. ‘İnsanın, hususan Müslümanın tahassungâhı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?’ dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâma zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesâtıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, bîçare nisâ taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâma bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor.”2

Yani kadını, erkeği, genci ve ailesiyle bütün bir toplumu hedef alıp ifsada çalışan bir cereyandan söz ediyordu Bediüzzaman. Bu manevî tahribatın büyüklüğüne ise, yazının en başına aldığımız tespitinin hemen öncesinde şu sözlerle dikkat çekiyor:

“Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi Şeriat-ı Muhammediye (asm) olan sedd-i Kur’ânînin tezelzülüyle de Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müthiş olarak…”3

Yani, geçmiş asırlarda maddî hayata kastetmek suretiyle toplumların canlarını, mallarını, medeniyetlerini telef etmiş Ye’cüc ve Me’cüclerden daha dehşetli olarak, günümüz Ye’cüclerinin “Kur’ân seddi”ni sarsmakla ahlâkta ve hayatta müthiş bir bozgunculuğa başladığını, doğrudan maneviyatı hedef alıp ebedî hayatı mahvetmeye çalıştığını ifade ediyor.

Maddî anarşi/terör, bir insan açısından nihayet 60-70 senelik bir dünya hayatını mahvedebiliyorken (o da -iman ehline- şehitlik gibi bir makam kazandırmakla beraber), ahlâkta ve hayatta yaşanan terör ise ebedî hayatların mahvına sebep olabilirdi. İşte Bediüzzaman, esas olarak bu tehlikeyi nazara veriyordu. “Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir.”4 tespitinde olduğu gibi. Veya “Eğer günahları düşünmüyorsan, yahut ahireti bilmiyorsan veya Allah’ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür; ondan feryad et!”5 sözleriyle işaret ettiği gibi.

Bediüzzaman, zamanın hastalığını teşhis etmişti: İman zayıflığı veya imanın olmaması, inkâr-ı uluhiyet. Ve bunların beslediği istibdat ve anarşiler. Özgürlük teraneleriyle ipi şeytanın eline verip, nefs-i emmareye esir olmakla zuhur eden bütün maddî-manevî anarşiler. Ahlâkta ve hayatta yaşanan zulmetli haller… Aslında geçen asrın başında “Bu Kur’ân, Müslümanların elinde kaldıkça onlara hakikî hâkim olamayız. Ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız, ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız” menhus planının bu coğrafyada devreye sokulmasının neticeleri…

İşte tam da bu sû-i kasdin olduğu noktadan Bediüzzaman cihadını ilân etmişti âleme: “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş olduğunu bütün dünyaya ispat edeceğim.”

Sedd-i Kur’ânîyi sarsarak ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşiliğe başlayan tahrip cereyanına mukabil, Bediüzzaman da ömrünü Kur’ân’ın mucizeliğini izah ve ispata, böylelikle iman ve ahlâkı tahkime adayarak Risale-i Nur’la bir “sedd-i Kur’ânî”nin inşaasına çalıştı hep. Elhamdülillah muvaffak da oldu.

“Dehşetli dinsizlik cereyanı bu vatanı mânevî istilâsına karşı Risale-i Nur bir sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir.”6

Bu sözleriyle işaret ettiği gibi, Kur’ân etrafına Risale-i Nur’la manevî surlar ördü. İmanı ve dolayısıyla Kur’ân ahlâkını tesis ve takviye etti.

Bediüzzaman “Şimdi binler tahribatçıya mukabil Risale-i Nur gibi bir tamircinin bu derece mukavemeti ve tesiratı, pek harikadır. Eğer bu iki mütekabil kuvvetler bir seviyede olsaydı, onun tamirinde mu’cizevârî muvaffakiyet ve fütuhat görülecekti.”7 tespitini de yapmıştı.

O halde bize düşen, bu “mu’cizevârî muvaffakiyet ve fütuhat”ın ümidiyle de çalışmaktır inşaallah.

Evet zaman dehşetli, tahribat müthiş. Şerler, fesatlar, günahlar sel gibi hücum ediyor. Fakat iman kalesi de, meydanı küfre bırakmıyor elhamdülillah. Rahmet ve kudret-i İlâhiye; küfrün, dalâletin ve ahlâksızlığın iç yüzünü, bâtıllığını, çirkinliğini ve daha cehenneme gitmeden bu dünyada yaşattığı manevî cehennem azaplarını bütün netliği ve emsalsiz üslûbuyla ortaya koyup ispat eden ve böylelikle Kur’ân seddinin inşâsına çalışan Risale-i Nur gibi harika eserleri de bahşetmiş. Elhamdülillahi hâzâ min fazlı Rabbî.

Üstadımızın dualarıyla bitirelim:

“Yâ Rabbî! [Bizleri] Kıyamete kadar Risale-i Nur kisvesinde hakaik-ı imaniye ve esrar-ı Kur’âniye ile kemal-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmin. İnşaallah.”

“Cenâb-ı Hak bizi ve sizi bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin. Âmin.”

Dipnotlar:
1) Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 97. mektup, s. 155
2) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, s. 322
3) Kastamonu Lahikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2022, 97. mektup, s. 155
4) Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2021, s. 26
5) Lem’alar, YAN, İstanbul-2021, s. 331
6) Mektubat, YAN, İstanbul-2021, s. 565
7) Kastamonu Lahikası, YAN, İstanbul-2022, 97. mektup, s. 155

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*