Bir toplumun ahlâkı nasıl bozulur?

Toplumun ahlâkını bozup anarşiye yol açan, anarşiyle beslenen komitelerin varlığından söz eder Üstad Bediüzzaman. “Gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahate sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş…” der. Peki, bu komiteler hangi metotları kullanır ahlâkı zedelerken, ahlâkı tahrip ederken hangi alanlarda iş görürler? Bakalım…

Ahlâk, toplumsal hayatın temel direğidir. Bir toplumda ahlâk zarar görürse o toplum çöküntüye uğrar. Ahlâk sağlam olmazsa toplumsal hayat düzene girmez. Ahlâkın yozlaştığı toplumlarda bir kısım diğer kısmı ezerek yükselir, adaletle iş görenler azalır ve hak güç ile elde edilir. Böylelikle anarşi başlar, zulüm artar, insanlar hukuk yerine kuvvete müracaat eder. Bunun yanında ahlâkı bozulan toplumda sapkınlıklar boy gösterir. Özgürlük adı altında her türlü sapıklığın görüldüğü toplumlar yavaşça ayrışır ve dağılmaya yüz tutar.

Ahlâkı tahrip eden komitelerin amaçları cinsî sapmaları teşvik eden akımları yaymak; adaleti zayıflatıp ayrımcılıklarla insanları ayrıştırmak ve böylece her türlü şiddet olayına zemin oluşturmak, insanları hayatın gerçekliğinden uzaklaştırarak yalnızlaştırıp umutsuzluğa ve karamsarlığa sürüklemek; korku, endişe, öfke gibi duyguları ön plana çıkarıp sevgi, hürmet, anlayış, merhamet gibi duyguları toplum içerisinde zayıflatmak, yani duyguları istismar etmek ve böylece insanlığın fıtratını değiştirmek ve insanlığı kendilerine göre şekillendirmektir.

Toplumun ahlâkını bozmada kullanılan metotlar genellikle gündelik hayata yerleşen alanlarda sarf edilir. Kullanılan sosyal medya, izlenilen diziler, filmler ve reklamlar, oynanan bilgisayar oyunları, takip edilen moda sektörü gibi görünüşte masum olan bu alanlara dikkatlice bakılırsa buralarda ahlâksızlığın topluma nasıl empoze edildiği görülecektir.

Günümüzde bilhassa toplumun genç kesiminde yaygın kullanılan sosyal medya, ahlâkî yozlaşmada en büyük pay sahibidir. Sosyal medya kişilere sunduğu sanal dünya başta olmak üzere algı operasyonlarına oldukça müsait bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Hayatın gerçeklerinden insanları uzaklaştırıp onlara bambaşka bir dünya sunmak ve kişiyi ailesinden ve çevresinden koparmak sosyal medya vasıtasıyla kolayca yapılabilmektedir. Bununla birlikte aldatarak iş görmek, yalan haberleri yaymak ve insanların ahlâkî hassasiyetlerini görmezden gelerek görsel ve işitsel şiddet ve istismarı gözler önüne sunmak sosyal medya aracılığıyla sıkça uygulanmaktadır. Ahlâkı yozlaştıracak fikirler sosyal medya vasıyasıyla damarlara dokundurularak kendine yer edinmekte, insanların zayıf noktaları kullanılıp insanlığı bilimden, hukuktan, çözümden uzaklaştırıp keskin ve aykırı fikirler topluma kabul ettirilmektedir.

Dizi ve film sektörü ise güya şiddete ve istismara karşı toplumda duyarlılık oluşturmak gibi bir göz boyamasıyla aslında bu gibi kötü akımların teşvik edildiği bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Duyarlılık içerisinde bir duyarsızlaştırma operasyonu olarak da düşünülebilecek diziler ve filmlerde şiddetin bir sonuç olduğu umursanmamakta ve şiddete varan sebepler ve şiddete götüren temel noktalar çözümsüz bırakılmaktadır. Fiilen uygulanan şiddeti insanlığa göstere göstere ahlâksızlığı topluma yerleştirmek dizi ve filmlerde sıkça kullanılmaktadır. Ayrıca reklamlarla birlikte 2 saati geçen süreleriyle diziler insanların vaktini de çalarak ahlâkî onarım için kafa yormaya ayrılacak zamanı dahi tüketmektedir.

İçerisinde şiddet, cinsellik, bahis kumarı ve cinsi yönelimler gibi çeşitli faktörler barındıran bilgisayar oyunları ise toplumun geleceğine zarar vermeye yönelik çocuk ve gençlerin ahlâkını bozan bir diğer etmendir. Toplumun daha çok çocuk ve genç kesiminin hedef alındığı ve temel ahlâkî değerlerin umursanmadığı sanal bir ortam oluşturup âdeta onları oraya bağlayan ve her şeyin mübah sayıldığı içerikler vasıtasıyla toplumsal gerçeklerden bîhaber, kuralsız ve oyun içeriklerine bağımlı bir nesil meydana çıkarmak da yine oyunlar aracılığıyla yapılmaktadır. Ve yine insanları aile ve toplumdan uzaklaştırıp kişileri içerisinden çıkılmaz bir bireyselliğe iten ve toplu yaşamdan uzaklaştıran, böylelikle gerçeklerle yüzleşip bir yerlere varmak yerine onlardan kaçıp gizlenmeye iten bir metot olarak oyunlar karşımıza çıkmaktadır. Kolektifleşen hayatta gittikçe daha fazla bireyselleşen insanlar bu hayatta kendilerine yer bulamayıp yaşam enerjilerini sanal ortamlarda hızla tüketmektedirler.

Moda sektöründe ise insanlar arasında özentilik, rekabet, hırs gibi sonu gelmeyen duyguları tahrik etmek, böylelikle yeni yeni tüketim alanları oluşturup tüketirken kendisi de tükenen bir toplum inşa etmek ve ekonomik açıdan halk tabakasını fakirleştirip zengin tabakayı daha da zenginleştirmek gibi bir ayrımcılıkla ahlâkın noksanlaştırıldığı bir döngü mevcuttur. Modanın etki altına aldığı toplumlar modaya uyabilmek için her türlü sıkıntıya katlanmakta ve her türden zorluğa boyun eğmektedirler. Sınırlarını kimin çizdiği net bir şekilde belli olmayan moda sektörüne insanları uydurmaya teşvik edenlerin isteği hiçbir zaman doyurulamayacak olan “en güzeline sahip olma” arzusunun peşinden insanları koşturmaktır. Böylelikle toplumda arkadaşlık, akrabalık, komşuluk, birliktelik, güven, anlayış, feragat, kanaat, fedakârlık gibi hasletler yerlerini rekabet, haset, hırs, açgözlülük, ayrışma ve tabakalaşmaya bırakacak ve sonunda yoksulluğa varan süreçte yine olan ahlâkî değerlere ve bu değerlere muhtaç olan topluma olacaktır.

Reklamcılık mezunu bir arkadaşımın reklam alanında ahlâkî değerlerin nasıl suiistimal edildiğine dair paylaşımlarını da aktarmak istiyorum. Reklamcılık sektörü de ahlâkî yozlaşmada kullanılan metotlar arasında yer almakta ve ahlâkı zedeleyen fikir akımlarının internet dünyası ve muhtevasındaki reklâmlar yoluyla insanlara pazarlanmaktadır. Büyük şer odakları toplumda meydana getirmeye çalıştığı tahribatın birçoğunu filmlerin içerisindeki reklâmlarla yapmakta ve bunun sonucunda toplumda büyük yıkımlar oluşmaktadır. Meselâ pedofili ve eşcinsellik gibi sapkın düşüncelerin film ve dizilerde reklâmını yaparak toplumu bunlara alışık hâle getirmekte. Toplumun ise bu noktalarda daha hassas olması icap etmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî toplumsal ahlâk değerlerinin bozulmasında hürriyeti savunanların bu meseleleri dikkate almamalarının ve laubali kalmalarının önemli bir payı olduğunu söylemektedir: “Hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâubalîlik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden, şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.”1

Evet, şer odakları çalışmaya devam etmekte ve yıkım vazifelerini yapmaktadırlar. Bu yıkımı durdurmak ve hür ve ahlâklı bir toplum inşa etmek ise toplumu şer odaklarının kullandıkları metotlar hususunda aydınlatmakla ve yıkıcı fikir akımlarını İslâmiyetin yapıcı ve onarıcı prensipleriyle tamir etmekle olacaktır. Çünkü İslâmiyet ahlâk dinidir, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyen bir Peygamber’in (asm) dinidir. İslâmiyetin prensiplerini öncelikle kendimizde yaşamak ve topluma yansıtmakla ahlâkî onarım gerçekleşecektir.

Dipnot:
1) Emirdağ Lahikası, 7. mektup, s. 48.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*