Geçinebiliyorum, öyleyse mutluyum

Mutluluk kişiden kişiye değişen göreceli bir duygudur. Çünkü kimisi kısmetine razı olup verilene kanaat edip mutlu olmayı tercih ederken, kimisi de açgözlü olur ve daha fazlasını talep ettiği için elindekiyle yetinmeyip mutsuz olur. Bu da gösteriyor ki kişinin kanaati, düşünce dünyası, ruh hâli, Cenâb-ı Hakka olan imânı mutluluğa şekil ve yön vermektedir.

Evet, ailede, sosyal hayatta, iş hayatında, cemaat ve toplum içerisinde mutluluk hemen hemen herkesin üzerine konuştuğu, üzerinde paneller yapılan ve konferanslar verilen meselelerdir. Peki, geçinme derdinin nasıl mutluluğa dönüşeceği hakkında neden pek söz edilmiyor? Bilhassa ekonomik şartların herkesi olumsuz yönde etkilediği, ruhî bunalımlara yol açtığı hatta yuvaların yıkılmasına sebep olduğu bu son zamanlarda maişet derdinin insan üzerindeki etkileri üzerinde konuşulmalı, paneller verilmeli ve yazılar kaleme alınmalıdır.

Maişet konusunda mutlu olabilen insanlar hemen her konuda mutlu olabilirler. Çünkü maişet derdi öyle bir meseledir ki diğer mutlulukları olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen en önemli bir faktördür. Peki, maişette mutluluk nasıl olacak? Hayatı boyunca Kur’ân ve Sünneti kendine rehber edinen Bediüzzaman Said Nursî telif etmiş olduğu Risâle-i Nur’da bizlere, maişette nasıl mutlu olunacağını tarif etmiş ve hayatıyla da bizlere rol model olmuştur. Malum, Said isminin bir diğer manası mutlu, mes’ud ve bahtiyar demektir. İsmi “Said” olduğu gibi maişette de “mes’ud” olan, kimsenin minneti altına girmeyen Said Nursî, tam bir iktisad ve kanaatle hareket etmiş ve maişet derdini düşünmemiştir. Demek oluyor ki maişette mutlu olmanın gerçek yolu iktisad ve kanaatten geçiyor. Zira “Kanaat eden, iktisad eder; iktisad eden bereket bulur.”1 Bereketin olduğu yerde de huzur ve mutluluk kendiliğinden gelecektir.

Maişet hususunda Bediüzzaman Said Nursî’nin yaşamış olduğu hadiselere ve konuyla ilgili Risale-i Nur’dan iktibaslara geçmeden evvel “iktisad” ve “kanaat”e değinmek istiyorum. Çünkü bu iki kavram çoğu kez birlikte kullanıldığı için birbiri ile karıştırabilmektedir. Kanaatin lûgat manası; “Açgözlü olmayıp hırs göstermemek, kısmetinden fazlasına göz dikmeyip az şeyi de olsakısmetine razı olmak, helâl ile yetinip haramı istememek”tir. Kanaatin zıttı ise, doyumsuzluk, açgözlülük, helâl haram demeden israfa girmek ve hırslı olmaktır. İktisadın lûgat manası ise; tutumlu olmak, malından tasarruf edip biriktirmek, her hususta itidal üzere bulunmak, her şeyde orta yolu tutmak, lüzumundan az veya fazla sarfiyattan kaçınmak demektir.

Evet, Risale-i Nur’a baktığımızda derd-i maişet peşinde koşmanın ve onu asıl maksat yapmanın iman hizmetine zarar verdiği görülmektedir. Ayrıca maişet derdinin ehl-i dünyanın elinde çok tesirli bir silâh olduğu da anlaşılmaktadır. Bunun içindir ki, Bediüzzaman Said Nursî, Müslümanları bilhassa Nur Talebelerini uyararak maişet peşinde koşmak yerine, iman ve Kur’ân hizmetine sarılmalarını tavsiye etmektedir. Hizmet yerine derd-i maişet peşinde koşanların şefkat tokadı yediklerini de Risale-i Nur’daki şefkat tokatları bölümünde görmekteyiz.

Nur Talebelerinin Risâle-i Nur ile imâna ve Kur’ân’a hizmet etmelerinin dünyevî ve uhrevî pek çok faydaları vardır. Dünyevî olan faydalarından bir kaçı maişet hakkındadır. Bunlardan biri rızıkta bereket, diğeri ise maişette sühulet ve kolaylık. Demek oluyor ki imâna ve Kur’ân’a hizmeti bırakıp, hatta namazları dahi ihmal edip maişet peşinde koşmak akıl kârı değil. Rızkında bereket görmek isteyen, kolay bir şekilde geçinip mutlu olmak isteyenler farzlarını ihmal etmemelidir. Zira geçim derdine dalıp da farzlarını ihmal eden ve nefsine mağlup düşüp de haram yollara girenlerin fıska düşebileceklerine dikkat çekilir. Risâle-i Nur’da, derd-i maişete dalmanın fâsıklık alâmeti olduğu, “Rezzâk-ı Hakikî’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, ferâizi terk ve maişet yolunda rast gelen günahları işleyen fâsık-ı hasîrdir.”2 şeklinde ifade edilmektedir.

Şimdi ise maişet konusunda mutlu ve mes’ud olan Said Nursî’nin yaşadığı hatıralara değinelim. Said Nursî yeme, içme ve giyim konusunda çok iktisad eden, kanaat gösteren ve kimsenin minneti altına girmeyen biridir. Mesela, giyim konusunda şöyle söylemektedir: “Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim. Bereket, iktisad ve rahmet-i İlahiye bana kâfi geldi.”3 Başka bir yerde de başkasının tasannu ve temellükü altına gireceğine yüz yamalı libas giymesinin daha hoş olduğunu beyan etmiştir.

Rızıkta mazhar olduğu pek çok bereketin bir kısmını ise şu şekilde ifade etmiştir: “Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Ne miktar kifayet edecek bilmiyorum. (Bir sene devam etmiş)”4 “Şu mübarek Ramazan’da sadık bir arkadaşım olan Abdullah Çavuş’un şehadetiyle üç ekmek, bir kıyye (kilo demek) pirinç bana kâfi gelmiştir. Hatta o pirinç Ramazan’dan on beş gün sonra bitmiştir.”5 “Dağda üç ay bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı –her gün ekmekle beraber yemek şartıyla– kâfi geldi.”6

İşte bu numuneler gibi çok şeyler var ve bereket-i İlâhiyenin çok cihetleri var. Demek ki tevekkül, kanaat ve iktisad öyle bir hazine ve servettir ki hiçbir şey ile değişilmez. İşte, böyle bir servet ve hazineye sahip olan bir insandan daha mutlusu yoktur. Zira bu mutluluk öyle bir mutluluktur ki her şeyi olumlu yönde etkileyen ve diğer mutlulukların da temelini oluşturan bir mutluluktur. “Geçinebiliyorum, öyleyse mutluyum” diyenlerden olabilmek duasıyla…

Dipnotlar:
1) Mektubat, Y.A.N., s. 330.
2) Sözler, Y.A.N., s. 38.
3) Mektubat, Y.A.N., s. 83.
4) Age, s. 82.
5) Age, s. 82.
6) Age, s. 82.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*