“Ayçiçek nasıl güneşe bakarsa; insan da mutluluğa dönüktür.”
Nermi Uygur
Mutluluk nedir, bilen var mı?!
İnsan var, şehirlerin keşmekeşinde bulur kendini; öteki bi’ dağ başında “kaybolur!”
Bana bakma! Ben bir Temmuz sıcağında iki armut ağacının altında, gölgeye sığınır, yaprakların her an yenilenen bestesini dinlerim.
Mutlu muyum? Bilmem! Birazdan evin bir eksiği için o bilindik ama benim alışamadığım gürültüye girmem gerekebilir. O da güzel!
Donmuş, bir kenarda oturmuş mutluluk olabilir mi!
Bulutların, yıldızların, karıncaların bir an bir yerde durmayan seyri bizi daldığımız paslanmışlıktan çekip çıkarmak için değil mi! Gerçi pas da görevini yapacak, is de, yosun da, şeytan da… Şeytan kötülüklerin körüğü olunca mutlu mudur, derseniz; şeytan ve mutluluk yan yana gelir mi!
İşte serçeler cıvıldaşıyor; mutlu… Az önce bir kumru geldi az öteme. Ben bu yazıyı yazıyorum. Bir şeyler gagalayıp gitti o da. Herkes iş başında yani. Hayret; çift çift gezerdi bunlar; bu tek geldi. Hani şu açık kahverengiler. Mutluydu tek başına da olsa. Herhalde dedim, mutluluk, sevdiğin işin içinde olmak…
Bu arada sağım solum, önüm arkam her yer inşaat… Çocukken kumdan evler yapar, oyun yerini terk ederken de: “Emeğime yazık değil mi!” sızlanış nakaratıyla evlerimize dağılırdık. Mutluyduk.
Şimdi bu kumdan değil; Karunî, şeddadî evlerde çok öyle, hiç öyle mutlu değiliz. Niye? Dün biz o oyuncak evlerin geçiciliğinin -çocuk da olsak- farkındaydık. Şimdi ise biz bu eşyaların oyuncağı olduk.
Bak; koca binaları yapan işçiler içinde oturacaklardan sanki daha keyifli havadalar… Mesela şu adam, tulumunu çekmiş, başında kocaman kask… Çivisiyle, çekiciyle, tahtası tarabasıyla mutlu…
Dün dişçiye gittim. Korktuğum koltuğa oturdum. Oturduğum gibi uzandım. Düşen dişimi istediler; verdim. Yapıştırmaydı, dolguydu, ağzını aç’tı, kapat’tı; koltuktan sıyrıldım. Aman bir sevinç içimde! Halbuki daha bir sürü diş işlerim var. Kimin umurunda… Mutluluk ya da keder gözüne, gönlüne taktığın gözlüğün camlarından yansır.
Dişçi yaşımı sordu. Kolayından ele vermedim yaşımı. İyi ki, sen tahminini söyle, demişim. Beş, on yaş gençleştim o koltukta. Olduğumdan gerilerde gördü beni. Tebessüm ettik de diretmeye devam ediyordum yaşım sorusuna. Adam bir taraftan işini yapıyor; can kulağı da bende:
“Yaşımı sorma bana;
Her an ölecek yaştayım;
Yaşımı sorma bana;
Her ân yeniden doğmaktayım.” dedim, ben de.
Mutluluğun izini sürenleri bilir misiniz? Köşedeki bir papatyayı okşayanları, bir kediyi ilk defa görüyormuş gibi selâmlayanları, fırından sıcacık çıkmakta olan ekmeklerin kokusunu içine çekenleri, mevsimlerin ellerinden öpmeyi becerenleri, bembeyaz kış sıcaklığını duyanları, ocağın karşısında ateşin çıtır çıtır muhabbetine ortak olanları… Haa, işte bu iç içe olduklarınızın farkında değilseniz zaten mutluluk diye bir ülkeden çok uzaksınız demektir.
Şimdi gökyüzüne bak! O yumuşacık adımlarınla hayata yürü. Nefeslerinin lezzetini duyuyor musun? Dahası mutluluk diye bir şeyi arayıp durmakta mısın? Yine dahası, aramakla bulunanlardan mıdır? O sana gerek mutluluk denilen ipek rüzgâr her yerde…
Sadece buluşmalarda değil; ayrılıklarda bile bir gün kavuşacağız ümidi belirir yanıbaşınızda. Mutluluk dediğin öyle gideceğin bir yerde, öteki zamanlarda saklanmış değil ki… Bu şu anki şimdinin senin ebedî fotoğrafın olacağının/olduğunun farkında ol, denilmesine ihtiyaç duyma. O şimdinin içindesin zaten.
Haa, evet, kaç yaşındasın. Neyse; hem, geç, geç! Geçmişin ve yarının hesabının şimdinin içinde olduğunu bilsen; yaşını da unutmuşsun; ne gam!
Yaş dediğin nedir, Allah aşkına! Fotoğraflar çekildiği; yaşlar söylendiği andan itibaren değişir. Turgut Uyar: “Durunca anlaşılır saatin kaç olduğu!” diyor ya bir mısraında.
Fotoğrafınız, yaşınız, sevinciniz, yasınız… Ölünce belli olur. Mutlu olup olmadığınız da…
Bu soruların cevabı muhakkak vardır sende:
Meselâ alnını secdelerin yumuşaklığına bırakmana ne mani?
Aya göz kırpmak istedin de orası satıldı mı dediler! Sabahı karşılamana yani güneşten önce hayata merhaba demene kim karışır!
Hayatla sarmaş dolaş olduğunu unuttuğunda yaşadığını san-ma! Haydi, haydi; gözlerin gökyüzüne; ümidin ve hürriyetin rengine boyansın.
Bu yazı biterken martıların çığlığı doldurdu gökyüzünü. Mutluluk cümbüşüydü bu!
Etrafta ve içimde mutluğun o kadar çok fotoğrafı, müjdesi, hevesi, bûsesi, bestesi o kadar çok, o kadar çok ki… ve ne çare ki mutluluk çok kere bana da yabancı…
Mutluluk neden hep uzakta gibi öğretildi.hep şunu yaparsan şunu alırsan diye diretiyoruz. Mutluluk anda görmekte hissetmekte. Farkındalık oluşturan bir makale. Kaleminize sağlık