Mutlulum, mutlusun, mutlu… Mutsuzum!?

“Yaşama sevinci, sevgi, barış, aşk, şevk, umut ve mutluluk çiçekleri açsın çorak gönüllerimizde” diye duâ ederek başlayalım yazıya!

Sevgi diline, çocuk diline, masumiyet ve barış diline inatla ve sebatla sahip çıkmak lazım! İnsanlığın geleceği buna bağlı.

Kin, nefret, ötekileştirme, ayrıştırma, mutsuzluk, umutsuzluk günümüzde, gönlümüze ve özümüze galebe çalmak üzere. Küresel gıybet ve nefret, çağ yangını haline geldi. Alarmlar kimin için çalıyor?

TEBESSÜMÜ UNUTTUK SANKİ!

Her hadisede “rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü” görecektik hani! Kâinatı, insanı bir kitap gibi okuyacaktık.

Güzel gören güzel düşünürdü ya! Olumsuz bir şey ile karşılaştığımızda “Huz mâ sâfâ…” diyecektik. Mutluluk vereni alıp, keder vereni bırakacaktık. Pencerelerden seyredip, bir şiir gibi yaşayacaktık hayatı…

Hepimiz Âdem’in (as) çocuklarıydık. Âdem ise topraktandı. Topraktan gelip toprağa dönecektik. Görevimiz tohum olarak bize verilen duygu ve latifelerimizi bu toprakta yeşertmekti. Onları yerli yerinde kullanmak, her vesile ile mutluluğu teneffüs etmek ve ettirmekti…

Tahammülsüz ve asık suratlı olduk galiba! Tebessümü unuttuk sanki.

MUTSUZUM, MUTSUZSUN, MUTSUZ!..

Ama mutlu olmak istiyoruz. İnanıyoruz ki; ‘vermek istemeseydi; istemek vermezdi’ insanı Yaratan.

Acaba bizi Yaratan, bir yerlerde nasıl mutlu olacağımızı yazmış olamaz mı? O bizi sevmeseydi zaten yaratmazdı. Hayat verip türlü türlü duygularla, nimetlerle kâinatı ve kalbimizi donatmazdı. Öyleyse mutluluk mümkün…

Sıkıntı, mutluluğun kendisinde değil, nerede ve nasıl bulunacağında,  yolunun nereden geçtiğini bil(e)memekte… Zenginlikte mi, güzellikte mi, kariyerde mi, otomobiller, katlar, yatlarda mı veya iyi bir eş bulmakta mı?

Öyle veya böyle günler geçiyor. Ömür dediğimiz; mutluluk uğruna bir kaç hatıra kırıntısı toplamaktan başka nedir ki!

Zıtların iç içe olduğu şu dünyada, mutlak mutluluk zaten mümkün değil.

İYİ İNSANLAR HIZLA TÜKENİYOR

Gönül ehli insanlar durumu görüp hayıflanıyor. Yaşımız, bedenimiz, aklımız büyüdükçe, içimiz küçülüyor. Temiz ve aziz olma hali zedeleniyor.

Muhabbetin yerini hesap kitap alıyor. Berraklık, burukluğa dönüşüyor. Harfler gidiyor, rakamlar geliyor.

Vakit ilerledikçe, gıybet gibi, haset gibi, yalan gibi, yakıcı ve yıkıcı huylar ediniyoruz. Kötü alışkanlıklarımız artıyor.

Çocukken ve gençken şaşkınlığımız, hayretimiz, merakımız, hevesimiz zirvededir. Sonra bunlar birer ikişer elimizden / gönlümüzden alındı. Yerine derin bir yorgunluk verildi.

Ümidini kaybeden her şeyini kaybediyordu. Ümitsizlik her güzel şeyin olduğu gibi; mutluluğun da düşmanıydı…

BİZ BÜYÜDÜK, KİRLENDİ DÜNYA!

Büyükler hayatın günlük telaşesi içinde çocukların büyüdüğünü, gençlerin de kendi başına kararlar alıp sonuçlarına katlanacak bireyler olduğunu, ömürlerinin geçtiğini fark etmiyorlar.

Evler arabalar alıyor, büyük büyük makamlara geliyorlar. Koca koca adamlar birilerine kızıyor, birilerinden nefret ediyor, vuruyor, kırıyor, döküyor, savaşıyor. Ama bir türlü mutlu olamıyorlar!

Hayatı bir musikî gibi yaşamayı, günleri şiir tadında paylaşmayı, kendisinin ve çevresinin mutluluğu için fedakârlığı ve tebessümü unuttular sanki. En önemlisi “içindeki çocuk kalbi”ni unuttular! Halbuki o “büyük”ler de bir zamanlar çocuktu!

AY DEDE’YE KÜSEN ÇOCUK!

Küçücük bir çocuktum,
Durmadan konuşurdum -annemle, kuşlarla, çiçeklerle-
Gök salıncaklarında sallanır, bulutlarda uçardım…

 Köşe kapmaca oynardım Ay Dede’yle !..
Gözlerim mutluluktan ışık saçardı.
Meleklerden oyun arkadaşlarım vardı işte,
Sizin gibi…

 Büyüdüm yıllar geçince,
Kuş dilini unuttum önce,
Ve bir gün salıncağımın ipi koptu işte,
Bulutlardan aşağı düştüm.

Yıldızlar söndürdü ışıklarını bir bir,
Bülbüller, kuşlar sustu sonra,
Masallar bitti, sihir bozuldu!..

 Küstüm büyümeye, küstüm Ay Dede’ye,
Yeter büyümek istemiyorum, kirlenmesin dünya.
Bana ne, küstüm ben de, küstüm işte!..
Sizin gibi…

VAROLUŞA AİT SORULAR

Mutluluk, varılması gereken bir hedef değil; biraz yaşama sürecinin /sevincinin kendisi gibi. Daha çok dışarıda aranmasına rağmen, insanın içinde sanki. Mutlu olmanın yolu, biraz insanın kendini tanımasından geçiyor. Mahiyetini tam bilmediğin kendi dünyanı nasıl mutlu edebilirsin ki?

İnsanın kendisini bilip tanıması; Rabbini tanımasını netice verecek. Onun (cc) rol model olarak gönderdiği Elçisine (asm) ve iki cihanda mutluluk prensiplerinin saklı olduğu kitabına ulaştıracak. Cevaplandırmak için kıvrandığı, varoluşa ait sorular cevap bulacak. Onulmaz sandığı yaralarına merhem sürülecek belki.

BAKIŞ AÇIMIZI DEĞİŞTİRMEK!

Farklılıklara kin ve düşmanlık değil; sabır ve anlayış göstermek… Hiçbir varlık ve hadisenin abes yaratılmadığını idrak etmek… Her varlığa sevgi ve saygıyla yaklaşmayı öğrenmek… Bakış açımızı değiştirmek… O zaman teslim ve tevekkülümüz artacak ve mutluluğu yakalayacağız, kim bilir?..

Luther King’in dediği gibi; “Karanlık karanlığı uzaklaştıramaz; bunu ancak ışık yapabilir. Nefret nefreti uzaklaştıramaz; bunu ancak sevgi yapabilir.”

Birbirimizi sevmedikçe nasıl mutlu olacağız ki?

“ÇEKEMEYECEĞİMİZDEN FAZLASINI YÜKLEMEZ”

Bir musibet geldiğinde biliriz ki; imtihan dünyasındayız. Zalimlerin de, mazlûmların da yaptıklarını ve yapacaklarını ve kalplerinden geçenleri Allah (cc) bilir.

Her şeyin ve her hadisenin dizgini Onun (cc) elindedir. Yarattıklarına karşı, O (cc) çok şefkatli ve çok merhametlidir.

Evet; O (cc) “Hiç kimseye çekemeyeceğinden fazlasını yüklemez, kimseye zulmetmez.”

Allah’ın elçileri ve dostları en zor musibetlere, en ağır imtihanlara muhatap olmalarına rağmen; dünyanın en mutlu insanları olmuşlar. Neden?

Çünkü Onu (cc) tanıyan zindanda dahi olsa bahtiyardır.

“ÜMİTSİZ DEĞİLİZ ASLA!”

Öyleyse her hal ve şartta ümitsizliğe düşmeyeceğiz.

Allah’tan (cc) başka kimseden korkmayacağız.

Ufkumuzu karartan kara bulutlara iman gözlüğü ile bakacak, mutlu olacağız.

“Ümitvâr olunuz” diye haykıran ümit çağlayanına, Nur kahramanına, muhabbet fedaisine kulak vereceğiz.

Sabır ve sevgiyle, karanlığa kızmadan nur göstermeye devam edeceğiz.

***

Sonra sekine indi endişeli kalbimize… Şükür ve coşku… İçimizdeki çocuk şimdi çok mutlu!

2 Yorum

  1. Çok çok güzel çok çok derin ,kalbe dokunan bir yazı,yüreğinize sağlık.
    Yüreğinize sağlık çünkü yüreğimiz hasta, en çok sağlıklı olması gereken,tam olarak bedenimizin neresinde olduğu bilinmeyen belkide manevi bedenimizin en hayati organı hasta ve ilacı maddi hiçbir eczane de hastanede yok . Bütün maddi fiziki bedeni hastalıklara müptela olmuş ama yüreği sağlıklı sağlam hak dostlarının reçetelerine çok ihtiyacımız var .işte bu yazı bu ihtiyaca cevap için çok güzel bir başlangıç, devamını ve uygulamayı Rabbim’den diliyorum

    • Güzel dilekleriniz için teşekkür ediyorum. Mutluluğu iki cihanda bulanlardan olma duasıyla.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*