Said misiniz?

Düşünen insan, kendi için hep en iyiyi, en güzeli ve en yüksek fayda sağlayan durumları ister. İktisat biliminde de bunu anımsatan bir kavram vardır; fayda maksimizasyonu. Buna göre kişi elindeki geliriyle en çok fayda sağlayan mal bileşimini tüketmek için alır. İşte bu gelir gibi ömür de insana düşünmesi, akıl etmesi, birtakım sorumlulukları yerine getirmesi için verilen bir sermayedir. Bu sermayeyi mantıklı bir şekilde değerlendirmelidir. Kişi elindekiyle en iyi ve en faydalıyı seçmek ister. Bu, mutluluk için de geçerlidir. İnsan çok ve sürekli bir mutluluk ister. Ancak ömür sermayesi kısıtlıdır. Aynı zamanda bu dünya musibetler, imtihanlar, hastalıklar, zorluklar dünyasıdır. Mutluluklarımızın yanında üzüntülerimiz, ferahlıklar içinde sıkıntılı zamanlarımız da olacaktır. O zaman iman etmiş olan bir kişi için esas mutluluk ahiret hayatıdır. Zaten insanın fıtrî yapısı da saadet-i ebediyeyi arzu eder.

Bu kadar olumsuz durum içinde insan ancak iman gözlüğü takıp emredildiği gibi bu gözlükle dünyayı okuyarak; “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır.’’ öğüdüyle dünyalık mutluluğunu arar. Acizlik ve fakirliğini kabullenince bir nokta-i istinad ve nokta-i istimdat ile Rabbine sığınır, her şerde bir hayır olduğunu anlar. Mutsuzluğun sebepleri incelendiğinde şunlar karşımıza çıkar; geleceği beklemek, şükür etmemek, şikâyet etmek, bir şeyleri elde etmede fazla hırs yapmak, zorlukları abartmak, sorunları görmezden gelmek, kendini geliştirmemek, kendini başkalarıyla kıyaslamak… İşte anlıyoruz ki iman bize bir ahlâk verdiği için duygu ve davranışlarımızı nasıl yönetmemiz gerektiğini de öğretir. İnsan mutsuzluklarını da mutluluğa dönüştürecek formülleri öğrenir. Zikir, şükür, fikir onun kalesi olur. Birinci Söz’de Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi; “Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle, vesselam.’’ pusulasıyla hareket eden insan, dünyada eksik ve geçici olan mutluluğunu iman kuvveti ile daimî, tam bir mutluluğa çevirir ve lezzetini ziyadeleştirir.

Yapılan bazı araştırmalarda sahip olunan maddî varlıkların insanları her zaman mutlu etmediği ortaya çıkmıştır. Biz de kendi küçük çevremizde gözlem yoluyla bu durumu fark edebiliriz. Mesut olan insan yalnızca midesi dolan değil, tersine gönlü ve ruhu doyan insandır. Yani mutluluk yalnızca çevresel şartlara bağlı değildir, içsel şartlarımıza da bağlı bir duygudur. Mutluluk bir amaç olmamalıdır. Çünkü sözde modern dünyamızda aşırı haz ve mutluluk arayışı bireyi hedonizm (hazcılık) tehlikeli sınırına götürebilir. Asıl amaç, Allah’ın rızasını kazanacak şekilde Müslümana yakışır bir ahlâkla yaşamak, iman nuru ile nurlanmaktır. Sonucunda Allah’ın rahmeti ile ebedî mutluluk hediyesine kavuşulacaktır.

İmam Gazalî gibi İslam ahlâkçıları ilim ve hikmetten doğan aklî hazzı ön planda tutmuşlardır. Çünkü bunun tepe noktası marifetullahtır. Allah’ı tanımak başlı başına mutluluk kaynağıdır.Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi; yaratılışın en yüksek gayesi ve fıtratın en yüksek neticesi Allah’a imandır. Ve beşeriyetin en yüksek mertebesi marifetullahtır. Cin ve insanın en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Hakikî saadet ve şirin nimet elbette bu marifetullah ve muhabbetullahtadır. Burada da açıkça belirtildiği gibi nihayetsiz saadetin ve birçok ikramın yolu Cenab-ı Hakkı bilmektir.

“Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.’’ (Ra’d Suresi: 28.) Mutmain kelime anlamı olarak tatmin olmuş, doyuma ulaşmış demektir. Yani ne olursa olsun bu mutluluk dahi olsa Allah’ı tanımıyorsak hep eksik kalacaktır. Bu eksiklik duygusu biz var oldukça hep içimizde olacaktır. O halde gerçek ve tam saadet ancak iman ve ibadet ile mümkündür. Rabbimiz Hud Suresi 105-108’de mutlu insan ve bedbaht insan tanımını yaparken bedbaht insanların ateşte olduğunu ve mesut insanların Cennette olduğunu buyurmuştur.

Necm Suresi 39’da “İnsan için ancak çalıştığı vardır.’’ buyrulur. Kader ve kazaya iman eden, küllî ve cüz’î iradeyi iyi anlayan insan mutluluk ve mutsuzluğun şans değil, kendi elleriyle yapıp ettiklerine bağlı olduğunu bilir. Bir şeyi hak ettiği yere koymazsan zulüm olurmuş. İnsan da sahip olduğu bedeni ve duyguları yaratılış gayesine uygun olarak kullanırsa mutlu olabilir, aksi zulümdür. İyi ya da kötü ahlâka sahip olarak yapıp ettikleri amelini oluşturacak, o da ahiret hayatını inşa edecektir. Böylece insan saadet-i dâreyni kazanarak iki cihanda da Rabbisinin lütfuyla mutlu olacaktır.

İnsana düşen dünya ve ahiret hayatını en faydalı şekilde geçirerek mutlu olmaya çalışmaktır. Sıkıntı ve mutsuzluk zamanlarında verilen formüllerle kurtuluş için çareler aramaktır. Bizi zorlayan o hallerin de bir sebebinin olduğunu bilerek umutsuzluğa kapılmamak, kader ve kazaya iman edip tam bir tevekkülle Yaratıcısına sığınmaktır. Çünkü Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın da dediği gibi; “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

Kaynakça:
1) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler
2) Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat
3) Tıklayınız.

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*