Zamanın Kıymeti – Abdulfettah Ebu Gudde

“Vakit gibi keskin bir kılıç ol

Buğz sonra yaparım diyenedir

Sakın böyle yapma, sen sen ol

Çünkü çok büyük bir illettir”

Zaman, insanın sahip olmuş ve olabileceği en büyük nimetlerden biridir. Hakeza “Üç şey geri gelmez; ağızdan çıkan söz, yayından atılan ok, geçen zaman”.

Bu kitap ile birlikte bir de “İslam’da Zaman Tanzimi” kitabını mukayeseli okumak niyetindeydim. Ancak kitabımı rafında bulamadım. Sonra birine ödünç vermiş olduğumu hatırladım. Artık ayrı gayrı şehirlerde olduğumuzdan mütevellit çoktan unutmuşuz karşılıklı. Buradan kitap ödünç alıcılara sesleniyorum! Ey ödünççüler, aldığınız kitapları vaktinde geri veriniz. Götürdüğünüz kitabı geri getirmemekle o kitabı öksüz bırakıyor, kitap sahibini de evladından koparıyorsunuz. Şimdi hangi kitap bana o ilk okuma coşkusuyla hissettiğim altını çizmeleri, derkenar notlarını yaşatabilir? Hiçbiri!

Evet, sosyal mesajımızı da verdiğimize göre kitap tanıtımına dönebiliriz 🙂

Zaman, haftalardır hem içinden çıkamadığım bir muamma hem de bir kurtarıcı bana. Öyle çok büyülü, öyle enteresan ki. Hele ki zaman algısının sadece biz insanlar ile sınırlı olması öyle özel ve öyle güzel ki. Tamamen insan için yaratılmış bir nimet!

İslam Alimlerinin Gözüyle Zamanın Kıymeti – Abdülfettah Ebu Gudde (Çeviren Enbiya Yıldırım – Otto Yayınları).

Kitap, Tabiîn döneminden sonraki âlimlerin zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini tarif ederek başlıyor. Zamanı istifadeli kullanma konusunda öyle gayretliler ki âdeta bir dakikanın bile hesabını yapmışlar desek abartmış olmayız. Yemek vaktini azaltmak için ekmeklerini ıslatarak çiğneme süresinden kısmışlar, kimisini kardeşi beslemiş; yolda yürürken okudukları için kimine at çarpmış, kimi kuyuya düşmüş; ölüm döşeğindeyken ezber yapanlar mı dersiniz, fıkhî müzakereler yapanlar mı, daha neler neler. Onların bu nimetin ehemmiyetinin farkında olan halleri, nimete olan şükran nevinden gayretleri beni mest etti.

Tabii sadece gayretleri de değil. Onca gayretlerine ve dahi gayretleri olan mahsullerinin (eserlerinin) bereketli çokluğuna rağmen bunu övünç sebebi addetmek şöyle dursun; mütevazılıklarının arş-ı a’lâya çıkmış olması, hayranlık sebeplerinden biri.

Kitabı okudukça âlimlerin zaman tanzimlerini namaz vakitlerine göre tayin ediyor olması, gecenin sessizliği ve seherin feyzinden istifade ediyor olmaları benim için rol model olmuştur her zaman. Zihinlerinin açık olduğu zamanlar zor meseleler ile uğraşmış, zihinleri yorgun olduğunda ezber ya da yazma ile ilgilenmişler. Zaman yönetimi desen var, bilinç farkındalığı desen var, “yok” yok âlimlerimizde. Çağın gereklerine asırlar öncesinden usul, yöntem göstermişler de biz ecdattan ders almayı bihakkın yerine getirememişiz sanki.

Kitabı bitirince de “Cennette filan kişiyle karşılaşmak, falan kişinin sohbet meclisinde yer almak istiyorum” diye düşünerek yılda 80 kitabı dahi zar zor bitiriyor olmam övünç değil utanç sebebim olmuş, fark ettim. Günde (tek bir zatın) 80 sayfa el ile yazarak üreten bir ceddin evladı olup da böyle az gayret ediyor olmamak için azmimi artırmak fikrini verdi bu kitap bana. Belki bu gayretle bi’ on kitap daha fazla okur, üç daha fazla çalışma yaparım. Ama zamanımı daha verimli geçirmiş ve dahi boşa gitmesine mâni olmuş olurum. Bu da duaya vesile nevinden buracıkta duruversin.

E o zaman vira bismillah, Zübeyir Ağabeyin dediği gibi “Çabuk kitap başına!”

Altını çizdiklerim

Allah Teala rızıkları taksim ettiği gibi amelleri de taksim etmiştir. Bazı insanların gönlünün inşirahı namazla olurken oruçla olmaz. Bazısınınki de oruçta olmaz da sadakada olur. Bir başkasınınki de namazda olmaz da cihadda olur. İlmi yaymak ve öğretmek ise en hayırlı amellerdendir. Ben Allah’ın bana gönül inşirahı verdiği bu işten hoşnutum.

Zaman hayatın ömrüdür, insan vücudunun meydanıdır. İnsanın yaşamını sürdürdüğü, onda kaldığı ve istifade ettiği sahadır.

İlim nimeti de nimetlerin asıllarındandır. Nasıl olursa olsun ilmi elde etmek bir nimet, ondan istifade etmek bir nimet, faydalandırmak bir nimet, ilmi ebedîleştirmek ve gelecek kuşaklara nakletmek de ayrı bir nimettir.

“Geçen vakti kaybettiğine üzülmekle meşgul olmak ayrı bir vakit öldürmedir.” Bundan dolayıdır ki “Vakit bir kılıç gibidir, sen onu kesmezsen o seni keser.” denmiştir.

Ebû Said el-Harrâz şöyle demiştir: “Geçen vakitle meşgul olmak ikinci bir vakti zayi etmektir.”

Şumayt ibni Aclân da diyor ki: “Mü’min nefsine şöyle demelidir: Ömür üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarın ise sadece bir emeldir. Muhtemelen ona yetişemeyeceksin. Eğer yarına çıkacaksan, yarın zaten kendi rızkıyla birlikte gelecektir. Ancak yarının önünde (değerlendirilmesi gereken) bir gündüz, bir de gece bulunmaktadır ve pek çok nefis bu ikisinde ölüp gitmişlerdir. Belki sen de aynı akıbete uğrayacaksın. Yaşanılan günü düşünmek yeter.”

“Ey Âdemoğlu! Sen günlersin. Bir gün geçince bir parçan da gidiyor demektir.” (Hasan-ı Basrî)

“Kitap her zaman yardıma hazırdır. Asla zarar vermez. Sen çabaladığında o da gayrete gelir ve sana kendisini açar. Sen usanırsan o da bıkar ve kendisini sana karşı kasar. Kendine yaklaştırırsan sana yaklaşır. Uzak tutarsan uzaklaşır. Ne seni yanlışa sürükler ne de bir sırrını ifşa eder. Ne senin koğuculuğunu yapar ne de sana laf taşır.” (Hatîb)

“Yalnız kaldığında kitap okuyarak yalnızlığını gider. Çünkü kitap okumak en güzel konuşma aracı ve gözleri baktırma vasıtasıdır.” (Hatîb)

“Bir hadisi elli kez yazmasak onu tam anlamıyla tanıyıp bilmiş olmazdık.” (Zehebî)

Hadis rivayet etmenin ve eser yazmanın dışında lezzet aldığı bir gıdası yoktu.

“Efendi! Dünyadan bu meseleyi bildiğim hâlde ayrılmak istiyorum. Bu, meselenin cahili olarak ayrılmamdan daha hayırlı değil midir?”

Akıllı insanların elde etmek için uğraşması gereken en değerli şey vakittir. Vakit bir ganimettir ve içindeki fırsatlar servet bilinmeli, kapılmaya çalışılmalıdır. Hayatta sıkıntılar çoktur ama vakitler de hızlı geçip gitmektedir.

İlim yolunda, en güzelin ardında koşan öğrencinin takip edeceği en münasip metot, bizlere ulaşan kitapları tetkik etmesidir. İlim öğrencisi bunları çokça mütalaa etmelidir. Çünkü böyle yaparak önceki âlimlerin ne kadar bilgili olduklarını ne derece gayretli olduklarını görür ve bu gördükleri onun azmini biler, ciddi çalışması yönünde gayretini ve isteğini artırır. Ayrıca (unutulmamalıdır ki) hiçbir kitap faydadan hali değildir.

Meyve ve salatalık yemezdi. Buna sebep olarak şöyle derdi: “Vücudumun suyunu artırıp uykumun gelmesinden korkuyorum.” (Ebû’l-Hasan el-Attâr)

Onların vakitlerini değerlendirmeleri, zamanı boşa harcayan lüzumsuz işlerden ve gafil insanlardan uzak durmalarıdır. Ayrıca anları, dakikaları ve saatleri en güzel şekilde değerlendirmeleridir.

“Vaktin hakkını idrak eden kimse, hayatının anlamını da idrak etmiştir. Çünkü vakit hayat demektir.” (Hasan el-Bennâ)

Tembelliğin; yerine, adamına ve çağına göre girmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur. Dilimizde aldığı çeşitli isimler de onun bu sinsiliğini gösterir. Tembelliğin adı uçarılıktır. Bir adı gevşeklik, bir adı hoppalık ve züppelik, bir adı uyuşukluk, üşengeçlik, keyfine düşkünlük, bencilliktir. Tembellik herkesin karşısına her zaman aynı kılıkta çıkmaz. O mesleksiz aktör gibi daima rol değiştirir. Bazen en geçerli bir mazeret kılığına girer; hasta olur, yorgun düşer ve herkesi haline acındırır. Bazen iş yapar görünür, aslında hiçbir şey yapmaz. Bazen tatlı bir dille konuşur ve gönül çeler. Onun kandırıcı bir felsefesi ve boş sözlerden örülmüş bir edebiyatı vardır.

Şihabuddin Ahmed Farfûr, o anda bir şeyler okuyan babası Muhammed Salih Farfûr’a sorar: “Boş vakitlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?” Babası başını kaldırır ve “Boş vakit dediğin ne ki?” diye sorar ve okumasına devam eder. Çünkü onların hayatında “boş vakit” diye bir kavram yoktu. Kaldı ki Rabbimiz de bir iş bitirildiğinde hemen diğerine geçilmesini tavsiye etmektedir (İnşirah Suresi, 7). Bunun anlamı ise Müslümanın hiçbir şey yapmadan geçireceği bir zamanın olamayacağıdır.

Ticaret piyasasındaki durum kitap dünyasından farklı sayılmaz. Az malla kanaat edip yetinme, kolaya kaçma, çabalamayı ve düşünmeyi gerektirmeyen işleri tercih edip, bunları da uykuyla geçirmeyi yeğlemek insanlardaki genel durum olmuş. Böyle olunca da düşünceler hastalaşmış, zamanı nasıl değerlendireceğini bilen gayretli ecnebilere yol açılmıştır.

Ben istiyorum ki boş zamanlar, çalışma zamanlarını tahakkümü altına almasın, hayatın merkezini teşkil edip, çalışma vakitleri bunun kenarında, köşesinde kalmasın.

Uzun vakitlerini tavla, satranç, boş oyunlar ve lüzumsuz eğlencelerle harcamak meşru değildir. Çünkü bu insanlar aklın razı olduğu bir gaye uğrunda çalışmamaktadırlar. Kahve köşelerinde, kulüplerde ve yollarda şaşkın şaşkın oturanların da bunlardan bir farkı yoktur. Bunların yegâne gayesi vakit öldürmektir. Sanki vakit onların bir düşmanı imiş gibi onu katletmeye çalışıyorlar.

“İbnü’l-Vakt” yâni ömrünün ve hususiyle fiilen içinde yaşadığı vaktin kıymetini bilen ve onunla en güzel şekilde âhiretine hazırlık yapan kâmil bir mü’min olmalıdır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*