Eğitimde Kur’ânî dil

Kelimelerin simgesel olduğunu hepimiz biliriz. Yani gördüğümüz ya da duyduğumuz bir kelime gösteren, zihnimizde canlanan ise gösterilendir. Bu gösterilen zihnimizde bir anlam oluşturur. Örneğin talebe dediğimizde zihnimizde hemen bir anlam oluşacaktır. Benzer şekilde öğrenci dediğimizde de bir anlam oluşur. Peki, bu iki kelimeyi sadece eş anlamlı deyip geçmeli miyiz? Şayet geçmeliysek niye bu kadar kelime çeşitliliği var? (Elbette tek sebep anlatmaya çalıştığımız husus değil.) Soruyu daha da genişletelim. Alelade her kelimeyi kullanabilir miyiz? Eğer kelimeler zihnimizde bir mana oluşturuyorsa ve bu manalar öyle ya da böyle düşünce yapımızdan tutun, ruhsal yapımıza kadar tesir ediyorsa gönül rahatlığı ile kullanın efendim diyemiyoruz. Lakin günlük hayatta etrafımız alelade kelimelerle örülmüş durumda. Bu durumu çıkmaz hale getiren ise maddeci bilim anlayışı. Materyalizm bir teori iken “Bilim eşittir materyalizmdir” noktasına gelinmesi ve ülkemizde de eğitim dilinin bu parametreye göre belirlenmesi…

Örneğin talebemiz dinî hayatında tabiatı Allah’ın yarattığı kurallar çerçevesinde gelişen, değişen ve esmâsının bir tecellîsi olarak tanımlarken derslerinde “Kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi” olarak öğreniyor.

Yine okullarımızda Güneş sistemi ve Dünya şöyle anlatılıyor: Güneş büyük bir ateş kütlesidir. Bu ateş kütlesinin etrafında gezegenler döner. Bu yönüyle de Güneş Dünya’yı ısıtır ve aydınlatır. Dünya’nın kendi etrafında dönmesi ile gece gündüz, Güneş etrafında dönmesi ile mevsimler oluşur. Daha sonra da büyüklüğü ve hızından bahsedilir. Hâlbuki bu tarz bir anlatım müthiş bir hayretten başka ruha bir katkı sağlamıyor. Âdeta Dünya ve Güneş muktedir konumda kabul edilerek izahlar yapılıyor. Yani ne tabiat ki hem yaratan hem de yaratılan olabiliyor(!) Hâlbuki tabiat nakkaş değil, nakıştır; kudret değil Cenab-ı Hakkın iradesi ile oluşan kanunlardır. Tabiat tab’ edilen manasındadır. Yani bir eserin basımıdır, mühürdür, damgadır. Bu kâinat da bir kitaptır ve tab’ edilmiştir.

Bu kitabı okumak adına sanatkârı da içine alan bir dil ve üslup kullanılmasına ihtiyaç vardır. Evet, Dünya hem kendi hem de Güneş etrafında bir Kadir-i Zülcelâl tarafından döndürülür. Bu dönmenin neticesinde gece-gündüz ve mevsimler yaratılır. Güneş, Cenab-ı Hakkın rahmetiyle musahhar bir lambadır ve izn-i İlâhî ile insanlara ve Dünya’daki varlıklara hem ışık hem ısı verir. Dünya’dan daha büyük olan Güneş’in “yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin.” (Asa-yı Musa, s. 43). Öyleyse onu ve onun gibi ulvî yıldızları gaz yağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen, beraber ve büyük bir süratle gezdiren ve birbirine çarptırmayan zatın nihayetsiz kudreti ve saltanatı vardır. Hâkim-i Zülkemal hikmet ve intizam ile Ay’ı Dünya’ya bağlamış, kudretinin azameti ve intizamıyla da Dünya’yı Güneş’e rabtetmiştir.

Bu tarz kurulan cümleler ise insana bir kemal-i ilm veriyor ve süreç içerisinde tefekkürî bir noktaya ulaştırıyor. Fennî ve sosyal ilimlere Allah hesabına bakıldığında bunların hepsi marifetullahın alt dalları mahiyetine geliyor, böylelikle de esmâ talimi yapılmış oluyor.

Tüm bu izahlardan sonra bilimsel terminolojinin ve ifade tarzının ifade ettiğimiz şekliyle de eğitimde kullanılabilir olması gerekmektedir. En azından yapılabilecek alanlar oluşturulması muradımızdır. Bu eksiklik gençler arasında giderek artan inançsızlık meselesinin ortadan kalkmasına da zemin hazırlayacaktır. Gençlerin dünyası materyalist kelimelerle örüldüğü sürece onların imanını kurtarmak müşkülleşmektedir. “Kullan at” anlayışı ile süren bir yaşam içerisinde bu değerler aktarılamazsa sosyal hayatın da zedelenmesine neden olacaktır.

 

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*