Kul olduğumuzu ve Rabbimizin bizi her an “terbiye” ettiğini düşündüğümüzde “eğitim” meselesinin nasıl hayatından içinden bir hakikat olduğunu daha iyi idrak ederiz.
“Hayat boyu eğitim ve öğrenme” tabiri meşhurdur. İşte aslında tam da bunun için gönderilmişiz bu âleme. İnsan ile hayvanın dünyaya geliş ve yaşayışları arasındaki zâhir fark da bize bunu gösteriyor. Bediüzzaman, insanın bu dünyadaki asıl vazifesinin “taallümle tekemmül”, yani “öğrenmekle gelişmek” olduğunu söylerken, meselâ bir arı yavrusunun dünyaya gelir gelmez -âdeta başka bir âlemde eğitim almışçasına- hayat şartlarına çok kısa bir sürede adapte olabildiğine, yani aslında hayvanların istidadına göre “mükemmel” olarak gönderildiğine; buna mukabil insanın ise hayat kanunlarına tamamen cahil olarak bu âleme gözlerini açıp, ömrünün sonuna kadar da “öğrenmeye” muhtaç olduğuna dikkat çeker.
Peki, böylesi bir varlık olarak insan, temelde neyi öğrenecek, eğitimini hangi yönde şekillendirecek? Eğitim-öğretim sistemlerinin nasıl olması gerekir ki, insanı bütün yaratılış yönleriyle kucaklayıp onun sağlıklı bir şekilde gelişmesine ve mutlu bir hayat sürmesine vesile olabilsin?
Eğitim-öğretim dediğimiz şey, daha anne karnında başlayıp, temelleri aile ortamında atılan bir süreçse –ki bu şüphesiz,– aile ortamlarının nasıl olması gerekir? İdeal anne-babalık nasıl olmalıdır?
Eğitim sadece ailede de kalmadığına göre, toplum hayatı içerisinde insanın kendini eğitmesi, geliştirmesi nasıl olacaktır? Eğitimin formel ve informel boyutları…
Peki, eğiticilerin eğitimi meselesi? Eğitenler ne kadar eğitimliler?
Bütün bunlara ilave olarak, eğitim felsefelerimiz, müfredatlarımız “insan eğitme”ye ne kadar uygun?
Soruları çoğaltabiliriz.
Ama öyle görünüyor ki cevap, tek bir gerçeği anlamakta, onu iyi tanımakta düğümleniyor. O da, eğitimin odağında yer alan “insan”ı.
Âlemlerin Rabbi’nin ilk emri “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” iken, Peygamberimiz (asm) “Kendini bilen, Rabbini bilir” buyurmuş, meselâ bir Bediüzzaman “Ey kendini insan bilen insan, kendini oku!” derken, Yunus Emre de “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” gerçeğini dillendirmekten kendini alamamıştır.
O halde “insan odaklı” bir eğitim olmazsa olmazımızdır, diyebiliriz.
İnsan fıtratını doğru okuyup onu beden ve ruh bütünlüğünde kavrayan, bireyin kalp ve vicdanını iman nuruyla aydınlatırken akıl ve zekâsını fenlerle bileyip keskinleştiren ve bu iki kanatla kemâlatın en yüce ufuklarına uçmasına, bir bakıma Yaratıcının kendisine koyduğu esmâ kodlarını doğru çözümleyip “kendini gerçekleştirmesine” vesile olabilecek bir eğitim anlayışı…
Biz bunları söylerken, “Nerdeee?” dediğini duyar gibi oluyoruz ey okuyucu!
Cevap sende aslında. Yani “insan”da. Kendini iyi tanımakta.
Eğitim meselesini bu minvalde ele almaya çalıştığımız ve kendinden çok şeyler bulacağını ümit ettiğimiz bu ayki sayımızla yine seninleyiz.
Bu vesileyle yeni eğitim-öğretim yılının da hayırlara vesile olmasını diliyoruz.
Hadi kal sağlıcakla.
“Hoçca bak zatına kim zübde-i âlemsin sen!” (Şeyh Galip)
İlk yorumu siz yazın