Kalk Ebû Türâb, kalk!

Bu yazı, Savaş Barkçin’in Soyadı Kanunu1 adlı yazısını okurken -ki muhakkak okumanızı tavsiye ederim- Yahya Efendi Dergâhı’nın son şeyhi olan Abdülhayy Öztoprak’ın soyadının Hz. Ali’nin (ra) bir lakabı olan “Ebû Türâb” yani “toprağın babası”ndan mülhem olduğunu öğrenmem ve sonrasında gelişen olayların yazısıdır.

Mezkûr yazıyı okuyana kadar böyle bir lakaptan haberim yoktu. Niçin Hz. Ali’nin (ra) bir lakabı bu olmuş diye araştırdığımda ise şu bilgilerle karşılaştım:

“‘Toprağın babası, toprağa bulanmış kimse’ anlamındaki bu lakap Hz. Ali’ye (ra)Resûl-i Ekrem (asm) tarafından verilmiştir. Sahih hadislerde rivayet edildiğine göre bir gün Hz. Peygamber (asm) öğle vakti kızı Fâtıma’nın yanına gittiğinde Hz. Ali’yi (ra) evde göremedi. Sahâbîlerden biri onun Mescid-i Nebevî’de uyumakta olduğunu haber verince Resûl-i Ekrem oraya gitti. Uyumakta olan Hz. Ali’nin (ra) üzerindeki hırkanın sıyrıldığını, vücudunun toprağa bulandığını gördü. Elbisesindeki toprağı eliyle silkelerken, ‘Kalk Ebû Türâb, kalk!’ diye seslendi. O günden sonra ‘Ebû Türâb’ diye de çağrılan Hz. Ali (ra) kendisine böyle hitap edilmesine çok sevinirdi.”2

Ne garip. Peygamberimizin (asm) taktığı lakapların muhakkak derin hikmetleri olmalı…

Bu bilgiyi bir kenara yazalım, devam ediyoruz. Bunu öğrendikten sonra 2. Şua’yı okudum. Muhteşem bir tevhid bahsi. Hani öyle böyle değil, çok güzel. Orada Risale-i Nur’dan Siracünnur adıyla bahsediliyordu. Hz. Ali (ra) meşhur Kaside-i Celcelûtiyye’sinde Risale-i Nur’u böyle adlandırmış çünkü. Bunun yanında risalelerin farklı bahislerinden derlenen “Siracünnur”3 adlı tanzim bir eser de mevcut. Bu kitabın içeriği nedir acaba diye merak ederek telefonumdaki uygulamadan eserin içindekiler kısmını incelemeye başladım. “Hasan Feyzi’nin mersiyesi” başlığı dikkatimi çekti. Hasan Feyzi ağabeyin bendeki yeri çok başkadır. Bilhassa Zülfikar mecmuasının ahirinde yer alan “Hasan Feyzi’nin mektubu”nu o kadar severim ki, Risale-i Nur’u bu kadar güzel tarif eden bir tarifename daha yazılabilir mi bilmem. Her ne ise, işbu mersiyeyi okumaya başladım. Mersiye mektubu yalnızca Siracünnur’da bulunan bir mektup imiş, kitabı okumadıysanız o mektubu okumamışsınızdır yani. Aynı benim gibi…

Bu kadar sevdiğim bir ağabeyin daha önce okumadığım bir mektubunu bulmuş olmanın merakı içerisinde okudum yazıyı. Hayret ettiğim çok yer oldu. Ama hepsinden bahsedecek olursam mektubu aynen dercetmek icap edecek ki bu pek mümkün değil. Okurlarımız mektubu4 okusun, biz yalnız birkaç noktaya değinelim.

Hasan Feyzi’nin mersiyesi Bediüzzaman’ın Emirdağ’da şiddetli bir zehirlenme sonrasında yazdığı vasiyetname üzerine yazılmış. Vasiyetnameyi okuyan Hasan Feyzi’nin tahassürü pek büyük. Diyor ki:

“İsmini ve resmini, nam u nişanını hep unutmak ve unutturmak istedin. Kendini hâk ile yeksan ettin. Son ‘Ebû Türâb’ da sen oldun.” Tevafuk. Ebû Türâb’ın kimin lakabı olduğunu yeni öğrenmiştim.

“Madem ki Kur’an sana ‘Said’ demiş, elbette sen saidsin. Hem ismin ve hem resmin saiddir. Madem ki Kur’an sana ‘صعيد’ demiş, elbette hem için temiz ve tahir, hem de dışın.” Burayı anlamak içinse biraz daha araştırma yapmak gerek. Çünkü Said sin harfiyle yazılır, Kur’an’da sad harfiyle yazılmış bir said kelimesiyle Üstad’dan mı bahsediliyormuş?

Bu sorunun cevabını aramak için 1. Şua’ya bakıyoruz. Çünkü Risale-i Nur’a işaret eden otuz üç adet ayet bu risalede yer alıyordu. Şualar’ı açıyoruz, görüyoruz ki 1. Şua’da yalnızca yirmi dokuz ayet yer alıyor. Diğer ayetleri müteferrik mektuplar içerisinde arayıp bulmak gerek. Arıyoruz, işimiz aramak çünkü… Evet, aradığımızı buluyoruz, lâkin bizim yayınevi bu mektubu basmadığı için ancak internet üzerinden okuyabiliyoruz.5

Risale-i Nur’a işaret eden 31. Ayette geçiyormuş صعيد kelimesi:

وَاِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى اَوْ عَلٰى سَفَرٍ اَوْ جَٓاءَ اَحَدٌ مِنْكُمْ مِنَ الْغَٓائِطِ اَوْ لٰمَسْتُمُ النِّسَٓاءَ فَلَمْ تَجِدُوا مَٓاءً فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا طَيِّبًا 6

Meali: “Şayet hasta yahut yolculukta iseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse yahut kadınlara dokunmuşsanız; işte bu durumlarda su bulamadığınız takdirde, temiz toprakla teyemmüm yapınız.”

Ne kadar garip. Ben bu ayeti okusam aklıma Üstad gelmezdi. Ama Salahaddin Çelebi bu ayetten çok farklı hakikatler istihraç etmiş:

“Mana-yı zâhirîsiyle diyor ki: ‘Su bulamadığınız vakit temiz toprak ile teyemmüm ediniz’ der ve mana-yı işarîsiyle diyor ki, 1357’de7 manevî âb-ı hayat menbaları kapatıldığı zamanda temiz toprağa kasd ve teveccüh ediniz, onda bir menba-ı hayat ve bir maden-i nur bulursunuz.”

Yine “Sad ve sin, birbirine tam kardeş olması ve bir kelimede birbirinin yerine geçmesi münasebetiyle bu ayetteki 8 صَعِيدًا kelimesindeki sad, sin okunsa Risale-i Nur’un tercümanını göstermesi” ifadeleriyle işaret edilen hakikat Kastamonu Lahikası 11. mektupta şöyle açıklanmış:

“فَتَيَمَّمُوا صَعِيدًا cümlesi, mânâ-yı işarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasında sin harfi sad harfinin altında gizlenmesi ve sad görünmesinin iki sebebi var.

Birisi: Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; tâ ki Risaletü’n-Nur’u bulandırmasın, tesirini kırmasın.”

Hakikatin güzelliğine bakar mısınız? Said hakikaten tam toprak gibidir.

Evet; nereden başladık, nereye geldik… Uzun fakat güzel bir yolculuktu. Allah Ebû Türâb olan Hz. Ali’ye (ra), onun mübarek bir hafîdi olan Bediüzzaman Said’e ve bu tefekkürleri yapmamıza bir vesile olan Hasan Feyzi Ağabeye rahmet eylesin. Âmin.

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) YAŞAR KANDEMİR, “EBÛ TÜRÂB”, TDV İslâm Ansiklopedisi
3) Yeni Asya Neşriyat henüz bu kitabı basmadı ama basma çalışmalarının olduğuna dair duyumlar aldım. İnşaallah hayırlarla tamamlanıp tez zamanda okuyucunun istifadesine sunulur. Âmin.
4) Tıklayınız.
5) Dileyen şu linkten okuyabilir: Tıklayınız.
6) Nisa, 43
7) Miladî 1938
8) Toprak manasındadır.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*