Sıkı canlar

Anlatması, söze dökmesi zor bir duygu can sıkıntısı. Fakat damdan düşenin halinden damdan düşenin anlaması misali can sıkıntısını da en iyi onu deneyimleyenler bilebilir. Yani hepimiz… Bu deneyim uzun soluklu da olabilir, kısa bir uğrak verilip geçilmiş de olabilir ancak ister uzun ister kısa sürsün can sıkıcı bir durumdur can sıkıntısı.

Sıkılan canımızı, sıkıştığı yerden kurtarıp mutlu etmek için yaptığımız pek çok şey (dizi, film izlemek, kitap okumak, çıkıp dolaşmak, arkadaşlarla konuşmak, yemek yapmak, uyumak…) vardır. Bu şeylerin hayatımızda kısa vadede bir nefes aldırıp bizi rahatlatma gibi bir fonksiyonu olsa da iş bittikten sonra genellikle bu işleri daha çok can sıkıntısından kurtulmak amacıyla yaptığımız için kurtulmak istediğimiz o durumu hatırlayıp tekrar o sıkılmış canın başladığı yere geri dönebiliriz.

Bu da bizi git gide paradoksal bir duruma doğru sürükler ve kuvvetle muhtemel ardımıza dönüp baktığımızda da can sıkıntısından kurtulmak için yaptıklarımızla geçirdiğimiz zamana yönelik bir pişmanlığımız oluşur. Bu pişmanlık da bizim için çok zordur, çok can sıkıcıdır. Bu defa da bu can sıkıntısından kurtulmak için yeni şeyler denemeye ihtiyaç duyabiliriz. (Bu arada yeni şeyler deneme konusunda da çeşitlilik, eğlence sektörünün büyük bir hızla gelişmesiyle sanki git gide daha da artmaktadır. Bunun yanı sıra bir de tabiri caiz ise “kaliteli vakit” faşizmi ortaya çıkmaktadır. Bilhassa instagram annelerinin çocuklarının can sıkıntısına izin vermeden sürekli eğlenceli işler bulma telaşı bu duygudan hızla kaçmamız gerektiğini söylüyor sanki.)

Peki, bu durum ne kadar, ne zamana kadar böylece sürüp gidecektir? Canımız her sıkıldığında, sıkıştığında onu oradan kaçırıp kurtarmak için yeni yöntemler bulmakla mı zamanı geçirmek bizim için daha anlamlı ve değerlidir; yoksa elimizde sınırlı olan bu zaman ve enerjiyi, bu dünyadan geçip giderken bırakmak istediğimiz, temsilcisi olmak istediğimiz başka işler için mi sarf etmiş olmak daha anlamlı ve değerlidir?

Bu dünyada değer verdikleri şeylerin temsilcisi olma yolunda göçüp giden büyük ustalar, üstadlar acaba can sıkıntısından kurtulmak için mi yola koyulmuşlardır yahut can sıkıntısının içinde kalıp oradan hiç çıkmamışlar mıdır yoksa zaman zaman hissettikleri can sıkıntısını da yanlarına alıp yollarına devam mı etmişlerdir?

Sınırlı olan vaktimizin ve enerjimizin yönetimi can sıkıntısının mı elinde olmalıdır? Sıkı can bizi istediğimiz yöne götürmekte midir? Yoksa sıkılan canını, onun ne söylediğini fark edebilen ve gideceği yönü seçebilen kendimizin mi elinde olmalıdır?

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*