Dikkat! Tehlike var!

Evet, hem de öyle bir tehlike ki hem dünyevî saadeti mahveden hem de ahiret yurdunu kaybetmeye sebep olabilen bir tehlike. Adı, âhirzaman… Fitnesinden ve şerrinden Peygamberimizin (asm) dahi Cenâb-ı Hakka iltica edip sığındığı; dehşetinden kalplerin ürktüğü, ruhların titrediği; enbiyanın, asfiyânın “helâket ve felâket asrı” dediği dehşetli ve acib bir zaman.

Peki, âhirzaman nasıl bir zaman ki Peygamberimiz (asm) dahi şerrinden Allah’a sığınmış ve ümmetinden de bunu istemiş? Âhirzamanı bu kadar dehşetli hâle getiren husûsiyetler nelerdir? Biz mü’minleri bilhassa gençleri tehdit eden âhirzaman tehlikeleri nelerdir? Evet, bu zaman öyle bir zaman ki helâk olan bütün kavimlerin işlediği günahların işlendiği; günahların her taraftan hücum ettiği; maddiyyûnun ve tabiiyyûnun sürekli imanın erkânına saldırdığı; deizm, komünizm, ateizm gibi imansızlık akımlarının her yerde hâkim olmaya çalıştığı; film, dizi, sosyal medya gibi araçlarla toplumun en dar dairesi olan ailelerin yıkıma uğratıldığı ve boşanmaların arttığı; fitnenin her eve girdiği; gayr-i meşrû ahlâksızlığın her tarafta kol gezdiği; zinanın, ribânın ve rüşvetin arttığı; zalim idarecilerin ve ehil olmayan kişilerin toplumları idare ettiği; dünyaya ait fânî işlerin bilerek ve isteyerek âhirete ait bâkî işlere tercih edildiği; kırk vefiyattan ancak bir ikisinin imanla kabre girdiği ve daha birçok husûsiyetleri olan tehlikeli ve dehşetli bir zaman. Peygamber Efendimizin (asm) “Haram işlemeyi kolaylaştıran imkânlar artacak, gençler günah işlemeye ve kötülük yapmaya çok meyledecekler.”1 dediği; imanın kor ateşi elde tutmak kadar zor olduğu bir zaman…

Hiç şüphesiz böyle bir zamanda çok zordur mü’min bir genç olmak. Zira zamanın şartlarının ağır olmasının yanı sıra genç olmanın da verdiği zorluklar var. Çünkü “Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.”2 Yani gençlik dönemi, gençlik damarının hâkim olduğu, günaha sevk eden nefis ve hissiyatın baskın olduğu, anlık lezzetlerin ilerideki daha büyük lezzetlere tercih edildiği ve gelecekteki azaptan değil de acele verilen cezalardan daha çok korkulduğu bir dönem.

Peki, böyle bir dönemde âhirzamanın dehşetli fitnelerinden nasıl kurtulacağız? Bu tehlikelere karşı nasıl dayanabileceğiz? Bu cehennemî hâletten nasıl çıkacağız? Âhirzamanda genç olmanın bâdirelerini nasıl atlatacağız?

İlk önce nasıl bir zamanda yaşadığımızın farkında olacağız. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu zamanın husûsiyetlerini bileceğiz. Daha sonra bizi günahlara sevk eden nefsimizi tanıyacağız ve ittiham edeceğiz. Zira “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden istiaze eder.”3 Nefsimizi ittiham ettikten sonra kusurlarımızın farkında olup itiraf edeceğiz. Çünkü “kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstahak olur.”4 Bu itirafla birlikte Cenâb-ı Hakka, Tevvab (tövbeleri çokça kabul eden), Settar (gizli ve açık işlenen günahları örten), Ğafur (günahkâr kullarına mağfiret eden) ve Rahîm (kullarına çok merhamet eden) gibi isimlerini şefaatçi edip tövbe ve istiğfar ederek işlediğimiz günahların kalbimizi karartmasına engel olacağız. Çünkü “Günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nûr-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”5 Bu tövbe ve istiğfarın ardından şeytandan istiaze edeceğiz. Zira şeytanı dinleyen bir nefis kusurunu görmek istemez. Kusurunu görmemek ise o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Bunları yaptıktan sonra sabredeceğiz ve istikâmetimizi bozmayacağız. Âhirzaman fitnesine karşı her dâim teyakkuzda olup bu dehşetli fitneden her dâim Allah’a sığınacağız. Her dâim dememizin sebebi ise ecelimiz gelene kadar bu fitnelere maruz kalacağımız içindir.

Evet, âhirzamandaki fitneleri ve dinsizlik cereyanları saymakla bitmez. Her gün yeni yeni dinsizlik ve imansızlık cereyanları ortaya çıkmakta, ehl-i imana hücum etmektedir. Bunların yanı sıra TV, sosyal medya, internet gibi dijital ortamlarda da ne yazık ki bu cereyanlar boy göstermektedir. İmanımızın erkânına saldıran bu fitnelere ve cereyanlara karşı iman ve Kur’ân hakikatlerine sımsıkı sarılacağız. Taklidî imanı tahkikî imana çeviren, akıllardaki şüpheleri izale eden, kalplerdeki vesveseleri gideren Kur’ân’ın asrımızdaki manevî bir mu’cizesi olan Risâle-i Nûr’u çokça okuyacağız. Zira Risâle-i Nur “gençliği, dalâlet ve sefahet uçurumuna düşmekten kurtaran ve imanda, bu dünyada dahi hakikî bir cennet lezzeti ve dalâlette ise cehennemî bir azab ve sıkıntı bulunduğunu misallerle izah ve ispat eden”5 harika bir tefsirdir. Hem “Risâle-i Nur’dan ders alan, elbette çok mâsumların kanını ve hukukunu zâyi eden fitnelere girmez ve bilhassa tecrübeleriyle, mükerreren akîm ve zararlı kalan fitnelere hiçbir cihetle yanaşmaz.” 6

Risâle-i Nur’u okumak imanımızın kuvvetlenmesi için büyük bir önem arz etmektedir. Lâkin bizler okuduğumuz her meseleyi tam olarak anlamayabiliriz. Bu sebeple Risâle-i Nur okunan medreselere gitmeli, Nur derslerine iştirak etmeli ve Nur camiasının şahs-ı mânevîsine dâhil olmaya çalışmalıyız. Çünkü günahlar her cihetten bizi sarıyorlar. Bu kadar günaha karşı husûsî ibadet ve takvamızla tam mukabele etmemiz zor olur. Ama mensup olduğumuz cemaatin mâbeynindeki esaslı bir düstur olan uhrevî amellerde iştirak kanunuyla ve samimî dayanışma sırrıyla bir dil ile değil belki cemaatteki kardeşlerimiz adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara mukabele edebiliriz inşâallah.

İmanımızı kuvvetlendirdikten sonra takvalı bir genç olmak için elimizden geleni yapacağız ve asla yılmayacağız. Zira “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahribata karşı en büyük bir esastır.”7 Takva demek “menhiyattan ve günahlardan içtinâb etmek” demektir. Amel-i sâlih ise “emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmak”tır. Yani bizi harama ve günaha sevk eden materyallerden, ortamlardan, arkadaş çevrelerinden içtinâb edip uzak duracağız. Hem “helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.”8 Ve mutlaka Cenâb-ı Hakkın emirleri dairesinde hareket edip namaz başta olmak üzere farz olan amellerimizi de yerine getirip sebatla devam edeceğiz ve asla ihmal etmeyeceğiz. Zira “Ferâiz-i İlâhîye ise hafiftir, azdır.”9

Âhirzaman fitnelerine karşı bir diğer kalkanımız ise sünnet-i seniyyedir. Âhirzamanı bize en güzel şekilde tarif edip, Sahabelerin dahi âhirzamandan Cenâb-ı Hakk’a sığınmasına vesile olan Peygamber Efendimizin (asm) sünnet-i seniyyesine ittiba etmeliyiz. Sünnet-i seniyyeyi hayatımızın her ânına yerleştirip yaşamaya çalışacağız. Sünnet-i seniyyeyi ne kadar yaşarsak günlük âdetlerimizi de o ölçüde ibadete ve hayrata çevirebiliriz. Bu sayede fânî ve kısa olan ömrümüzü bâkîye müteveccih yapabiliriz.

Rabbim, bizleri âhirzamanın dehşetli fitnelerinden, imansızlık cereyanlarından ve dinsizlik akımlarından muhafaza eylesin ve bizleri ibadette sebat eden, Risâle-i Nur’u okuyarak tahkikî imanı elde edip imanla kabre giren âhirzaman gençlerinden eylesin. Âmîn, âmîn, âmin…

Dipnotlar:
1) Riyâzü’s-Salihîn, İmam Nevevî
2) Sözler, Said Nursî, 13. Sözün 2. Makamının Hâşiyesi
3) Lem’alar, Said Nursi, 13. Lem’a, 13. İşaret
4) A.g.e.
5) Sözler, Fihrist, 13. Söz.
6) Tarihçe-i Hayat, Said Nursî, Eskişehir Hayatı
7) Kastamonu Lâhikası, Said Nursî,  97. Mektup.
8) Sözler, Said Nursî, 6. Söz.
9) A.g.e.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*