Hatırlamak tohumu

Mehmet Akif, Safahat adlı eserinde yaşadığı dönemin çatışmalarını ve sorunlarını göz önünde bulundurarak gelecek neslin nasıl olması gerektiğine dair ipuçları vermiştir. Çizdiği gençlik tasavvuru “Asım’ın Nesli” olarak adlandırılmıştır. İmanlı, bilgili, ahlâklı, karakterli, faziletli, marifetli, vatanını ve milletini seven, kültürüne sahip çıkan ve bunun için de çok çalışan akıllı ve vicdanlı bir nesil hayal etmiştir. Akif’in çizdiği bu profil âdeta insanın göğsünü kabartıyor, heyecanlandırıyor.  Biz neymişiz be diye haykırıyor içimiz. Ta ki gerçeklerle yüzleşene kadar. Yanlış anlaşılmasın yüzleştiğim yalnızca gençlik değil; gençlerin maruz kaldığı dünya, yaşamak zorunda oldukları toplum, eğitildikleri okullar, gördükleri dersler yani gençleri inşa eden her bir olgu.

Her devrin bir zorluk derecesi vardır. Ahirzamanın çok zor olduğu da doğrudur. Ancak bunu bahane edip geçmiş daha kolaydı şimdiki zaman daha zor diyerek nostaljik bir portre resmedemeyiz. Bize düşen akıl etmek, sorunları görmek ve çözmeye çabalamaktır. Ürkek, korkak, çekingen, kendini tanımayan, köklerini bilmeyen, ahlâkî olarak yozlaşmaya başlayan bir nesil var, görmezden gelemeyiz. Dünyevî bir şeye abartılı şekilde meyletmenin sancılarını çekiyoruz. Halbuki yapmamız gereken tek şey Batının teknik ve metotlarını almak, kendi kültür ve geleneğimizle harmanlamaktı. Özgünlüğümüzü bir yazboz tahtası haline getirdik, bizden geriye iz kaldı ama cismimiz silindi. Zenginleşmek varken fark etmeden tek tipleştik, heybemizi doldurmak varken sığlaştık.

Geç hiçten iyidir derler. Artık silkinme vakti, uyanışımız mübarek olsun. Bizler Batının sözde medeniyeti gibi kendimizi başkalarının üzerinden inşa edemeyiz. Akıl edip düşünerek iyi, güzel ve temiz olanı aramalı ve almalıyız. “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.”1 demiş Bediüzzaman.

Peki, biz bildiğimiz bu güzellikleri ve ziynetleri nasıl anlatacağız gençlere? Öncelikle yaşayışımızla örnek olarak. Çünkü insan en nihayetinde gördüğünü yapar. Anne, baba ve sorumlu tüm bireyler olarak Peygamber Efendimizi (asm) çok iyi tanımalı ve örnek almalıyız. Yani önce biz gerçekten inanmalıyız. Sonra Taha Suresi 44. ayette de Rabbimizin buyurduğu gibi kavl-i leyyin ile gençlere hitap etmeliyiz. Yumuşak dil katı kalpleri açar, sözlerin tesirini arttırır çünkü. İnatlaşmak, bağırıp çağırmak, hakaret etmek çözüm değil, daha çok düğümdür. Bizler öğrendik ki elimizde nur vardır topuz yoktur. Düşmanına bile nurla yaklaşması gereken bizler geleceğimiz olan evlatlarımıza daha şefkatli davranmalıyız. Yani gençleri önce duygusal ve görsel olarak doyuracağız ki bize güvensinler ve saygı duysunlar. Sonra doğru kaynak ve doğru örneklerle akıl ve mantıklarını doyurmaya başlayacağız. Üstadın kurduğu Medresetü’z-Zehra hayali evlerimizde yeşerecek. İlim ve bilim, duygu ve mantık hepsi orada dengeli bir şekilde yer alacak, gençler de doyacak inşaallah. Belki de her ev medrese olsun diye belli bir mekânda kurulamadı Medresetü’z-Zehra.

Bugün kalplerimize hatırlamak tohumunu ekelim. Başta Peygamberimizi (asm) ve onun güzel ve örnek davranışlarını, sonra diğer peygamberleri, annelerimizi, Sahabeleri, Bediüzzaman Hazretlerini tanıyalım. Kur’ân’a sarılalım onu yeniden anlayalım, asrımızın anlayış ve ihtiyacına göre yazılmış bir Kur’ân tefsiri2 olan Risale-i Nur’u okuyalım. Ne demiş Mehmet Akif;

Doğrudan doğruya Kur’ân’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.

Bir ruh sirayet etmeli bizlere, yüzlerimize yansımalı. Gençler kaynağını merak etmeli, sormalı, ortak olmak istemeli. Kendimizden başlayarak ruhumuzu havalandırmalı, kalplerimizdeki çer çöpleri ve zararlı otları temizlemeli, toprağımıza ve mahsullerimize zarar verecek ilaçları bırakmalı ve ekime hazır hale getirmeliyiz. Bizim olan toprağa doğru bir bakım yaparak sahip çıkmalıyız. Çünkü bizim toprağımız ve mahsulümüz ne kadar güzel olursa komşu topraklarınki de güzel olacaktır inşaallah. Böylece dünyada lezzeti tatmış olduğumuz gibi ahirette de bâkî bir lezzete sahip olma ihtimalimiz olacaktır. Üstad ne güzel açıklamış: “Eğer istikamet dairesinde gitse, gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlâhiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâkî bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıyla bütün semâvî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.’’3

Gençlere ve kendimize arada bir şunu hatırlatmak gerekir belki: Ey nefsim, seni yok saymıyorum aksine benimle yaşıyorsun biliyorum. Ancak ben kıymetini, Allah’ın hoşuna giden davranışları yaparak kazanan bir varlığım. Aradığım şey sönüp gidecek bir şey değil, Rabbimin rızasıdır. Gençliğim gidecek, belki hastalıkla belki yaşlılıkla belki de ölümle. Heves ettiğim hiçbir şeyin anlamı ve önemi kalmayacak. Sen de biliyorsun ki yaşarken bile heves ettiğin şeylerin lezzeti uzun süre kalmıyor, uçup gidiyor. Geriye zararı, yarası kalıyor. Bir kere geldiğin şu dünyadan sefillik içinde yararı olmayan işler yaparak mı geçip gitmek istiyorsun?

Bir manzumda müneccim ve tabip, aralarında konuşurlar, biri der: “Ölüler diriltilmez.” (yani ahiret yoktur), diğeri: “Bakın; eğer sizin dedikleriniz doğru ise benim bir zararım olmaz, ya benim dediğim doğru ise, o zaman siz çok zarar edersiniz.”O zaman gençlere hedeflerini, ideallerini iman temeli üzerinde inşa etmeyi ve yaptıkları her işte inançlarını kılavuz etmelerini öğretmek çok mühim bir meseledir. Bir amaçları olduğunun bilincinde yetiştirilerek sorumluluk sahibi olmayı öğrenmelidirler. Kur’ân-ı Kerîm’de buyuruluyor ki; “Muhakkak ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik. Ancak imân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ.”4

İslâm dini kolaylık dinidir. İman etmek insanî birçok sıkıntıda Allah’a tevekkül etmeyi öğrenmek ve Onun kolaylaştırıcılığına sığınmaktır. Ruhların sıkıldığı bu zamanda İslâm dininin kolaylığını, Allah’ın rahmetini ve bağışlayıcılığını anlatarak, gençlerin kalplerini ekime hazırlamalıyız. Fetih Suresi 29. Ayette Allah inananları şöyle anlatmıştır: “… İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.’’ Bu ayet Kur’ân Yolu Tefsirinde5 şöyle açıklanmıştır: “Bu örnekte Hz. Peygamber çiftçidir; o, İslâm tohumunu Hatice, Ebû Bekir, Ali, Zeyd gibi temiz topraklara yani temiz kalplere, yetenekli zihinlere ekmiştir. Bu birkaç kişinin imanı ile başlayan İslâmlaşma kısa zamanda çığ gibi büyümüş, önceleri başkalarının destek ve himayesine muhtaç olan Müslümanlar giderek güçlenmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya, eğriyi doğrudan, hakkı bâtıldan ayırma kabiliyetini kaybetmemiş insanları kendilerine imrendirmeye başlamışlardır.’’

O halde ne duruyoruz esas havalı olanın nurlu yüzler, esas modanın namaz izi olan pantolonlar olduğunu, esas özgürlüğün dünyevî bağımlılıklardan arınmış yalnızca Allah’a boyun eğen Müslümanda olduğunu, helâl dairenin insanın keyfine kâfi geleceğini gençlere anlatmalıyız. Asıl imrenilecek olanın iman edip inananlar olduğunu müjdelemeliyiz.

Dipnotlar:
1) Sözler, On Üçüncü Söz
2) Sorularla Risale
3) Gençlik Rehberi
4) Tîn Sûresi: 4-6.
5) Cilt: 5, Sayfa: 82-83.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*