Acı duymanın felsefesi

Acı… Acı duymak, acı çekmek. İnsanın bir yerinin acıması. Bunların hepsi insanın olumsuzluk hissi duymasına sebep oluyor. Acı, şikâyet edilesi bir his mi, yoksa şükre lâyık bir duygu mu? Düşünülmesi gereken bir durum değil mi?

Çoğunlukla acı duyan, bir yeri, bir azası acıyan-ağrıyan insan, bundan şikâyet eder. Suratı buruşur, bazen bir inleme sesi çıkarır. Acı duymak, normalde, insanlarca istenmeyen bir durumdur. Aslında acı çok faydaları olan fizikî bir olaydır. Midesi hasta olan acı-ağrı duymasa veya bir yeri kesilen, yaralanan insan acı duymasa ne olur, düşünebiliyor musunuz? Damarlarınızdan birinin kesildiğini, fakat acısını duymadığınızı farz edin. Yaralandığınızın farkına varamazsınız. Bir müddet sonra da, büyük bir ihtimalle kan kaybından ya bayılırsınız veya belki de ölebilirsiniz.

Demek insan acı-ağrı duymasa vücudundaki hiçbir azasının hastalığını anlayamayacak. İnsanın ölümcül bir hastalığa yakalanma aşamasında ağrı-sızı-acı duymadığı farz edilirse, o hastalığın teşhisinin, dolayısıyla doktorların işinin ne kadar zorlaşacağı açıktır. O halde, vücudumuzun herhangi bir uzvunda duyduğumuz acı-ağrı için Allah’a şikâyet değil, şükretmemiz gerektiği ortaya çıkıyor.

Çünkü “Cenâb-ı Hak, hadsiz nukuş-u esmasını göstermek için, insanı öyle bir surette halk etmiş ki, hadsiz cihetlerle elemler aldığı gibi, hadsiz cihetlerle de lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış. Ve o makine-i insaniyede yüzer alet var. Her birinin elemi ayrı, lezzeti ayrı, vazifesi ayrı, mükâfatı ayrıdır.”1

Genel bir tanım olarak “acı,” hazzın karşıtı olarak organizmanın kaçındığı hoş olmayan özel duyguların veya duyuların adıdır. Acıdan biraz farklı olan “ağrı” ise olmuş veya olası doku hasarıyla bağlantılı ya da bu tür bir hasar üzerinden tanımlanan nahoş bir duyusal veya duygusal deneyim olarak tanımlanır.

Acı için fiziksel ve psikolojik olarak iki çeşittir diyebiliriz. İntihar notlarında “Acıma daha fazla katlanamıyorum” şeklindeki ifadelere sık rastlanılmaktadır ve burada kast edilen fiziksel acıdan ziyade genellikle psikolojik acıdır. Psikolojik acı; utanç, keder, hüzün, elem ve benzeri olumsuz duygular şeklinde hissedilebilen zihinsel acı çekme sürecidir, dayanılması güç duygusal tedirginlik hâlidir. Fiziksel ağrıyla birlikte bulunabilir ancak fiziksel ağrıdan bağımsız bir kavramdır.

Yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında, psikolojik acının fiziksel ağrı gibi beyinde birçok yapıyı aktive ettiği saptanmıştır. Çok sayıda intihar notunun derlenmesi sonucunda belirtilen önemli nokta “psikolojik acı olmadan intihar olmadığı”dır. Sosyal stres faktörleri özellikle son dönemdeki kişisel, meslekî, mâlî kayıplar intihar riskini artırabilen psikolojik acıyı tetiklemektedir. Psikolojik acı tek başına intihar davranışına sürüklemez. Ancak stres ile baş edilemezse, yardım alınamazsa, kişilerarası sorunlar ve iletişim güçlükleri varsa olabilir.2

İntiharları önleyebilecek en önemli husus “kadere iman”dır. Kadere iman; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak olduğundan, bu şekilde imanı kuvvetli olan bir kişi genellikle intihar yolunu seçmez. Aynı zamanda şifayı yaratanın da, hastalığı yaratanın da Allah olduğuna inanan kişi acılara, ağrılara daha sabırlı olur. Zaten sabır hem ayet-i kerîmelerde hem de hadis-i şeriflerde bizlere tavsiye edilmiştir.

Üstad Said Nursî de Hastalar Risalesi adı verilen 25. Lem’a’nın başlangıcında şunları söylüyor: “…nev’-i beşerin on kısmından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfi bir merhem olabilecek Yirmi Beş Devâyı  icmâlen  beyan ediyoruz.”

Her bir Devada farklı farklı olaylar ve şifa yolları göstermektedir. Biz buraya yalnızca 3. Deva’daki şu sözleri almak istiyoruz: “Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Sermaye-i ömrünü bâd-ı heva boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: ‘Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.’ İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih [nasihatçı] ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.”

Belli bir hastalık geçiren ve acı çeken, başkalarının dertleriyle de dertlenmiş insanlar; kendileri hangi metotları uygulayarak acılarını azalttılarsa bunu başkalarına da anlatarak insanlara yardımcı olurlar.

Acı, vücudumuz için elbette istenmeyen bir durumdur. Fakat acılara/ağrılara sabretmesini bilirsek, (kaderi tenkit etmeden, Allah’tan şikâyet etmeden…) acıları da şükretme vesilesi kılmış oluruz.

Üstad Said Nursî, “elemin zevali lezzettir”3 diyerek; insanın, yaşadığı acıların bitmesiyle manevî ve ruhanî bir lezzet aldığını söyler.

Cüzzam hastalığını duymuşsunuzdur. Bu hastalığa yakalananlar acı duymazlar. Yaraları açıldıkça acı duymadıkları için devamlı mikrop kaparlar ve yara iyileşme göstermeden büyür. Acı duysalar, belki de tedavileri kolaylaşacak, iyileşmeleri mümkün olacak.

Bütün bunlar gösteriyor ki, acı istenmeyen bir durum bile olsa, sonuçları itibariyle iyi olabilmektedir.

“İnsan acı ve sıkıntı ile yoğrularak olgunlaştırılır. Sabır ve şükür mekanizması işlettirilir. Böylece Cennete ehil bir vaziyet alır.”4

Dipnotlar:
1) Lem’alar, s. 28.
2)Tıklayınız.
3) Lem’alar, s. 329.
4) C. Karataş. Y. Asya. 7/9/01

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*