Alman filozof Nietzsche’nin “Seni öldürmeyen şey seni güçlendirir” sözü, bilinen bir hakikatin farklı bir lafız giymiş hâlidir. Bu ifade acının bizi, aslında olduğumuzdan daha da farklı yere taşıyarak olgunlaştıracağı hakikatidir. Acı ve kederi, başına gelen musibetleri, sıkıntıları birer imtihan vesilesi olarak gören insanın sabır kuvvetine dayanarak bu durumlardan daha da güçlenerek çıktığı bilinen bir gerçektir.
Cenab-ı Hak sırr-ı hikmeti sebebiyle bazen nimet vererek bazen de nimetten mahrum bırakarak bizleri imtihana tabi tutmaktadır. Bu imtihanların getirisi olarak acılar, üzüntüler insanın olgunlaşması için manevî basamakları oluşturmaktadır. Bu basamakları sabırla çıkan kişiler nokta-i kemallerine ulaşma konusunda daha da ileri gidebilmektedir. Yaşanan sıkıntılı durumlarda insanlardan beklenen hal sabredebilmeleridir. Sabredenleri büyük mükâfatların beklediğini pekçok ayet-i kerîme haber vermiştir.1 Resulullah’ın (asm) hayatına baktığımızda hüzün yılı olarak adlandırılan çok sıkıntılı bir zamanın hemen ardından başına gelenlere sabretmesi ile Allah Teâlâ onu İsra ve Mi’rac hadiseleri ile mükâfatlandırarak kab-ı kavseyne yükseltmiştir. İslam’ın en çetin senelerinden olan Mekke döneminin sonrasında sabrın mükâfatı olarak Medine dönemi gibi zaferlerin yaşandığı, Ensarın kendilerine kucak açtığı ilkbahar gibi bir mevsim yaşatarak küfrün ağırlığını hafifletmiştir.
Bir tek Resulullah (asm) değil diğer peygamberler de pek çok acı ile yüzleşmişler, duygu yüklerini Cenab-ı Hakka bırakmanın gerekliliğini yaşamışlardır. Ayet-i kerîmede ifade edilen “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır” olgusu onlara da isabet etmiştir. Eyyüb (as) 10 tane evladının teker teker vefat etmesi ile karşı karşıya kalmıştır. Hz. İbrahim (as) ve Hz. Zekeriya (as) ise evlattan yoksunlukla acıya giriftar olmuş ancak ilerleyen yaşlılık çağlarında zürriyet sahibi olmuşlardır. Hz. Nuh (as) ve Hz. Lut (as) inkârcı olan ve bir Allah’a inanmakta güçlük çeken eşleriyle imtihandayken2, Hz. Yunus (as) bir türlü iman etmeyen halkıyla imtihan edilmiştir.3
Resulullah (asm) bir hadis-i şerifinde “İnsanlar içinde en ziyade mihnet ve meşakkatle imtihan olunan enbiyâ-i i’zam, ikinci derecede evliyâ-i kiram ve üçüncü derecede onlara benzeyen kimselerdir.”4 diyerek en çok sıkıntı çekenlerin nebîler olduğunu ifade etmektedir. Allah yolunda mücadele eden kimselerin türlü zorluklarla yüzleştikleri tarihte görülmektedir. Bunlardan biri tarihçe-i hayatıyla yaşadığı sıkıntı ve zorluk sabit olan Bediüzzaman Hazretleridir. Ali Ulvi Kurucu, onun peygamber varisi bir âlim olarak sürgün, tecrid, zehirlenme, hapis, idam sehpaları gibi çetin bir yolda yürüyen, karşısına çıkan engelleri yıldırım hızıyla aşan bir zat olduğunu ifade etmektir. Bediüzzaman, din-i mübin için ömrünü vermiş, seksen küsur sene süren sıkıntılı hayatında pek çok meşakkatlerle karşılaşmıştır. Fakat o yaşadığı bu acılara kader-i İlâhî cihetinden bakmayı başarabilmiş bir nadire-i hilkattir. Kendisinin hapsine sebep olan savcı hakkında bile beddua etmemiş, sürgün sebebini ona buna şuna bağlamayarak her zaman olaydaki hikmeti okumaya çalışmıştır. Şu da önemlidir ki beşer olmanın getirisi olarak Bediüzzaman Hazretleri de ailesinden, dostlarından, ahbaplarından, memleketinden uzak düşmenin ıztırabını ruhunun en derinlerinde yaşamıştır. Hattâ bu hissiyatlarını samimî bir şekilde 26. Lem’a olan İhtiyarlar Risalesi’nde paylaşmıştır. İçinde bulunduğu acı dolu durumlardan ayet-i kerîmelerden gelen nur ile teselli bularak çıkmış, yaşanılan hadiselere karşı nasıl bir bakış açısı geliştirilmesi gerektiği konusunda bizlere rehber olmuştur.
Cenab-ı Hak imtihan sırrının gerektirdiği üzere bazen yaşanılan olayların hararetini artırarak mü’minleri ağır tecrübe ve eleklerden geçirmektedir. Ateşin harareti madenin yapısını ortaya çıkardığı gibi, inceden inceye bizi mihenge vurarak “Altın mı, bakır mı?” diye tecrübe etmektedir. Başımıza gelen hadiselere karşı sabrımız, şükrümüz bu konudaki durumumuzu ortaya çıkarmaktadır. Elmasların şişelerden ayrılması ancak bize isabet eden imtihanın karşındaki duruşumuzla olacaktır. Dünya hayatında başımıza gelen hadiselerde Cenab-ı Hak kendi yolunda olanlarla olmayanları ayırmak için bizleri zorlu tercihlerle karşı karşıya bırakmaktadır. Risale-i Nur’da bunun sebeplerinden birinin “sıddık fedakârlar, mütereddit sebatsızlardan ve halis muhlisler, benlik ve menfaatini bırakmayanlardan ayrılmak için”5 olduğu ifade edilmektedir. Her ne kadar acı verse de Ebu Bekirlerin Ebu Cehillerden ayrılması için bu gereklidir. O yüzden Cennet ucuz olmadığı gibi Cehennem de lüzumsuz değildir. Ayet-i kerîmede buyrulan “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan Cennete girebileceğinizi mi sandınız?”6 ifadesi oldukça vurucudur.
Çektiğimiz acılarda, başımıza gelen sıkıntılı hallerde “dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için”7 gelmediğimizi de unutmamız gerekir. Bize verilen ömür sermayesi ile ticaret yapmamız bizden beklenmektedir. Başımıza gelen sıkıntıların bizi gafletten uyandırdığı “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var”8 hakikatini gösterdiğini fark etmemiz gerekir. “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider”9 hakikatini hatırlayarak sıkıntılı hâllerin kemal yolcuğumuza katkı sağladığının bilincinde olmamız gerekir. Bizlere verilen can, mal, evlât gibi bizi dünyaya bağlayan durumların birer emanet olduğunu, bizlere vedia bırakıldığını anlamak ruhsal olgunluğu yakalamanın bir diğer ismi olabilir. “Hiçbir şey, hiçbir zaman, hiçbir mekân bir tek Sani’-i Zülcelâl’in kabza-i tasarrufundan hariç”10 olmadığını, her bir işte Allah’ın ilim, irade ve kudretinin olduğunu iz’an etmek acı ve keder karşısında insana verilecek en büyük tesellidir. Hz. Yakub’un (as) Yusuf’un (as) ayrılığı karşısında duyduğu üzüntüyü Allah’a bırakarak “Ben gam ve kederimi yalnızca Allah’a havale ediyorum”11 ifadeleri acılar karşısında mü’mince bir duruş sergilemek adına bizlere örnektir.
İlk yorumu siz yazın